Tarsus

Tanım

Joshua J. Mark
tarafından yazıldı, Nizamettin Karaben tarafından çevrildi
18 Temmuz 2019 tarihinde yayınlandı 18 Temmuz 2019
Diğer dillerde mevcut: İngilizce, Fransızca
Bu makaleyi sesli dinle
X
Makaleyi Yazdır
Roman Road, Tarsus (by Troels Myrup, CC BY-NC-ND)
Roma Yolu, Tarsus
Troels Myrup (CC BY-NC-ND)

Tarsus, günümüzde Mersin iline bağlı bir ilçe olup antik dönem Kilikya’da bir şehir idi. Geçmişi Neolitik döneme kadar uzanan, dünyanın en eski sürekli yerleşim merkezlerinden biriydi. (Günümüzde Berdan Çayı veya Tarsus Çayı, İslam kaynaklarında Nehrü Berdan) Cydnus/Cyndnos/Kydnus Nehri üzerinde inşa edilmiş ve tarihinin büyük bir kısmında önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Tarsus, genel olarak, Aziz Pavlus’ün doğum yeri olarak bilinir (Tarsuslu Saul MS 5-64), Yunan tarihçi ve biyografi yazarı (Mestrius Plutarchus) Plutarch’a göre Mısır Ptolemaios Kraliçesi VII. Kleopatra (MÖ 69-30), kalıntıları günümüzde bile popüler türistik cazibe merkezi eski şehrin Liman kapısı dışında, Romalı General Mark Antony/Marcus Antonius (MÖ 83-30) ile görüşmüştür. Diğer bir hikâyeye göre Büyük İskender (MÖ 356-323), MÖ 333’te Tarsus şehrini fethederek Kilikya’ya dâhil ettiği zaman hastalanmış ve Cydnus Nehrine girdikten sonra sularından şifa bulmuştur.

Tarsus şehri, Hittitler döneminde, MÖ 1700-1200 yılları arasında, büyük bir gelişme kaydetmişti. MÖ 12. ve 13. Yüzyıllarda; neredeyse kesin olarak, Denizci Kavimlerce yağmalanmıştı, Asurlular (MÖ 700-612), Persler (547-333) ve ardından Büyük İskender döneminde (MÖ 333-323) hayati derecede öneme sahip bir ticaret merkezi olarak tekrar eski statüsüne kavuştu. Bölge, daha sonra, MÖ 103’te Roma egemenliğine girdiği döneme kadar, Seleukos ve Ptolemois imparatorlukları kuran Büyük İskenderin iki komutanı arasında bölündü.

Tarsus, MÖ 64’ten sonra Kilikya Kampestris Bölgesinin başkenti oldu ve bölge sınırları yeniden çizilerek Kilikya Prima olarak tekrar tanımlandığı ve de Bizans İmparatrorluğu egemenliğine geçtiği zamanda da başkent olarak kaldı. Tarsus, MS 700’de, Kilikya’dan geriya kalan bölgelerle birlikte, İslam güçlerince fethedildi. MS 965’te tekrar Bizans güçleri eline geçti. Osmanlı İmparatorluğu 1453’ten sonra Tarsus’u aldıktan sonra da önemli bir ticaret merkezi olarak kalmaya devam etti.

Tarsus, hititler döneminden de önce önemli bir ticaret merkeziydi ve hatiler döneminde, mö 2500 yılı dolayında, çok daha önceden gelen bir şehir merkezinden geliştirildi.

Erken dönemde Tarsus

Sonraki dönem Roma metinlerin göre Tarsus kenti, şehrin yakınlarında kendi adını taşıyan bir kasaba kuran ve nehre oğlu Cydnos/Cydnus’un adını veren Anchiale adında bir kadının büyük oğlu tarafından kuruldu. Cydnus’un oğlu Parthienus, daha sonra Tarsus adını alan Parthenia’yı kurdu. Resmi hikâye böyle olsa da, bu popoüler anlatı geç dönem Bizans döneminde kalma bir kurgu hikâyedir. Çünkü Asur metinlerinde, bugünkü Tarsus şehri, Akadlılarca Tarsisi olarak adlandırılmıştır (MÖ 2334-2083). Hititler döneminde, Hitit tanrılarından birisi onuruna Tarsa (Hititçe, Tarşa) olarak adlandırılmıştır. Hititler döneminde Tarsus şehri zaten önemli bir ticaret merkeziydi. Büyük bir olasılıkla MÖ 2500 tarihi dolayında Hatiler tatafından, çok daha eskilerden kalma bir şehir merkezinden yeniden imar edilip geliştirilmiştir.

