Batı medeniyeti, antik Yunan ve Roma'ya ebediyen borçludur. Medeniyete sanat, edebiyat ve felsefe alanlarında yaptıkları katkılarla beraber, belki de gelecek nesillere yaptıkları en büyük katkı hükümet kavramının modern anlayışı olmuştur. Modern anlamıyla demokrasi Atina'nın politik kargaşalarından ortaya çıkmış, Roma Cumhuriyeti'nde meyvesini vermiş, ve Roma İmparatorluğu'nda imparatorun sürekli müdahalelerine rağmen süregelmeyi başarmıştır. Günümüzdeki demokrasi anlayışı dikkate değer ölçüde değişmiş olmakla beraber, ebedi şehir Roma'da gerçekleşen erken evrimi birey tarafından bilinmelidir.
Monarşiden temsiliyete
Roma Cumhuriyeti, bir tarihçinin değimiyle, "monarşinin küllerinden" ortaya çıkmıştı. Bir kralın kural tanımayan boyunduruğu altında yaşayan Roma halkı, böyle baskıcı, tek hükümdarlı bir yönetimden korunulması gerektiğini öğrenmişti. Cumhuriyetin gerçek otoritesi, bir diğer adıyla imperium'u, üç basit elementten oluşacaktı: miras yoluyla değil, seçimle gelen hakimler, tavsiye ile onay verecek bir Senato, ve halk meclisleri. Ancak cumhuriyetin ilk yıllarında durum böyle olmadı, güç daha çok elitlerin, toprak sahibi ailelerin ve aristokratların elindeydi. Popülasyondan geriye kalanlar plebler neredeyse hiçbir hakka sahip değildi. Bu orantısız güç dağıtımının ömrü uzun olmadı.
Konsüller
Despotizmi engellemek adına yeni hükümet bir kraldan ziyade iki konsül seçmeye karar verdi. Bu kişiler genel popülasyon tarafından değil, halk meclisi Comitia Centuriata tarafından seçilmekteydi. Her konsül art arda olmayacak şekilde birer yıl seçiliyordu, tekrardan ikinci veya üçüncü kez seçilme şansları vardı. Politik ve askeri görevlere sahip devlet başkanları olarak yüksek bir yürütme gücüne sahiplerdi, orduyu yönetiyorlardı, Senato'yu yönlendiriyorlardı ve yasa teklifi sunabiliyorlardı; ancak, bir koruma yöntemi olarak konsüller birbirlerinin kararlarını veto edebiliyorlardı - intercessio. Otoritelerinin bir sembolü olarak kenarlarında mor şeritler olan, yün bir toga giyiyorlardı, özel bir sandalyeye (sella curulis) oturuyorlardı ve onlara özel hizmet eden altı asistanları (lictors) vardı. Sembolleri fasces olarak bilinirdi, asalardan ve baltadan oluşan bir sembol. Bir yıllık hükmetmenin ardından, halk meclisinin karşısında aldıkları kararlar ve yaptıkları işlerle sorumlu tutulurlardı. Birçok konsül yetkilerini prokonsül olarak kullanmaya devam ederlerdi, prokonsüller Roma eyaletlerinin valileriydi. Başlangıçta konsül olmak sadece aristokratlara özgüyken, M.Ö. 367'de bu ünvan pleblere de açıldı ve M.Ö.342 yılında iki konsülden birinin pleb olma şartı getirildi. Konsüllük yapmış ünlü kişilikler arasında Jül Sezar, Marcus Linius Crassus, Büyük Pompey ve Mark Anthony bulunmaktaydı.
Senato
Sonradan belirecek parlamentolardan farklı olarak, Roma Senatosu oldukça az yasama yetkisine sahipti, çünkü gücün kendisi daha çok halk meclislerinde bulunmaktaydı. Başlangıçta sadece aristokrasiye açık olan Senato, "dolaylı" bir güç olarak anılabilecek bir yönetme yetkisine sahipti: auctoritas. Yasal herhangi bir gücü olmamasına rağmen bu kurum konsüllere ve ileride imparatorlara danışmanlık yaparak ön plana çıkmıştı. Bu muhafazakar kurumun üyeleri maaş almıyorlardı ve herhangi bir suç işlemedikleri sürece ömür boyu hizmet ediyorlardı. Senatörlerin banka kullanması veya yurtdışı ticaretiyle uğraşması yasaktı.
