
Side, Kilikya’nın (günümüzde Türkiye) güney kıyısında, ilk olarak MÖ 7. yüzyılda, Lidya Krallığının kuzey Aiol kentlerinden biri olan Kyme’den gelen göçmenler tarafından yerleşim görmüş bir şehirdi. Adı Yunancada ‘nar’ anlamına gelir. İlk yerleşimciler Luviler ile Hattilerin bir karışımı olabilir ve konuşulan dil (günümüzde Sidece olarak bilinir) hala çözülememiştir. Side, Büyük İskender’in (MÖ 356-323) Kilikya fethinden sonra helenleştirilmiş ve yaklaşık olarak MÖ 103’te bölgeye dahil olduktan sonra Roma tarafından önemli ölçüde geliştirilmiştir.
MÖ 2. Yüzyıl başları ve yaklaşık olarak MÖ 66 yılları arasında şehir Akdeniz’in en meşhur köle limanıydı ve Pompey (yaklaşık olarak MÖ 106-46) tarafından fethedilene kadar neredeyse Kilikyalı korsanların kontrolü altındaydı. Korsanların mağlubiyeti ve yer değiştirmelerinden sonra dahi Side, Yunanistan ve Roma’ya satılan köleler için bir kanal olmaya devam etti ve neredeyse tamamen köle ticaretine dayanan bir zenginliği oldu.
MS 4. Yüzyılda; dağ gruplarının akınları, Hristiyanlığın da yükselişiyle birlikte şehrin düşüşünde etkili oldu ve bu pagan mabetlerinin, tapınakların ve hamamlarının çöküşüne sebep oldu. Şehir, MS 7. yüzyılda Kilikya’nın Müslümanlar tarafından fethi sırasında Arap donanması tarafından yağmandı ve ateşe verildi ve sonunda MS 10. yüzyılda vatandaşlarının yakındaki Attalia (günümüzde Antalya) şehrine taşınmasıyla terk edildi. Ardından, Side bir nevi hayalet şehre dönüştü ve gelişimin durması, günümüzde turistler arasında popüler antik kentin bir parçası olan tiyatro, hamam, tapınak ve anıtsal çeşme gibi Roma yapılarının korunmasına sebep oldu.
Erken Tarihi
Kilikya, MÖ 2500 civarlarında Luviler ve Hattiler olarak bilinen halklar tarafından yerleşim görmüştür ancak bölgede insan yerleşimi Neolitik Dönem’e kadar uzanır. Bölge, yaklaşık olarak MÖ 2334-2083 tarihleri arasında bölgeye hakim olan Akadlar başta olmak üzere birçok farklı imparatorluk tarafından fethedildi. Bölgenin bundan sonraki fethi Hitit İmparatorluğu’nun yaklaşık olarak MÖ 1700-1200 tarihleri arasında bölgeye hakim olmasıyla gerçekleşti.
Side, o zamanlarda Dağlık Kilikya olarak bilinen bölgenin yabani bölgesinde büyük bir olasılıkla yerleşim olmayan bir burundu. Tarihte ilk bahsedilişinden bu yana, verimli ovaları ifade eden “Ovalık Kilikya” ile dağlar ve kayalık sahili ifade eden “Dağlık Kilikya” arasında bir ayrım söz konusudur. Gelecekteki Side şehrinin yeri, kıyı şeridi boyunca ilerlerken Akdeniz dünyasını talan eden ve farklı milletlerden oluşan bir koalisyon olan ‘Deniz Kavimleri’ tarafından yaklaşık olarak MÖ 1276-1178 yıllarında ziyaret edilmiş olabilir.
Deniz Kavimleri Hitit İmparatorluğu’nun istikrarsızlığında etkili olmuş ve imparatorluğun yıkılmasından sonra Asur İmparatorluğu MÖ 700 civarlarında Kilikya’yı ele geçirene kadar bölgenin kontrolü Hattilerin eline geçmiştir. Bundan kısa bir süre öncesinde, Kyme şehrinin bir kısmı Side şehrini kuracakları yeri bulmak için güneye göçmüştür.