Hititler bölgeye Kizzuwatna adını vermiş ve Tarsa’yı bölge başkenti yapmışlardı. İlk Hitit Kralı I.Şuppiluliuma (MÖ 1344 -1322) halefleri döneminde de şehir ticareti gelişmişti. MÖ 1276-1178 döneminde, Denizci Kavimler olarak bilinen işgalciler ve korsanlardan oluşan koalisyon güçleri Akdeniz bölgesini harap ettiler, Tarsus şehrinin yıkılmasından neredeyse kesin olarak sorumlu tutuluyorlar. Hitit İmparatorluğu son dönemine doğru tutulan kayıtlar artık kaybolmuştur, ancak, Mısırlılar, aralarında Troya, Milet ve Tarsus’un da bulunduğu Anadolu’daki bazı şehirlerin Denizci Kavimler tarafından yıkıldığının kaydını almışlardı.

Seleukos İmparatorluğu’nun (Selevki) MÖ 110’da Kilikya üzerinde kontrolü gevşemeye başlayınca, korsanlık faaliyetleri de teşvik edilir oldu. Roma güçleri ilk olarak, ticaret gemilerini taciz eden ve ticari faaliyetlerini aksatan Kilikya korsanları kökünü kazımak amacıyla MÖ 103’te müdahale ettiler, Kilikya Kampestris’i olarak anılacak bölgeyi fethetmelerinden sonra Roma’nın bölgeye girmesi de başlamış oldu.

Tarsus ve Roma Cumhuriyeti

Roma güçleri, MÖ 89-63 yıllarında kuzeydeki Mithridates Savaşlarına katıldılar. Pontus Kralı Mithridates VI (120-63), Roma’ya karşı uyguladığı stratejisinin bir parçası olarak, Roma ticaret gemileri ve limanlarını teciz etmek ve yağmalamak üzere Kilikya korasanlarıyla anlaşma yapmıştı. Mithridates VI korsanlık faaliyetlerini daha fazla teşvik edince, bir süre sonra saldırılar Roma için de bir sorun haline geldi. General Büyük Pompey (MÖ 106-48), bundan dolayı, uzun süre bu konuya bir çare bulmak üzere harekete geçti.

General Pompey, daha önceki, karadan korsanları vurma harekâtların aksine, MÖ 67 yılında, Akdeniz’i 13 bölgeye ayırarak ve her bölgedeki korsanları yakalamak amacıyla bir filo tahsis ederek savaşı denizlere taşıdı. 89 günlük bir zaman zarfında korsan gemilerini ele geçirerek veya yok ederek Kilikya’da korsan gücünü kırınca, korsanlar MÖ 66’da yenildiler. General Pompey MÖ 64’te Kilikya coğrafyasını altı bölgeye ayırdı, önemli sayıda korsan nüfusu, Tarsus şehri de dâhil olmak üzere, Kilikya Kampestris bölgesinde iskân ettirdi.

Pompey Marble Bust
Pompey Mermer Bustü
Carole Raddato (CC BY-SA)

İskân edilen eski korsanlar, hırsız ve adam kaçırma olaylarında başarılı oldukları kadar çiftçilik ve diğer işçilik işlerinde de başaralı oldular. Bölge bu çalışkan karsanların çabalarıyla büyük ölçüde gelişti. Bölgeyi Romalı idareciler yönetiyordu ve Roma güçleri artık Yakın Doğu’ya sefer başlatmak için istikrarlı bir alana sahip olmuşlardı. Her zaman olduğu gibi, en kazançlı limanlarından biri olan Tarsus, Roma egemenlik yönetiminde daha da işler ale geldi. Şehir zenginlik ve refah içinde büyüdü. Romalı asker ve General Julius/Jül Sezar (MÖ 100-44) ile General Pompey arasında yapılan iç savaş sırasında Kilikya ülkesi kendi haline bırakıldı, ancak, her iki general de MÖ 49-45 yılları arasında ya bölgede ya da bölge yakınlarında bir yerlerde bulunuyorlardı.