Varlığının büyük bir çoğunluğu boyunca Roma Senatosu, zenginlerin toplandığı bir salon görevi gördü. Liderlik kapasitesi özellikle imparatorluk döneminde azalmakla beraber, üye sayısı sürekli değişime uğradı. Krallar döneminde daha çok danışma meclisi, yani patres et conscripti olarak üye sayısı 100'e sabitlenmişti; ancak M.Ö 2.yy'da Tiberius ve Gaius Gracchi dönemlerinde üye sayısı 300'e çıkarıldı. Bir yüzyıl sonra toprak sahipliğine reform getirmek isteyen Sulla, bu sayıyı üçe katlayarak Senato'nun mevcudunu 900'e yükseltti. Julius Caesar bir yüz kişi daha ekleyerek sayıyı 1000'e çıkartsa da İmparator Augustus döneminde sayı 600'e indirildi.
Senato kaydadeğer bir yasama yetkisine sahiğ olmamasına rağmen, görüşleri Roma hükümetinin işlevselliği açısından önemliydi. Öncelikle senatörler sadece iç ve dış politika meselelerini görüşmüyor, aynı zamanda dış güçlerle olan ilişkileri de düzenliyorlardı. Roma'daki dini düzenlemelerle ilgileniyor ve en önemlisi, devletin bütçesini kontrol ediyorlardı. En başta, monarşi ortadan yeni kaldırılmışken, senatörler konsül tarafından seçiliyordu ancak M.Ö. 4.yy'da Lex Ovinia'nın geçmesiyle beraber bu yetki "censor" yani denetleyiciye geçti, ve bu denetleyici yeni üyelerin alımından sorumluydu. Senato oturumları hakimler tarafından ayarlanıyordu ve konuşulacak konular da onlar tarafından belirleniyordu. Halka açık bir denetim ve kınama gerçekleşmemesi için oturumlar gizli olarak yapılıyordu, bu da senatörlere düşüncelerini belirtmede konuşma özgürlüğü, yani senatus consultum sağlıyordu.
Bu güç, önde gelen senatörlerin hem hakimleri hem de genel olarak halkı etkilemelerini sağlıyordu. Güç kazanan senatörler arasında Yaşlı Cato, torunu Genç Cato, Marcus Junius Brutus ve son olarak Marcus Tullius Cicero vardı. İlk olarak Marcius Porcius (Yaşlı Cato veya Denetimci Cato olarak da geçer) yetenekli bir konuşmacı ve devlet adamıydı. Cumhuriyetinin düşüşe geçen ahlak anlayışı hakkındaki düşünceleriyle anılsa da, Kartaca Savaşları döneminde Senato'da verdiği ateşli konuşmayla da ünlüdür. Kartaca, ona göre, kesinlikle yok edilmeliydi. "Carthago delenda est." Roma onun bu tavsiyesini dinleyecek ve savaşın sonucunda yenilmiş şehri tamamen yok edecektir. Genç Cato da büyükbabasının izinden girmiştir. Pompey'in destekleyicisi ve Julius Caesar'ın sıkı bir muhalifi olarak, Caesar'ın karşısında eğilmektense intahar yolunu seçmişti. Sonrasında, damadı Brutus diğer Senatörler Decimus, Cimber ve Gaius Tebonius ile birlikte Julius Caesar'ın suikastinde yer aldı. Son olarak ünlü konuşmacı, avukat ve siyasetçi Cicero önde gelen senatörler arasındaydı, Caesar'ı eleştirmekten çekinmiyordu ve Cumhuriyet idealini savunuyordu. Caesar'ın cinayetinde yer almadıysa da suikastçilere destek verdi ve onlar için merhamet istedi. Cicero sonrasında Roma'dan kaçtı ancak Caesar'ın evlatlık oğlu ve varisi Octavian tarafından takip edildi ve öldürüldü.
