İnka İmparatorluğu, MS. 1400 ve 1533 seneleri arasında antik Peru’da hüküm sürmüş ve kuzeyde Kito’dan güneyde Santiago’ya Güney Amerika’nın batı kısımları boyunca genişleyerek o zamanların Amerika ve hatta dünyanın en büyük imparatorluğu haline gelmiştir.
And Dağlarının zor çevre şartlarına karşı dayanıklı olan İnkalar, birçok ulusu fethetmiş ve ova, dağ. çöl ve tropikal orman gibi farklı bölgelere yerleşmişlerdir. Kendilerine özgü mimarisiyle ünlü olan İnkalar, fethettikleri yerlere bu muazzam mimarilerini de beraberinde götürüyorlar ve tarım terası, şose ve dağ evleri, Machu Picchu gibi ünlü antik kentleri ziyaret edenleri hayran bırakmaya devam ediyor.
Tarihsel Bakış
Diğer eski Amerika toplumlarında olduğu gibi, İnkaların tarihi kökenlerini kendi yarattıkları efsanelerden ayırt etmek zor. Efsaneye göre, önce yaratıcı tanrı Viracocha, Pasifik Okyanusunun sularından yükselmiş ve Titicaca gölüne vardığında güneşin ve tüm medeniyetlerin yaratıcısı olmuş. İlk insanlar tanrı tarafından gömülmüş ve daha sonra bu insanlar pınarlardan ve kayalıklardan çıkıp dünyaya geri dönmüşler. Güneş tanrısı İnti, İnkaları Tiwanaku’da yaratmış, bu yüzden İnkalar kendilerini ‘seçilmiş azınlık’ olarak, "Güneşin çocukları" olarak görürlerdi ve İnkaların hükümdarı İnti’nin yeryüzündeki gölgesi ve vücut bulmuş haliydi. Yaradılış efsanesinin başka bir versiyonuna göre ise, ilk İnkalar Cuzco'nun güneyindeki Pacariqtambo'da (Şafak Hanı) yer alan, 'Tampu T'oqo' veya 'Pencere Evi' olarak bilinen bir mağaradan gelmektedir. İlk insanlar Manco Capac (veya Manqo Qhapaq) ve onun kız kardeşi (aynı zamanda karısı) Mama Oqllu (veya Ocllo) idi. Daha sonra, üç abi-kardeş daha dünyaya geldi ve bu grup, kendi medeniyetlerini kurmak için yola çıktılar. Chanca halkını taş savaşçıların (pururaucas) yardımıyla yenen ilk İnkalar, sonunda Cuzco Vadisi'ne yerleşti ve Manco Capac, yere altın bir çubuk atarak İnka'nın başkenti olacak Cuzco'yu kurdu.
Daha kesin arkeolojik çalışmalar, Cuzco Vadisi’ndeki ilk yerleşimlerin aslında avcı-toplayıcı toplulukların bölgeyi işgal ettiği MÖ. 4500 yılına dayandığını gösteriyor. Fakat Cuzco, ancak Orta Çağ’ın (MS. 1000-1400) başlarında önemli bir merkez haline gelebilmiş. Bölgesel birleşme süreci MS. 14. yüzyıl sonlarına doğru başladı ve 15. yüzyılın başlarından itibaren ilk büyük İnka lideri Pachacuti İnca Yupanqui’nin gelişi ve 1438’de Chanca’ların yenilmesiyle birlikte İnkalar sömürge ve üretim kaynağı arayışıyla önce güneye, sonra her yöne doğru genişlemeye başladı. Lupaka, Colla, Chimar ve Wanka gibi medeniyetleri fethederek en sonunda And Dağları’na kadar uzanan bir imparatorluk kurdular. Kurulduktan sonra, millet çapında Cuzco’nun gücünü sağlamlaştıran vergi ve yönetim sistemi başlatıldı.