Julius Sezar gördüğü Tarsus kentinden o kadar etkilendi ki, şehri vergiden muaf tuttu ve kentin gelişmesi için daha fazla tahsisat ayırdı; Tarsus şehri de, Sezar’a şükran dugusuyla, adını Juliopolis olarak değiştirdi. Sezar, ayrıca, Pompey ile mücadelesi sırasında destek veren Yahudileri (desteklerinden dolayı Roma egemenliğinde yaşayan tüm Yahudileri) dinlerine göre ibadet etme özgürlüğü vermekle ödüllendirdi. İmparator Julius Sezar’ın MÖ 47’de çıkardığı bir buyruğu, Augustus Caesar (MÖ 27-MS 14) ve sonra gelen imparatorlar tarafından da kabul edilerek uygalamaya konuldu.

Julius Sezar’ın MÖ 44’te bir suikast sonucunda öldürülmesinden sonra, komutanlar Mark Antony ve Octavian (daha sonra Augustus olarak anılacak) komplo düzenleyenlerin ve güçlerinin izlerini sürdüler, MÖ 42’de Filippi Savaşında komplo düzenleyenleri yendiler. Mısır Kraliçesi Kleopatra MÖ 41’de, Tarsus şehri kapıları dışında, Cydnus Nehrinde demirlenen mavnasında, ünlü teklifini yaptığı zaman General Mark Antony de hala bölgede, Tarsus yakınlarındaydı. Mark Antony ve Kraliçe Kleopatra bu dönem hem ülkeleriyle ilgili politik konularda ve hem de romantik ilişkilerinde gelişme kaydettiler. Kleopatra, bundan sonra, artık karşında bulunan (evlendiği) Roma Komutanı Antony’nin korumasına ve desteğine ihtiyacı vardı. Antony’de tahıl ihracatı nedeniyle Roma’nın ekmek sepeti Mısır üzerinde kontrol sahibi olma değerinin farkındaydı. Tarsus böylece, taraflar arasında siyasi ittifakların ve ünlü aşk ilişki hikâyelerinin başlangıç mekânı oldu.

Cleopatra's Gate, Tarsus, Cilicia
Kleopatra Kapısı, Tarsus, Kilikya
Carole Raddato (CC BY-SA)

Tarsus ve Roma İmparatorluğu

Romalı komutan Antony’nin Mısır Kraliçesi Kleopatra ile olan duygusal ilişkisi ve ona karşı tutumu diğer bir Roma komutanı Augustus/Octavianus’u önce rahatsız etti ve giderek öfkelendi. Sonunda Augustus’un siniri ve öfkesi, Romalı iki general arasında, Antony ve Kleopatra tarafının yenilgisiyle sonuçlanan, MÖ 31’de meydana gelen, Aktium Savaşı’nın yapılmasına yol açtı. Kısa bir süre sonra Antony öldürüldü ve Octavian ise, MÖ 27’de, Roma imparatoru Augustus Caesar oldu. Augustus, aynı yılda, Kilikya sınırlalarını yeniden belirledi, bu dönemde Suriye-Kilikya coğrafyası, Fenike ayaleti olarak, Suriye’ye dâhil edildi, tapınakların, idari binaların ve yolların inşa edilmesi emrini verdi.

Augustus Caesar döneminde yapılan yollardan biri olan tarihi Roma Yolu, muhtemelen sadece küçük bir kısmı gün yüzüne çıkarılmış olup günümüz Tarsus’unda hala görülebilmektedir. Kilikya’da açılan yollar, Tarsus şehrini imparatorluğun diğer bölgelerine bağlayınca, ticari faaliyetler gelişti ve bölgeler arasında seyahat çok daha kolay hale geldi. Açlan yol ağları, Troya’dan Bergama’ya, Ermeni Yaylasından aşağıya doğru Kilikya kapılarına, Galatya boyunca devam ederek Tarsus’a kadar uzanıyordu. Kara yollarıyla yapılan ticaret artık neredeyse suyollarıyla yapılan ticaret kadar kolay olmuştu. Ancak kaydedilen bu gelişmeler, Cydnus nehri üzerinde kurulu Tarsus limanı önemini azaltmadı.