Halk Meclisleri
Yasa geçirme yetkisi Senato'ya değil, seçili halk meclislerine verilmişlerdi. İlk başta Comitia Curiata vardı, krallar döneminden kalma bu yasama kurumu zamanla Comitia Ccenturiata'ya evrildi. Plebleri temsil eden Concilium Plebis bir diğer meclisti ve son olarak krallık döneminden kalma, daha az üyeli organize edilmiş, kabile yapısında meclisler vardı.
Tam manasıyla demokratik olarak görülmemelerine rağmen, imparatorluk kurulana kadar halkın gücü bu meclislerin elindeydi. Monarşinin ardından ilk kurum Comitia Curiata (üç büyük kabileyi temsil ediyordu) yasa geçirme yetkisini kaybetti ancak geçici olarak lex curita de imperio yetkisini kullanmaya devam etti- bu yetki hakim atamalarının onaylanmasıyla alakalıydı, aynı zamanda rahip atamaları yapıyor, evlatlık alım işlemleriyle ve vasiyetlerle ilgileniyordu. Ancak bu yetki de zamanla sadece bir seremoni niteliğine sahip oldu ve yerine oldukça hufazakar ve yine zenginlere öncelik veren Comitia Centuriata meclisi geçti. Bu yeni organ, 100'er kişilik "century" adı verilen bölüklerden oluşuyordu, bu bölüklerden 193 tane vardı. Her bölük toplu olarak oy veriyordu, bu yüzden daha zengin bölükler "daha fakir" olanların önüne geçiyordu. Forum'da toplanan diğer meclislerin aksine Centuriata "Campus Marcus" yani Mars Sahası'nda buluşuyorlardı. Çeşitli yöneticileri seçmekle yükümlülerdi, örneğin konsüller, sulh hakimleri ve denetleyiciler gibi, aynı zamanda yasa geçirmek, savaş veya barış ilan etmek ve politik sebeplerden dolayı dava edilmiş Romalıların ölüm cezalarını iptal etmek de görevleri arasındaydı.
Centuriata dışında varolan diğer organlar Concilium Plebis yani Plebler Meclisi ve Comita Tributa yani kabile meclisleriydi. Daha önceden belirtildiği üzere Pleb Meclisi'nin ortaya çıkışı Emir Çatışmaları'ndan ortaya çıkmıştı ve pleblerin temsilini sağlıyordu. Diğer meclisler gibi gruplarla oy veriyorlardı ve her grubun bir oy hakkı vardı. Plebleri ilgilendiren yasalardan ve plebisitlerden sorumluydular ancak zamanla yasaları bütün vatandaşları kapsayacak şekilde genişletildi. Tribünleri yani tribuni plebis atıyorlar ve idam cezalarının dışında kalan diğer mahkeme işlemleriyle ilgileniyorlardı. Her pleb yasal olarak pomerium diye geçen bir yemini etmek zorundaydı, bu tribünlerin kararlarına bağlı kalacaklarını bu yeminle taahhüt ediyorlardı.
Bunun dışında hem aristokratlardan hem de pleblerden oluşan kabile meclisleri vardı. Bu meclisler kişinin atalarına bağlı olarak 35 kabileye ayrılmıştı ve bir konsül, tribün veya hakim tarafından toplanabiliyorlardı. Kamu girişimleriyle ve seçilmiş gelir memurları, bayındırlık görevlileri ve askeri tribünlerle ilgileniyorlardı. Aynı zamanda hakimlerin sunduğu yasa tekliflerini oyluyor ve idam cezasını kapsamayan davalarda temyiz organı olarak görev alıyorlardı.
Cumhuriyet zamanında bu çeşitli meclisler Roma halkının sesiydi ve modern anlamıyla demokratik olmamakla beraber, Roma halkının belli bir kısmının yönetimde söz hakkı sahibi olmalarını sağlıyordu. Meclislerin ana rolü Roma Ordusu'nun sancak sembolü SPQR açılımında da görülebilirdi: Senatus Populusque Romanus yani Senato ve Roma Halkı.