İnka İmparatorluğu’nun yükselişi bir hayli hızlıydı. İlk başta İnka dili Keçuva’yı konuşanlara ayrıcalık tanındı ve daha sonra bu ‘asil sınıf’ imparatorluk içindeki tüm önemli rollere sahip oldu. Pachacuti’nin halefi Thupu İnca Yupaqui (veya Topa İnca) imparatorluğu 4000 km’ye kadar genişletmiş olmasıyla bilinir. İnkalar imparatorluklarına “dört çeyreğin ülkesi” anlamına gelen ‘Tawantinsuyo’ (veya Tahuantinsuyu) adını verirlerdi. Cuzco dünyanın merkezi olarak görülürdü ve Chinchasuyu (kuzey), Antisuyu (doğu), Collasuyu (batı) olmak üzere dört eyaletten oluşuyordu. Ekvator, Peru, Kuzey Şili, Bolivia, Arjantin ve Güney Kolombiya’ya kadar genişleyen ve kuzeyden güneye 5000 km’ye kadar yayılan 40,000 İnka, 30’dan fazla dil konuşan 10 milyon insanın bulunduğu bir bölgenin hakimiydi.
İmparatorluğun Yönetimi & Devlet
İnkalar hükümdarlarının (Sapa Inca) listesini tutarlardı, bu sayede Pachacuti Yupanqui, Thupa Inca Yupanqui ve Wayna Qhapaq gibi isimlere aşinayız. Muhtemelen imparatorluğu iki kral aynı anda yönetiyordu ve kraliçelerin de birtakım önemli yetkileri vardı; ne var ki İspanyol belgelerinde bu iki nokta çok da açık ve net değil. ‘Sapa İnca’ mutlak hükümdardı ve refah içinde yaşardı. Kuş sütü ile beslenen hükümdar, altın kaplardan su içer, gümüş ayakkabılar giyer ve en iyi kumaşlarla döşenmiş saraylarda yaşardı. İnkalar öldükten sonra bile hükümdarlarıyla ilgilenir, onları mumyalarlardı. Cuzco’daki Coricancha tapınağında saklanab mumyalar (mollquis) düzenli olarak en güzel kıyafetleri giydirilerek, gösterişli törenlerle dışarı çıkarılır, yiyecek ve içecek sunulur ve önemli meseleler hakkında ’görüşleri alınırdı'.
İnkaların nizamı, tıpkı mimarileri gibi, bölümlere ayrılmış ve birbirine bağlı birimlere dayanıyordu. En tepede yöneticiler ve panaqa denilen on soylu grup vardı. Ardından kral ile uzak akraba olan 10 soylu grup ve sonrasında da İnka kanından olmayan fakat İnkaları ayrıcalıklı yapan soylu bir grup geliyordu. Devlet hiyerarşisinin en altında ise küçük yerleşim alanlarını ve beraber yaşayan ve gerektiği zaman birbirlerine destek sağlayan aileler, haneler topluluğu allyuları yönetmek üzere atanan yöneticiler olurdu. Her allyu, az sayıda soylu insanlar veya kadınları da kapsayan ‘kurakas’ tarafından yönetilirdi.
Yerel yöneticiler, 80’den fazla bölgesel yöneticilere, bölgesel yöneticiler de imparatorluğun her bir çeyreğinden sorumlu olan bir valiye ve bu dört vali de Cuzco’daki yüce İnka hükümdarına bağlıydı. Güvenilirliği teminat altına almak için yerel yöneticilerin varisleri de İnka’nın başkentinde koruma altına alınırdı. İmparatorluğun en önemli siyasi, dini ve askeri rolleri, statülerini belirtmek için küpe taktıklarından İspanyollar tarafından “orejones” veya "koca kulak” olarak adlandırılan elit tabakaya aitti. Bu elit tabakanın tebaası üzerindeki kontrolünü daha da iyi sağlamaları için imparatorluğun sınırlarında gornizonlar bulunurdu ve başta Tambo Colorado, Huánuco Pampa ve Hatun Xauxa olmak üzere pek çok yerde nöbetçi kulübeleri inşa edilmişti.
Vergi amaçlı nüfus sayımları yapılır ve insanları onun katları olacak şekilde gruplara ayrılırdı. (İnkaların matematiği bugün kullandığımızla neredeyse aynıydı.) İnka dünyasında para birimi olmadığından, vergiler genellikle gıda maddeleri, değerli metaller, dokuma kumaşlar, egzotik tüyler, boyalar, spandylus kabuklar ile ayni olarak ödenirdi fakat bunlar aynı zamanda en fazla ihtiyaç duyulan yerlerde kullanılmak üzere yerleri değiştirilebilecek işçiler için de ödenirdi, buna mit’a hizmeti denir. Tarım arazileri, din ve tanrılar, İnka hükümdarları ve çiftçilerin kendi kullanımları için kullanılmak üzere üç bölüme ayrılırdı. Ayrıca yerel toplulukların tüm imparatorluğa uzanan yol ağı gibi imparatorluk projelerinin yapılması ve bu projelerin sürdürülmesine yardımcı olmaları beklenirdi. Tüm bu istatistikleri takip etmek için İnkalar 10,000’e kadar ondalık sayıları kaydedebilen komplike bir ip ve ilmek bütünü quipu’yu kullanırdı.