Roman Road in Tarsus
Şehirde Roma Yolu, Tarsus
Matt Krause (CC BY)

Tarsus şehri o dönem Kilikya’nın değerli bir mücevher yerleşim yeriydi, ticari faaliyetlerinden dolayı bölgenin dört bir yanından insanlar Tarsus’a akın eder ve çoğunlukla orada kalırlardı. General Pompey’in iskân ettirdiği eski korsanlar, Tarsus ve çevresinde Roma askerleri arasında yaymaya çalıştıkları Pers dini Mitraizm’e göre ibadet ederek, Güneş tanrısı Mitras’a taparlardı. Akademisyen A.N.Wilson konuyla ilgili şu yorumu yapar:

Her büyük liman şehri gibi Tarsus’un da karışık bir nüfusu vardı. Eski dönem yazarları Tarsuslulardan korsanlar, denizciler ve Güneş tanrısı Mithras’a tapanlar olarak bahsederler. Özellikle birinci yüzyılda çoğu Asya’lı olan Roma ordusu askerleri arasında Mitra’ya tapınma popüler haldeydi. Arkeologların yaptıkları kazı çalışmalarında, Tarsus’ta Roma İmparatorluğunun çöküş dönemine kadar yoğun bir Mithra tapınma merkezinin olduğu anlaşılıyor. Tanrı Mithra’ya tapınma ibadetinin en ayırt edici özelliği, bu inanç sistemine girenlerin (inisiyelerin) ya kutsal boğanın kanını içmeleri veya boğa kanı sembolik temsili olarak bir kadeh şarap içmeleriydi.

Mitraizm, MS birinci yüzyılda yaygın pek çok “ gizemli kült”lerden biriydi. Taraftarları yalnızca yaşam ve ölüm gizemlerini bildiklerini iddia ettikleri için değil, aynı zamanda, yandaşlarının inanç biçim ve ritüellerini sadece inisiyelerinin bilebilecekleri bir sır olarak korumaya devam ettikleri için Mitraizm “gizemli kült” olarak anılıyordu. Kilikya’dan, özellikle Tarsus’tan yayılarak, Roma İmparatorluğunun en popüler dini haline geldi, Mısır’dan gelen İsis Kültü ve son olarak da yandaşları Galileliler veya Nasıralılar olarak bilinen küçük çaplı bir gizemli kült ile rekabet etti. Son haliyle Hıristiyalık olarak gelişti ve ilk şampiyon havari Tarsus’ta doğmuş oldu: Aziz Pavlus.

Aziz Pavlus

Daha sonraları Aziz Paul/Pavlus olarak bilinen Saul, Tarsus şehrinde Roma vatandaşı ve dindar bir Yahudi olarak dünya’ya geldi (Elçilerin İşleri 22.28, Filipiler). Aziz Pavlus hakkında bilinen her şey, İncil’de Elçiler kitabında Hıristiyan Yeni Ahit’in çoğunu oluşturan Pavlus mektuplarından ve İncil’de yer almayan diğer anlatılardan (Paul ve Thecla’nın İşleri) kaynaklanır. Doğumdan gelen adı kuşkusuz Saul idi, Paulus/Pavlus ise Roma vatandaşı olduktan sonra aldığı adıydı, Yahudi olmayanlar (Gentileler) arasında, misyonerlik faaliyetleri sırasında bu adını daha çok kullanıyordu. Kamuoyunda var olan popüler görüşün aksine, Saul adını, dinini değiştirerek Hıristiyanlığa geçme deneyiminden sonra Paul olarak değişitirdiğine dair herhangi bir veri kanıt İncil’de yoktur. Elçilerin İşleri 13:9’da Saul olan adını, Pavlus (Paulus) olarak değiştirdiği ve Hıristiyanlığa geçmesinin ardından da başka yerlerde hala Saul olarak anıldığı belirtilir.

Paul the Apostle
Havari Pavlus
RomanZ (CC BY-NC-SA)

Aziz Pavlus, eğitim görmesi içim Kudüs’e gönderildi ve Kudüs Yahudi cemaatinin önemli bir üyesi oldu (Elçilerin İşleri 22:3). İsa Mesih müritleri yeni inançlarını halk arasında yamaya çalıştıkları zaman, Aziz Pavlus, Şam yolculuğu sırasında, İsa’nın kendisine görünerek konuştuğu ve etkisinden kalarak gözleri görmez hale geldiği ana kadar, Mesih’in müritlerine eziyet edenler arasında yer alıyordu (Elçilerin İşleri 9:3-9). Ancak, Hıristiyanların yardımıyla görme yetisini tekrar kazandıktan sonra, yeni inancı/dini yaymak üzere, Suriye-Kilikya Fenike Roma yollarında, seyahat eden büyük bir Hıristiyan vaizi oldu.