Oraya vardıklarında, bölgede halihazırda yaşayan ve şu anda Pamfilyalılar olarak bilinen halkla karşılaştılar, ancak kendilerine ne isim verdikleri bilinmiyor. Pamfilya bölgesi farklı milletlerden oluşuyordu; bunların bir kısmı yerli (muhtemelen Luviler), bir kısmı Hitit, bir kısmı Yunandı ve şüphesiz başkaları da vardı. Başlangıçta, Yunanca ve Luvi dilinin melezi olabilecek bir dil veya başka bir dil konuşuyorlardı ancak MÖ 7. yüzyıla gelindiğinde Kyme'li yerleşimcilerin anlayamadığı kendi dillerini konuşuyorlardı. Romalı tarihçi Arrian (yaklaşık olarak MÖ 86-160) İskender’in Seferi’nde şu açıklamayı yapar:
Bu insanlar (Side halkı) kendilerinden şöyle bahsediyorlar; atalarının Kyme'den başlayarak o bölgeye geldiklerini ve bir yerleşim yeri kurmak için karaya çıktıklarını söylüyorlar. Yunan dilini unuttular ve hemen yabancı bir konuşma biçimi benimsediler, aslında bu komşu barbarların dili değil, kendilerine özgü, daha önce hiç var olmayan bir konuşma biçimiydi. O zamandan beri Sideliler komşu milletlerden farklı bir dil konuşuyorlardı. (Bölüm XXVI)
MÖ 5.-3. yüzyıllardan kalma birkaç madeni parada ve MÖ 3.-2. yüzyıllardan kalma Yunanca ve Sidece iki yazıtta bulunduğundan, dil günümüzde çok zayıf bir şekilde tasdik edilmiştir. İki dilli yazıtların dahi Sidece yazının tanımlanmasına veya tercümesine yararı olmadı. Side ismi Sidece lakin ne anlama geldiğini kimse bilmiyor; Yunanca ‘nar’ anlamına geliyor ancak bu Sidece ne anlama geldiğine dair bir şey ifade etmiyor.
Büyük İskender ve Helenleşme
Sidece nereden gelirse gelsin, MÖ 333’te Büyük İskender ordularını Ermeni Platosu’nun Kilikya kapılarından geçirip kendisine kapılarını açacak olan Side’ye (520km) ilerlemeden önce Tarsus şehrini ele geçirdiği vakitte Side’nin dili Sideceydi (ve görünüşe göre sadece bu şehrin diliydi). İskender burada bir garnizon ve bir yönetici bırakarak İran seferine devam etti.
Makedon-Yunan garnizonu büyük olasılıkla Side halkı üzerinde etkili oldu lakin Helenleşme MÖ 323’te İskender’in ölümü sonrasında Side’nin, Ptolemaios Hanedanlığı’nı kuran I. Ptolemaios’un (MÖ 305-282 arası hükümdar) himayesi altına girmesiyle yaygınlaştı. Madeni paralar ve aşağıda bahsi geçen iki dilli yazıtlardan birinin de kanıtladığı üzere bu dönem boyunca Side’nin dili Yunanca olmuştur.
Kilikya tümüyle I. Ptolemaios ve Seleukos İmparatorluğu’nu (MÖ 312-63) kuran I. Seleukos (MÖ 305-281 arası hükümdar) arasında ikiye bölünmüştür. Side, MÖ 2. yüzyılda Seleukoslar'ın eline geçene kadar Ptolemaioslar'ın elindeydi ancak MÖ 190'dan itibaren güçleri azalmaya başladı. MÖ 152 civarında Seleukos İmparatorluğu, soyluların krallık için çekişmesi nedeniyle bir iç savaşa sürüklendi. MÖ 140 yılında Seleukos kralı Diodotus Tryphon (MÖ 140-138 arası hükümdar) tahtı ele geçirdi ve Side kıyılarından sadece 64 km uzaklıkta bulunan Coracesium'u saldırılar düzenlemek için bir harekât üssü olarak kullandı. Strabon'a göre, Diodotus Tryphon kendi kanunsuzluk örneğiyle bölgede korsanlığı teşvik etti (Coğrafya, XIV.5.2). Side bu dönemde korsanlar için bir sığınak haline geldi ve zamanla şehri kontrol altına alacaklardı.