İnkalar, fethettikleri yerlerdeki insanlara dinlerini ve uygulamalarını empoze etmelerine, haraç almalarına ve hatta yeni bölgeleri imparatorluğa ekleyebilmek için sadık toplulukları (mitmaqs) kendilerine taşımalarına rağmen, aynı zamanda doğal afet zamanlarında yiyeceklerin yeniden dağıtılması, daha iyi depolanması, devletin desteklediği projelerde çalışmak, devletin desteklediği dini bayramlar, yollar, askeri yardım, lüks eşyalar, özellikle elit tabakanın beğendiği sanat eserleri gibi bazı faydalar da sağladı.
Cuzco
Adını kurumuş göl yatağı anlamına gelen ‘qusqo’ kelimesinden veya muhtemelen şehirdeki özel mezar taşı cozco’dan alan İnka’nın başkenti Cuzco, imparatorluğun dini ve idari merkeziydi ve nüfusun 150.000’e kadar dayanıyordu. Altınla kaplanmış ve zümrütle süslenmiş Coricancha Tapınağın(veya Güneş Tapınağı) başta olmak üzere şehrin en büyük binaları Pachacuti’ye aitti. En görkemli olanları, İnti ve Mama Kilya adına inşa edilen tapınaklardı - ilki 700 adet 2 kg lık dövülmüş altınla, ikincisi gümüşle kaplıydı. Başkent, kuyruğunu Pumachupan şehrinin ve kafasını Sacsayhuaman (veya Saqsawaman) tapınak zincirlerinin oluşturduğu bir pumayı anlatıyordu. Cuzco’nun ihtişamı olan geniş plazalar, park alanları, türbeler, çeşmeler ve kanallar maalesef sadece mimarisine ve zenginliğine hayran kalan ilk Avrupalıların anlatılarında varlığını sürdürmektedir.
Din
İnkalar aynı bölgede kendilerinden önce varlığını sürdürmüş iki uygarlığa, Wari ve Tiwanakayu’ya büyük saygı duyarlardı. Aslında, Tiwanaku ve Titicaca Gölü bölgeleri İnka yaratılış efsanelerinde önemli yere sahiplerdi, özellikle bu yüzden saygı görürlerdi. İnka hükümdarları, Tiwanaku’ya, Güneş tanrısı İnti, yüce İnka tanrısı ve ay tanrıçası Mama Kilya için inşa edilen iki türbenin bulunduğu göl adalarına düzenli hac ziyareti yaparlardı. Ayrıca Cuzco’daki Coricancha tapınakları ve bu tanrılar, kraldan sonra en önemli ikinci kişi Güneş Baş Rahibi (Willaq Umu) tarafından yönetilen rahipler ve rahibelerin tapındığı metal sanat eserleriyle biliniyordu. Dolayısıyla İnkaların dini doğal dünyayı kontrol etmek ve İnkaların pachacuti dedikleri, doğa değişim döngüsüne sebep olan deprem, sel, kuraklık gibi afetlerden korunmak üzerine kuruluydu.
Ayrıca, dağ tepesi, mağara ve pınarlar gibi doğal güzelliklerin sağladığı avantajlardan yararlanılarak kutsal alanlar inşa edildi. Bu ‘huaca’lar yılın belli zamanlarında astronomik gözlemler yapmak için kullanılırdı. Dini törenler astronomik takvime, özellikle güneş, ay ve Samanyolu’nun (Mayu) hareketlerine göre gerçekleştirilirdi. Törenler ve kutlamalar, özellikle ekim ve hasat mevsimlerinde yapılırdı. Titicaca’daki Güneş Adası’nın yanı sıra, İnka’daki en jutsal bölge, insanları, bitkileri yaratan ve depremlerin sorumlusu olan tanrı adına kurulmuş bir tapınak şehri olan Pachacamac idi. Bir kahin olarak kabul edilen büyük ahşap bir tanrı heykeli, And Dağı’nın dört bir yanından hacıları Pachacamac’a ibadet etmeleri için bir araya toplardı. Şamanizm, İnka dinlerinin bir başka önemli parçasıydı ve her yerde etkindi. Cuzco’da roplamda 475 Şaman vardı, bunların en önemlisi hükümdarın kişisel danışmanı olan yaraca idi.