Birçok ilahiyatçı ve bilim adamı yıllarca, Saul’un doğum yeri ve yetiştirildiği eğitim tarzı onun Hıristiyanlık inancı vizyonunu etkilediğini belirtiler. Aziz Pavlus, Tanrı Mitra kültü, Herkül kültü, Kibele Kültü, Mısır İsis Kültü, Zerdüştlük, Maniheizm ve daha pekçok dini inancından bilgi sahibiydi. Popüler Herkül Kültü dini ritüelleriyle, doğurganlık ve tabiat tanrısallıkları türünden biri olan, Ölen ve Dirilen Tanrı figürü – ölen ve dirilen tarısallık konumu - arasında teorik yakın bir teolojik bağ oluşturdu. O dönem Tarsus’unda hâkim kült (esas olarak tabiat tanrısı Sandan’a adanmış) bu türden üç figürle ilişkilendrilerek kaleme alınmıştı: Suriyeli tanrı Adonis, Babil tanrısı Tammuz ve Mısır tanrısı Osiris (Wilson, 26). Oluşturulan teolojik teoriye göre tanrı Herkül her ilkbaharda “doğar” ve her son baharada “ölür”, bu her iki olayın dini bir bayram şeklinde kutlandığı rivayet edilir. Wilson konu hakkında şöyle bir yorumda bulunur;

Pavlus/Paul, daha küçük yaşlarında, törensel olarak tanrı için yakılan ateşi görüyordü. Ateş yakma ritüelinin gizemli esas özelliği; yaz güneşi kavurucu sıcağının tanrıyı ölüme götürmesi ve Yahudilerin de Fısıh Bayramı olarak kutladıkları her ilkbahar’da, tanrının yeniden dirilme döngüsü üzerine kurulu olmasıdır. Tarsus’ta bulunan yazıtların incelenmesinde, Herakles’in (Herkül), sonbaharda ölümü, Hades’e inişi ve ilkbaharda yeniden dirilişi döngüsü ilahi bir kurtarıcı döngü olarak kabul edildiği biliniyor.

Aralarında Hyam Maccoby‘nin de bulunduğu bazı akademisyenlerin tespitlerine göre Pavlus’un kişiliği üzerinde görülen bu erken dönem etkisi, Aziz Petrus’un Hıristiyanlığı ile Aziz Pavlus’un Elçlerin İşleri 15:1-35 ve Galatyalılar 2:11-21’de (Antakya Olayı olarak bilinen) ifade ettiği inanç hakkındaki görüşü arasındaki farkın nedeni olmaktadır. Hıristiyan inancı ve ibadet uygulamaları konusunda bu iki farklı versiyon önerilmiştir ve görünüşe göre yapılan öneride Pavlus’un galip geldiği anlaşılıyor. Aziz Pavlus, birçok seyahatinde (Kilikya’dan Yunanistan’a, Roma’ya, Filistin’e ve dönüşlerinde) yazdığı mektupları ve verdiği vaazlarıyla, ölen ve dirilen İsa Mesih konusundaki görüşünün, verdiği mesajının Nasıralı İsa’nın fiili hizmetleriyle herhangi bir ilgisinin olup olmadığına açıklama getirmektedir. Çünkü İsa’nın İncillerdeki tebliğinde ifade ettiği mesajı arasında ve hatta Elçilerin İşleri kitabı Pavlus figürü ile mektuplarında kendisini tanıttığı şekliyle Pavlus arasında bazı tutarsızlıklar var.

Hıristiyan geleneğine göre Pavlus, Roma’da şehit edilmeden önce yaklaşık olarak 30 yıl boyunca son derece başarılı misyonerlik faaliyetlerine devam etmiştir. Kiliseleri dört biryanda yayıldı ve Büyük Konstantin’in MS 4.yüzyılda Hıristiyanlığı meşrulaştırmasından sonra, Hıristiyanlık inancı sadece Kilikya’da değil, aynı zamanda, tüm antik dünya’da baskın din haline geldi.