Kilikya Korsanları ve Roma
Side, Diodotus Tryphon'un sözde teşvik etmesinden çok önce zaten kurulmuş olan Akdeniz köle ticaretinin merkezi haline gelmişti. Hem Seleukos hem de Ptolemaios imparatorlukları köle kullanıyordu ve onlara köle sağlamaları sebebiyle korsanların Kilikya'daki faaliyetlerine göz yummuşlardı. Korsanlar köle ele geçirmek için kıyı kasabalarına ve limanlara baskınlar düzenler ya da insanları kandırarak köleleştirirlerdi. Yazar Pausanias (MS 110-180) zamanında korsanlar tarafından kullanılan meşhur bir hile, tüccar gibi davranarak bir limana yanaşmaktı. Korsanlar mallarını tanıtır, vatandaşları gemilerine daha da yakınlaştırırdı ve sonrasında onları hızlıca gemiye bindirip kaçırarak yelken açarlardı.
Roma, Kilikya'yı MÖ 190'da Seleukoslardan almıştı ancak Apamea Antlaşması'na (MÖ 188) göre Seleukos yöneticilerinin Roma himayesinde altında bir kral olarak konumlarını korumalarına izin verilmişti. Romalılar da korsanlık sorununun farkındaydı ancak Seleukoslar ve Ptolemaioslar'la aynı sebeplerden dolayı bunu görmezden geldiler. O dönemde Roma nüfusunun en az %25'inin köleleştirildiği tahmin ediliyor. Romalılar bundan faydalandıkları ve köleler başka bir yerden geldiği sürece bu ticarete müdahale etmeyeceklerdi.
MÖ 140'ta Roma, Kilikya'daki korsanlık sorununu araştırması ve olası çözümler önermesi için Scipio Aemilianus'u gönderdi. Scipio, yerel yöneticilerin birbirleriyle çok meşgul olmaları sebebiyle durumu ele alamadıkları için acil eylem gerektiğini bildiren bir raporla geri döndü. Roma buna dahil olmak için çok meşguldu ve sorunu Seleukos krallarının üzerine yıktı. Ancak MÖ 103’te korsanlar Roma ticaretinin aksamasına sebep oluyordu bu yüzden Marcus Antoninus (MÖ 143-87, Mark Antony’nin dedesi) korsanlığı ortadan kaldırmak amacıyla bölgeye yürüdü ve Ovalık Kilikya’yı ele geçirdi. Bu bölgede kesin bir Roma varlığı kurdu ancak çoğunlukla Dağlık Kilikya'dan faaliyet gösteren korsanları engellemek için hiçbir şey yapmadı.
MÖ 78-74 yılları arasında, Konsül Publius Servilius Vatia (MÖ 79'da görev yaptı) aynı amaçla Dağlık Kilikya'daki İsauryalılara saldırdı ve aynı sonuçları elde etti: İsauryalıları fethetti ancak bu korsanlığı durdurmadı veyahut yavaşlatmadı. Aslında seferlerinin sonuna doğru, genç Julius Caesar MÖ 75'te Kilikyalı korsanlar tarafından kaçırılıp fidye için tutulacaktı. Kısa bir süre sonrasında, Büyük Pompey, Pontus kralı VI. Mithridates'le (MÖ 120-63 arası hükümdar) savaşmak için bölgedeydi ve VI. Mithridates'in, korsanları Roma'ya saldırmak ve savaş yükünü azaltmak için kullandığını gördü.