Tribünler ve Hukukun Üstünlüğü
Başlangıçta, görülebileceği üzere, cumhuriyetin gerçek gücü aristokratların elindeydi; ancak bu durum uzun sürmeyecekti. Ordunun çoğunluğunu oluşturan plebler işlerin çoğuyla ilgileniyordu, isyan ettiler, greve çıktılar ve yönetimde eşit söz hakkı istediler. Bu durum Emirler Çatışması'na sebep oldu, M.Ö. 494'ten 287'ye kadar süren sınıflar arası bir savaş. Bu savaşın sonucunda pleb meclisi Concilium Plebis kuruldu. Bu yeni kongreyle beraber plebler de konsüller gibi bir yıl görev alan tribünleri seçebiliyorlardı. Temel işlevleri plebleri aristokrat sömürüsünden korumaktı. Konsüllere benzer işleri vardı, ancak konsüllerden farklı olarak pleblerle alakalı hakim kararlarını veto etme yetkisine sahiplerdi. Sonrasında pleblerin hakkını korumak için On İki Levha Kanunu çıkarıldı, aynı zamanda On Artı İki olarak geçen bu düzenleme, Roma hukukunun ilk kayıtlı kanıtıydı- Roma'nın hiçbir zaman yazılı anayasası olmamıştı. M.Ö. 4.yüzyıla gelindiğinde her vatandaşın provocatio populum yani hakim kararlarını temyize götürme hakkı vardı ve M.Ö.287 yılında Lex Hotensia, Concilium Plebis kararlarının aristokrat dahil tüm kişilere bağlayıcı olduğuna hükmetti.
Hakimler - Sulh Hakimleri, Gelir Memurları ve Bayındırlık Görevlileri
Cumhuriyetin ilk yıllarında konsüller daha düşük rütbeli, sadece idari işlerle ilgilenecek hakimlere ihtiyaç olduğunu fark ettiler, bu rütbeler krallık döneminde de mevcuttu. Birçok kişi bu pozisyonları konsüllük için birer basamak olarak kullandılar. Konsüllüğe giden bu yol cursus honorum olarak adlandırılmaktaydı. Bu "düşük" hakimlerden ilki sulh hakimleriydi ve konsüller dışında imperium gücüne, yani Senato'yu yönetme ve orduyu yönlendirme gücüne sahip tek memurlardı. Konsüller uzaktayken görev almak dışında ana görevleri Cumhuriyet'teki mahkeme işleriyle ilgilenmek, hem kentsel hem bölgesel yargıyı sağlamaktı.
Bunun dışında quastorlar, yani gelir memurları vardı ve bu kişiler quaestores aerarii yani Roma Forumu'nda bulunan hazine denetimi yetkisine sahiplerdi. Hem vergi hem de haraç topluyorlardı. Bunun dışında önemli bir diğer kişi bayındırlık görevlisiydi. Başlangıçla tapınaklarla ilgilenmekle görevliyken Cumhuriyet'in erken yıllarından itibaren görevi evrimleşti (imparatorluğun kuruluşuyla beraber de tamamen ortadan kalktı.) Bu memurun çeşitli sorumlulukları arasında kamu kayıtlarını, kamu inşaatleri ile ihtiyaçlarını (örn. yollar, su ve yiyecek stoğu), marketleri, festivalleri ve oyunları denetlemek vardı. Bunun dışında bayındırlık görevlilerinin bir diğer özelliği de Senato ve Concilium Plebis'in halktan gizli tutmak istedikleri kayıtları saklamaktı.
Denetleyiciler ve Halk Reisleri
Sırada censorlar, yani denetleyiciler vardı, bu kişiler genelde eski konsüllerden oluşuyordu. Bir kişinin kariyerinin en yüksek noktası olarak görülürdü. Krallık ve cumhuriyet döneminde sadece kamu ahlakını takip etmiyor, nüfus sayımı yapıyor ve hem vatandaşları hem de mülkiyetlerini sayıyorlardı. Dört veya beş yıl arasında seçimle geliyorlar ve on sekiz ay boyunca görev alıyorlardı. Bu pozisyon eski konsüller arasında oldukça popülerdi çünkü özel avantajlara sahipti. Nüfus sayımı dışında kişileri kınama yetkisi veya oy vermekten menetme gücüne sahiplerdi. Aynı zamanda kamu işleriyle alakalı kontraktların hepsini onaylıyorlardı. Önde gelen erken denetleyicilerden biri Appius Cladius'tu, sadece ilk kemerli su yolunu inşa etmemiş, aynı zamanda Roma'dan Capua'ya giden Apiyan Yolu'nun yapımında da yer almıştı. Bir diğer denetleyici, Yaşlı Cato, Roma'nın ahlaki olarak yozlaştığına inandığından birkaç Roma senatörünü kötü davranışlarından dolayı azletmişti.