Geç İmparatorluk döneminde Tarsus

Tarsus, şehir olarak gelişmeye devam etti, hem zenginliğiyle ve hem de vatandaşlarının ulaştıkları refah düzeyinden dolayı, rehavet içerisinde yaşam sürmeleriyle ünlendi. (Kendisi de MS birinci yüzyılda başka bir gizemli kültün konusu olan) Yunanlı yazar Sofist Philostratus (MS 170-250), mistik ve filozof Tyana’lı Appolonius’un (MS 15-100,) hayatı konu edilen yazılarında şöyle yazar;

Apollonius, şehrin atmosferini sert ve tuhaf buldu, ona göre şehir felsefi yaşam için elverişli değildi, çünkü insanlar burada olduğu kadar hiçbir yerde lükse düşkün değildi. Küstah ve vurdumduymaz olduklarından dolayı, Atinalıların bilgeliğe gösterdiği özenden daha fazlasını küçük çıkarlarına gösteriyorlardı. Cydnus nehri Tarsus kentinden akıyor, su kuşlarının konarak toplandığı gibi nehir boyunda zaman geçiriyorlar (Life of Appollonius of Tyana, 1.7).

Yazar Philosratus’un dönemin Tarsusluları hakkındaki bu gözlemi, Tarsus şehrinin Roma İmparatorluğu döneminde büyük zenginliği ve lüks bir liman kenti olduğunu konusunda genel görüşlerle uyumludur. Tarsus, sadece önemli bir ticaret merkezi değil, aynı zamanda, bölgede Roma yönetiminin de bir merkeziydi; Roma yönetimi her zaman kamuya açık tapınakların, hamamların inşasında ve şehir parklarının düzenlenmesinde hiçbir masftan kaçınmadı. İmparator Commodus (MS 161-192) Tarsus’un sahip olduğu zevkleri çok beğenmiş ve adeta düşkün olmuştu. İmparataor Julianus/Julian da (MS 331-363) Tarsus şehrini o kadar beğendi ki, başkenti Antakya’dan Tarsus’a taşımayı planladı, ancak ömrü vefa etmeden öldü. Gözlükule höyüğünde büyük bir özenle işlenmiş, pişmiş çok güzel toprak figürler bulunmuştu. Günümüzde, 2007’den itibaren yapılan kazılarda daha fazla tarihi objeler gün yüzüne çıkarıldı. Afrodit ve Dionysius kültleri popüleritesi, kazılarda bulunan bu tanrı ve tanrıçanın bir dizi figürüyle tasdik edilmekte, Tarsus şehri sakinlerinin sözkonusu temel iki tutumu hakkında daha fazla ek kanıt olmaktadır.

Statue of Marsyas from Tarsos
Tarsos Marsyas Heykeli
Osama Shukir Muhammed Amin (Copyright)

Bizans Döneminde Tarsus

Tarsus kenti bu itibarını, MS 476’da, Batı Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra da sürdürmeya devam etti ve şehir, Bizans İmparatorluğu olarak bilinen, Doğu Roma İmparatorluğu’nun bir parçası oldu, o dönemde şehrin adı Kilikya Prima idi (Cilicia Prima). İmparatorlar Tarsus şehrine özel bir özen gösteriyordu ve ticari faaliyetleri de her zaman olduğu gibi kazançlıydı. Tarsus, tahıl, fasulye, hububat, balık zeytin, şarap, çadır (özellikle Roma ordusu için büyük çadırlar) ve Cilicium/silisyum olarak bilinen kalın bir kumaş ihraç ediyordu. Tarsus bölgesine özgü, keçi kılından yapılan bu kumaş (battaniye, kilim, elbisede kullanılırdı) Ortaçağ boyunca (MS 476 -1500) Cilice olarak anılır ve popüler bir kefaret ödeme biçimi şeklinde kabul edilirdi. Günahkâr kişilerin, kıldan üretildiği için kaşıntı yapan bu kaba malzemeden giysinin verdiğ rahatsızlığı çekmek üzere, Cilice gömleğini açıktan veya kıyafetlerinin altında giymeleri gerekiyordu. Cilicium mazleme esas olarak elbise değil, çadır malzemesi olarak üretilirdi.

ESKİ TARSUS, ŞİMDİKİ ŞEHRİN ALTINDA GÖMÜLÜ OLDUĞUndan, VATANDAŞIN HAYATI VE TİCARİ FAALİYETlerİNİ KESİNTİYE UĞRATMAKSIZIN KAZI YAPMAK artık MÜMKÜN DEĞİL.