Daha önceki Roma girişimlerinin aksine, Pompey denizdeki korsanlarla mücadele etti. Akdeniz'i 13 bölgeye ayırdı ve her birine bir Roma filosu ve komutanı atadı. Bir bölgedeki korsanların icabına bakıldığında, Roma filosu bir sonraki bölgedeki diğer filoyla birleşecek ve böylece korsanların oyun alanı daraltılarak tek bir çatışmada yok edilecekti. Pompey sonunda MÖ 67'de Korakesion Muharebesi'nde onları yendi ve sağ kalanları ovalara yerleştirdi. Bu, sorunu o an için çözmüş ve kesinlikle VI. Mithridates’in savaş yükünü ağırlaştırmış olsa da, Akdeniz'deki korsanlığı sona erdirmedi ve Side gelecek yıllarda da hem bir köle pazarı hem de bir korsan cenneti olarak varlığını sürdürecekti.
Roma Döneminde Side
Pompey, Kilikya'yı altı bölgeye ayırdı; Ovalık Kilikya'nın adı Cilicia Campestris, Dağlık Kilikya'nın adı ise Cilicia Aspera oldu. Side, Kilikya Aspera bölgesine dahil edildi. MÖ 31'deki Aktium Savaşın’dan sonra Roma, Augustus Caesar (MÖ 27 - MS 14 arası hükümdar) döneminde bir imparatorluk oldu ve Augustus, MÖ 27'de Suriye-Kilikya Fenike'nin yeni eyaleti olan Kilikya'da daha fazla değişikliklere imza attı. MÖ 25'te, kralı Amyntas (MÖ 36-25) suikaste uğradıktan ve bölgede Roma’nın hak iddiasından sonra Side'yi yeni Galatya eyaletine ekledi.
Galatyanın bir parçası olan Side, esas olarak köle ticareti sayesinde refaha kavuştu. Birçok eyaleti bulunan Roma İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti'nden daha da fazla köleye ihtiyaç duyuyordu. Resmi köle gemileri artık korsan gemilerinin yerini büyük ölçüde almıştı (yine de korsanlık hala devam ediyordu) ve Side limanı Akdeniz'deki köle ticaretinin idari merkezi haline geldi.
Bugün modern Side'de görülen tüm Roma kalıntıları MÖ 1. yüzyıl ve MS 3. yüzyıl arası döneme aittir. Günümüzde Side'nin en bilinen simgesi olan ünlü Apollon Tapınağı MS 2. yüzyıla, yakınındaki daha az bilinen Athena Tapınağı ise biraz daha öncesine tarihlenir. 15.000'den fazla kişi kapsaiteli tiyatro, Roma hamamları, anıtsal çeşme, sütunlu caddeler, agora, kütüphane ve anıtsal kapı gibi diğer yapılar, şehri ve tüccarlarını da inanılmaz derecede zenginleştiren Roma köle ticaretiyle finanse edilmiştir.
Gemilerin sahibi olan ve mürettebata ödeme yapan bu tüccarlar, tedarik gelmeye devam ettiği sürece kölelerin pazara nasıl getirildiklerini önemsemiyorlardı. Sadece "başka yerlerden" köle olarak insanları alması gereken resmi köle gemileri de, limanlara yanaşıp tüccar gibi davranan Kilikyalı korsanların kullandığı taktiklere sıklıkla başvuruyordu. Korsanlık Akdeniz'de gelişmeye devam etti, aslında köle ticareti bunu körüklüyordu lakin bu sefer Roma bundan büyük ölçüde faydalandığı için, durdurulması için hiçbir şey yapılmadı.
Çöküş
Side'nin sokakları, kamu binaları ve tapınakları bölgedekilerin en etkileyicileri arasındaydı ki Side halkı, kazandıkları galibiyetlerin her zaman devam edeceği konusunda kendilerinden emin hissetmiş olmalılar. Ne yazık ki, zenginlikleri MS 4. yüzyılda şehre akınlar düzenlemeye başlayan dağlardaki İsaurialıların ve Kilikya Aspera'nın daha zorlu bölgelerindeki diğer kabilelerin de dikkatinden kaçmadı. Akıncılar bölgeyi iyi bildikleri için bir anda saldırabilir, ele geçirdikleri herhangi bir ganimetle -veya köle olarak satılacak vatandaşlarla- ortadan kaybolabilirlerdi.