Son olarakk unutulmaması gereken nadir bir "kamu" memuru vardı- diktatör veya magister populi. Olağanüstü durumlarda bu kişi altı yıl boyunca görevlendiriliyordu, ancak bu dönem boyunca tüm yetkilere sahipti. Halk reisliği yapmış son kişi Julius Caesar'dı ve tüm hayatı boyunca bu göreve kendini atatmıştı. Ne yazık ki Caesar için "hayat boyu" süresi Mart ayına kadar sürdü. Ölümü, cumhuriyetin de sonunu getirdi.
İmparatorlar
Roma kuzeye doğru Gaul'e, doğuda Asya'ya, güneyde Afrika'ya genişlerken Cumhuriyet bu genişlemeyle baş edemedi ve ortaya ilk imparator Augustus ve takibinde imparatorluğun bizzat kendisi çıktı. İmparatorun yönetimi altında halk meclisleri neredeyse tamamen kaldırıldı ve Senato sadece seremoni yöneten bir grup haline geldi. Sadece imparatorun isteklerini destekleyecek şekilde hareket ediyorlardı. Augustus Senato'dan aldığı mutlak bir yönetim yetkisine sahipti ve bir konsülden veya tribünden (consular imperium ve tribunicia potestates) öte güçleri vardı - sadece yasa tekliflerinde bulunmuyor, aynı zamanda yasa veto edebiliyor ve orduda komutanlık yapabiliyordu. Senato'nun da onayıyla beraber Augustus "princeps" yani "ilk vatandaş" ünvanını aldı. Hem konsül ünvanını hem de bölgesel vali ünvanını alarak ordunun büyük bir kısmının başına geçmiş oldu. İmparatorluk patronajını kontrol ediyordu ve izni olmadan kimse memurluk yapamıyordu. Gücünü korumak ve kendini Caesar'ın yaşadığı gibi bir Mart ayından korumak için Praetoran Muhafızları'nı kurdu. Caligula'nın amcası Cladius gibi gelecekteki bazı imparatorlar Praetoran Muhafızları tarafından seçilecekti, ardından Senato onayı alacaklardı. Aynı zamanda Praetoran Muhafızları Caligula'yı da tahttan indirmişlerdi.
Augustus aynı zamanda imparatorluğun dini işleriyle de ilgileniyordu. Roma'nın yozlaşan ahlaki normlarını düzeltmek için eski "dini" canlandırmaya karar verdi ve yıkılmaya başlamış tapınakları restore etti, eski dinsel törenleri yeniden yaptırmaya başladı ve Pontifex Maximus yani Baş Rahip ünvanını aldı. Ortalama vatandaş için o ülkenin babası, yani pater patriae idi. İmparata bu derece tapılması zamanında imperyal bir kültün oluşmasına sebep oldu. İmparatorluk zamanında hükümetin yetkisi oldukça basitti- barışı ve düzeni muhafaza etmek, yani Roma Barışı'nı sağlamak: Pax Romana.
Sonuç
Eski cumhuriyetteki Roma hükümeti güçler ayrılığına sahip, tek bir kişinin mutlak yönetimini engelleyen farklı bir sisteme sahipti. Güç çoğu zaman oy veren halka aitti. Kelimenin tam anlamıyla mükemmel olmasa da bazı insanların hükümette söz sahibi olabilmesini sağlamıştı. Seçimle gelen memurlar ve temsili bir organ mevcuttu. Oyunlar, festivaller ve buğday olduğu sürece ortalama Roma vatandaşı halinden memnundu. İmparatorluk döneminde ise hükümet değişti ve imparator tek karar verici konumuna geldi, son söz ona aitti. Hem antik çağların bağlamında hem de günümüz modern hükümet sistemleri göz önünde bulundurulduğunda, Roma'da sınırlı da olsa temsili unsurlar bulunduğu ve ne olursa olsun antik hükümetler arasında başarılı olarak tanımlanabilecek bir yapıya sahip olduğu söylenebilir.