Bizans İmparatorluğu, MS 7.yüzyılda, savaşçı askerleri toprak ele geçiren ve bölge insanını çeşitli yollarla, çoğunlukla kılıç zoruyla, İslam dinine geçiren, yeni İslam güçlerine karşı bölgeyi savunmaya başladı. İslam güçleri MS 7.yüzyılda Kilikya’yı fethettiler, askeri üsler kurup kiliseleri Camii’lere çevirdiler. Askeri Üs olarak Tarsus şehrinden ve bölgede diğer yerleşim yerlerinden, Bizans İmparatorluğunun elinde bulunan alanlara akınlar düzenlemek üzere faydalandılar.

Bu durum, Bizanslıların, İmparator II. Nikephoros Phokos (MS 963-969) iktidarı döneminde, misilleme yapabilecek kadar güçlendikleri zamana kadar devam etti (MS 10.yüzyıl). İmparator Nikephoros, İslam güçlerini Kilikya’dan çıkardı ve MS 965’te bölge üzerinden Bizans kontrolünü yenidem tesis ettirdi. Bizans güçleri, MS 1453’te imparatorluk düşene ve ardından da Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası haline gelene kadar Tarsus ve çevre bölgelerini kontrol etmeye devam ettiler.

Sonuç

Kısmen ortaya çıkarılan Roma yolu ve kapsamlı bir şekilde edilmiş (Kleopatra kapısı olarak bilinen) Liman Kapısı kalıntısı dışında modern Türkiye kenti Tarsus’ta, eski Tarsus şehrine dair hiçbir şey kalmamıştır. Zamanla oluşan alüvyonlar ve bölgedeki kimi diğer tabiat faktörleri, Cydnus/Kydnus nehrini, hala da kazançlı bir ticaret merkezi olan Tarsus’tan uzaklaştırmak üzere adeta bir araya gelmişlerdir. İki turistik mekân; Azis Paul Kilisesi ve Aziz Paul Kuyusu, aslında Aziz Pavlus/Paul ile hiçbir ilgileri yoktur; bu mekânlar Aziz Pavlus’un misyonerlik çalışmalarından yüzyıllar sonra inşa edilmişlerdir. Eski Tarsus şehri, günümüz Tarsus şehri altında gömülü olduğundan dolayı, şehir hayatını ve ticari faaliyetlerini kesintiye uğratmaksızın kazı çalışmaları yapmak artık mümkün değildir.

Tarsus şehri içinde ve çevre bölgelerinde belirli alanlarda antik Tarsus zenginliğini düşündüren cezbedici bazı eserler çıkarılmıştır. İstanbul Boğaziçi Üniversitesi tarafından günümüzde, 2007’den beri devam eden Gözlükule kazıları, yukarıda anıldığı gibi, çok sayıda pişmiş toprak figürün yanısıra, bu antik objeleri üreten atölyelerin olduğuna dair kanıtlar gün yüzüne çıkarılmıştır. Tarsus, hala da çok güzel bir şehir olma kişiliğini korumaya devam ediyor; Roma İmparatorluğu döneminde Kilikya’nın mücevher bir şehir olma özelliğinden uzak olsa da, şehrin çekici mimarisi, bilhassa Camii’leri ve insanların konukseverliği, ziyaretçilerine hala da sunacağı çok şeyi vardır.

Çevirmen Hakkında

Nizamettin Karaben
Tarih; Dinler Tarihi/Teopolitik; Siyasi Tarih; Sosyal Antropoloji; Mitoloji; Dilbilimi; Ekonomi Politik; Edebiyat konuları ilgi alanlarım.

Yazar Hakkında

Joshua J. Mark
Yazar Biyografisi Joshua J. Mark, Dünya Tarihi Ansiklopedisi'nin kurucu ortağı ve İçerik Direktörü'dür. Daha önce Marist College (NY) üniversitesinde tarih, felsefe, edebiyat ve yazı dersleri vermiştir. Yunanistan ve Almanya'da yaşamış ve geniş çapta seyahat etmiştir.

Bu Çalışmayı Alıntıla

APA Style

Mark, J. J. (2019, Temmuz 18). Tarsus [Tarsus]. (N. Karaben, Çevirmen). World History Encyclopedia. alınmıştır https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-10869/tarsus/

Chicago Formatı

Mark, Joshua J.. "Tarsus." tarafından çevrildi Nizamettin Karaben. World History Encyclopedia. Son güncelleme Temmuz 18, 2019. https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-10869/tarsus/.

MLA Formatı

Mark, Joshua J.. "Tarsus." tarafından çevrildi Nizamettin Karaben. World History Encyclopedia. World History Encyclopedia, 18 Tem 2019. İnternet. 23 Kas 2024.