Aynı zamanda, yeni din Hristiyanlık Büyük Konstantin tarafından meşrulaştırılmıştı. Hıristiyanlar Apollon Tapınağı ve Athena Tapınağı gibi daha sonra çürümeye bırakılacak olan pagan yapılara karşı çıkıyorlardı. Kişisel hijyen pagan Roma ile ilişkilendirildiğinden, Hristiyanlar yıkanmaya karşıydı ve bu nedenle Roma hamamları da harap hale düştü, anıtsal çeşme ve hatta kütüphane bile Hristiyanlar, Hristiyanlık öncesi eserlerle ilgilenmediği için aynı durumdaydı. Şehir bu zamanın bir kısmında Hristiyanlar tarafından dini bir merkez olarak değerlendirilmesine rağmen Bizans döneminde (yaklaşık olarak MS 476-700) küçülmeye ve bozulmaya devam etti.
MS 7. yüzyılda Araplar, Müslümanların Kilikya'yı fethinin bir parçası olarak, Side'yi de yağmalayıp yaktılar ve büyük ihtimalle çok sayıda vatandaşı köle olarak aldılar. Bizanslılar Kilikya'yı MS 965'te geri aldılar ancak Side'nin yeniden canlanması için çok geçti. Dağ kabilelerinin akınları devam etti ve yakalanmayan veya öldürülmeyen vatandaşlar, MS 10. yüzyılın sonlarında Attalia’ya gidene kadar büyük bir kısmı terk edilmiş şehirde yaşadılar. MS 12. yüzyılda Side tamamen terk edildi ve eğer herhangi bir yerleşim olduysa da, sadece gecekondu sakinleri veya ara sıra seyahat edenler tarafından iskan edildi.
Sonuç
Bizans İmparatorluğu'nun 1453'te yıkılmasından sonra Osmanlı İmparatorluğu Kilikya'yı ele geçirdi ancak Side'de hiçbir şey yapmadı. Şehir ve çevresi, 19. yüzyılın sonlarına kadar terk edilmiş olarak kaldı ve Girit'ten gelen bazı Türk mülteciler 1895 civarında yakınlarda Selimiye köyünü kurdular. Side 20. yüzyılın başlarında canlanmaya başladı ve insanlar dikkat çekici şekilde korunmuş Roma kalıntılarını görmeye geldikçe turizm ticaretiyle yeni hayatına kavuştu.
Günümüzde Side, Akdeniz kıyısında bir tatil beldesidir ve esnaflar işlerini modern pazaryerinde eski Sidelilerin yürüteceği gibi yürütürler; dükkanlar kolayca geçilmeyecek açık tezgahlardır ve potansiyel müşterileri ön tarafta satıcılar karşılar. Turistler Doğu Plajı'nın ve birçok güzel lokantanın, yakındaki Manavgat Şelalesi'nde piknik yapmanın veya Düdencik Mağaraları'nda mağaracılığın tadını çıkarırlar; ancak bugün ziyaretçiler hala esas olarak antik kentin kalıntıları için gelirler.
Antik kentteki görkemli yapılar ve anıtsal kapının yanı sıra, Manavgat Şelalesi yakınındaki ormanda bulunan Lyrbe antik kentinin kalıntılarını da ziyaret edebilir veya biraz daha fazla efor sarf etmek istenirse, Homeros'un İlyada'sıyla ününe kavuşan Truva Savaşı'ndan kaçan mülteciler tarafından kurulduğu iddia edilen Selge antik kentinin kalıntılarına da yürünebilir. Ancak Side antik kentindeki kalıntılar en büyük ilgi merkezidir. Antik Roma hamamı bugün Side Arkeoloji Müzesi'dir ve burada antik kentten birçok büyüleyici eser benzersiz bir ortamda sergilenir ancak büyük tiyatro her zaman favoridir yapıdır. Side, Roma dönemindeki en parlak zamanında olduğu gibi bugün de, çoğunlukla atıl kalması nedeniyle neredeyse tamamen korunan kalıntılar sayesinde gelişmektedir.