İnkaların dini ritüelleri, mumyalama ve tanrılara yiyecek, içecek ve değerli eşya sunma uygalamaları gibi atalara tapınmayı da kapsıyordu. Tanrıları rahatlatmak, onları memnun etmek ve kralın sağlığını korumak için hem hayvanlar hem de insanlar -çocuklar da dahil- kurban edilirdi. Su veya chicha birası gibi içkilerin toprağa dökülmesi de İnka dini törenlerinin önemli bir parçasıydı.
İnkalar, kendi tapınaklarını ve kutsal alanlarını inşa ederek fethettikleri milletlere kendi dinlerini empoze ederlerdi ve ayrıca bu insanların hatıralarına, kalıntılarına el koyup onları Cuzco’da tutarlardı. Coricancha’da saklananlar belki de İnka’nın dünya görüşüne uymayı sağlayan rehineler olarak görülürdü.
Mimari
Taş ustalarının ustası İnkalar, düzgün çokgen şeklinde ince işlenmiş blokları birbirine bağlayarak (öyle ki, sıvaya bile gerek yoktu) büyük binalar, duvarlar, surlar inşa ederlerdi. Binalar, kusursuz hatlara ve ikizkenar yamuk şekline verilen önem ve bu binalara katılan doğal özellikler sayesinde bölgeyi sık sık vuran depremlere karşı oldukça dayanıklılardı. İnka binalarının belirgin ve eğimli ikizkenar şekli ve ince duvarları, belli estetik değerlerinin yanı sıra, imparatorluğun tanınan bir sembolü olarak da kullanılırdı.
En yaygın İnka binalarından biri de, qollqa denilen ve her yerde var olan tek odalı depolardı. Taştan yapılan ve iyi hava alan bu depolar ya yuvarlak olup içinde mısır depolanır, ya da kare şeklinde olup patates ve diğer yumru kökler depolanırdı. Kallanka, toplantılar için kullanılan çok büyük salonlardı. Daha yalın binalar, yüksek duvarların çevrelediği büyük avluların etrafına inşa edilmiş ve çatısı sazdan yapılmış, küçük, tek odalı dikdörtgen bina (wasi ve masma) olan kancha’yı oluştururlardı. Kancha, İnka şehirlerinin önemli bir mimari özelliğiydi ve İnkalar bu tasarımı fethettikleri bölgelere taşırlardı. Tarım, özellikle mısır tarımı, için arazi alanlarını çoğaltmak için kullandıkları teraslama, gittikleri her yere götürdükleri başka bir İnka uygulamasıydı. Bu teraslar genellikle kanallara sahipti, çünkü İnkalar suyun drenajı, büyük mesafeler boyunca taşınması, yer altına kanalize edilmesi, su çıkış deliklerinin ve çeşmelerin yapılması gibi konularda uzmanlardı.
Ticaret malları imparatorluk içerisinde lamalar ve hamallar kullanılarak özel amaçlar için inşa edilmiş yollarda taşınırdı. İnka yol ağının uzunluğu 40.000 km’yi aşıyordu ve bu yol ağları askerlerin, idarecilerin ve ticaret mallarının kolay hareket etmesine izin vermelerinin yanında aynı zamanda İnka’nın imparatorluk üzerindeki otoritesinin önemli görsel bir sembolüydü. Yol boyunca dinlenme yerleri ve bir yerden başka bir yere tek günde 240 km’ye kadar mesaj ileten koşucular için bir aktarma sistemi olurdu.
Sanat
Chimu medeniyetinin sanatından ve ustalıklarından etkilenmiş olmalarına rağmen İnkalar imparatorluğun anında tanınabilen sembolü olarak kendi özgün tarzlarını yaratmışlardı. İnka sanatının en iyi örnekleri metal işçiliğinde (altın - güneşin teri ve gümüş - ayın gözyaşları olarak nitelendirilirdi), seramiklerde ve tekstilde görülürdü. İnkalar ise tekstili en prestijlisi olarak kabul ederlerdi. Tasarımlar genellikle geometrik desenler ve teknik beceriler (genelde belirli teknikler) kullanılarak yapılırdı. Özellikle dama tahtasına benzer tasarımlar öne çıkardı. Sürekli belirli bir tasarımın kullanılmasının sebeplerinden biri, çömlek ve tekstil ürünlerinin genellikle devlet için vergi olarak üretilmesiydi ve bu yüzden sanat eserleri belirli toplumları ve onların kültürel miraslarını temsil ediyordu. Tıpkı bugün madeni paraların ve pulların bir milletin tarihini yansıtması gibi, And medeniyetlerinin sanat eserleri de bu eserleri oluşturan belli toplulukları veya bu toplulukları yöneten İnka sınıfının dayattığı eserleri yansıtan motifler sunuyordu.
Diskler, mücevherler, figürler ve gündelik eşyalar gibi değerli eşyaların kullanıldığı eserler, İnka soyluları için özel olarak yapılırdı, hatta bazı tekstil ürünlerinin tek başına kullanımları da kısıtlanmıştı. Yumuşak vicuña yünü kullanılarak yapılan eşyalar da keza kısıtlandı ve hatta sadece İnka hükümdarları bir vicuña sürüsüne sahip olabilirdi. Seramiklerin kullanım alanı daha genişti. En yaygın kullanım şekli, mısır depolamak için kullanılan uzun boynu, iki küçük kulbu olan ve ‘urpu’ denilen kaplardı. İnkaların çömlek süslemelerinin, tekstil ürünlerinin ve mimari heykellerinin genellikle kendilerinin, ritüellerinin veya canavar ve yarı insan, yarı hayvan figürleri gibi yaygın And simgelerinin içermemesi de oldukça dikkat çekicidir.
İnkalar, Macha uygarlığının uzman zanaatkarları gibi usta metal işçilerinin yarattığı çetin rekabetlere rağmen, teknik yönden herhangi bir And uygarlığından daha iyi tekstil, seramik ürünleri ve metal heykeller yapmışlardı. İnkalar, fethedilen milletlere siyasi bir hakimiyet dayattığı gibi, bu milletlere sanatla standard İnka yöntemlerini ve tasarımlarını da empoze ettiler, fakat yerel halkın tercih ettikleri renkleri ve simetriyi kullanmalarına da izin verdiler. ChanChan veya Titicaca gibi bölgelerden gelen yetenekli sanatçılar ve özellikle dokuma konusunda yetenekli kadınlar, İnka hükümdarları için güzel şeyler üretebilmeleri için Cuzco’ya getirirlirlerdi.
İmparatorluğun Çöküşü
İnka İmparatorluğu, kuvvet ve kudret üzerine kurulmuş ve öyle korunmuştur. İktidardaki İnkalar, toplum (özellikle kuzey topraklarındakiler) tarafından beğenilmezlerdi; 16. yüzyılın ortalarında Francisco Pizarro tarafından yönetilen İspanyol istilacılar da bu ‘beğenmeme’ durumundan faydalandılar. Aslında İnka İmparatorluğu, en büyük zorluklarla karşı karşıya kaldığında kesin bir gelişmişliğe henüz ulaşamamıştı. Ayaklanmalar çok olurdu ve İnkalar, Quito’da ikinci bir İnka başkentinin kurulduğu Ekvador’da savaş halinde olurlardı. İşin daha da kötüsü, İnkalar Orta Amerika’dan, Avrupalı işgalcilerden bile daha hızlı yayılan çiçek hastalığı gibi salgınlardan etkilendi ve bu salgınlar, nüfusun %65-90’ını yok etti. Öylesine bir hastalık, MS 1528’de Wayna Qhapaq’ın ölümüne sebep oldu ve iki oğlu Waskar ve Atahualpa, Avrupalı hazine avcıları geldiğinde imparatorluğun kontrolü için yıkıcı bir savaşa girdiler. Amerika’da şimdiye kadar görülen en büyük ve en zengin muhteşem İnka İmparatorluğu’nun sonunu getiren müthiş bir isyan fırtınası, hastalık ve istilam faktörlerinin bir araya gelmesiydi.
İnka dili Quechua hala yaşıyor ve yaklaşık sekiz milyon insan tarafından konuşuluyor. Ayrıca hala fatihlerin, yağmacıları ve zamanın tahribatından kurtulmuş çok sayıda bina, eser ve yazılı belgeler var. Bu kalıntılar kaybolan engin zenginliklerden nispeten daha azdır, ancak bu kadar büyük ama kısa ömürlü bir uygarlığın zenginliği, yetenekleri, ve yüksek kültürel başarıları kesinlikle tartışılamaz.