Tarih bilimi, dinin, bir toplumun sadece sosyal gelişmesi üzerine değil, aynı zamanda, hayatta kalma çabası üzerinde de önemli etkileri olduğunu göstermektedir. Bu açıdan konuya bakıldığında, Romalıların da diğer eski uygarlıklardan hiçbir farkları olmadığı anlaşılıyor. Roma Cumhuriyeti kuruluş yıllarında, özellikle de Dört Makedon Savaşı ardında toprak kazanmasından sonra, Yunan kültürüyle, özellikle de Yunan diniyle olan teması, Roma toplumu yaşam tarzı üzerinde kalıcı bir etkisi olmuştur. Romalılar, Helen Uygarlığının diğer yönleriyle birlikte, bir yandan tanrı adlarının çoğunu değiştirip adaptasyon yaparlarken, diğer yandan da, Yunan panteonunu benimsemişlerdir. Bununla birlikte, Yunan tanrılar dizisinin yanı sıra, Yunan kültürünün çeşitli yanlarını edinmiş ve kültlerini de kendilerine göre uyarlamışlardır. Oysa yabancı bir kült ögeleri devlet otoriteleri tarafından her zaman hoş karşılanmaz. Başka bir kült konsepti, uyarlanmış olsa da, bir İmparatorluk yönetiminde her zaman devam edebilen bir durum değildir. Roma Şarap Tanrısı Bacchus (Yunan mitolojisinde Dionysos) bu kültlerin en dikkate değer olandır. Devlet otoriteleri gözünde toplumsal düzeni en çok tehdit eden olarak kabul edilirken, bu temas aynı zamanda, daha az tehditkâr dini bir inancı da beraberinde getirmiştir: Kibele Kültü
Roma’da Yunan Tanrıları
Helen kültürü Roma’da yaygın hale gelmiş, Roma devlet yetkilileri, bu kültür akını önüne geçmek ve Roma toplumu üzerindeki etkisini engellemek üzere Yunanlılar üzerindeki ahlaki üstünlüklerini yeniden teyit etme ihtiyacını hissetmiş ve sonuç itibariyle Yunanistan’a karşı savaşta galip gelmişlerdir. Yunan kültürünün Roma toplumunda etkin olarak ortaya çıkması çoğunlukla olumlu olmuştur. Roma tanrıları, Yunan kültürü etkisi altında kıskançlık, sevgi ve nefret duyguları gibi çeşitli özellikler sergileyerek daha insani bir hal almışlardır. Ancak, Yunanistan’dan farklı olarak, Roma’da bir bireyin inancını ifade etmesi, ritüel bağlılık kadar önemli görülmüyordu. Roma da devlet, dinsel coşkunun artmasını önlemek amacıyla, toplumdan katı bir dizi ritüele sıkı sıkıya bağlı kalmasını istiyordu. Yunan tanrılarının Roma toplumuna entegrasyonu hiçbir zaman geçerli bir tehdit olarak görülmemiş olsa de (mevcut tanrılar dizisine kolayca uyum sağlanmış), bazı kült ögelerinin tamamen farklı olduğu ortaya çıkmıştır: Mevcut devlet dinine yönelik gerçek bir tehlike.
Roma Senatosu, MÖ 186 yılında, potansiyel bir tehdidi fark ederek, Romalıların Bacchus olarak bildikleri Yunan Şarap Tanrısı Dionysos’a tapınmaya yasaklama getirmiştir. Dionysos kültü ibadeti, Romalı erkek bir gencin sözüm ona erkek olacağı 17 Mart gününde düzenlenen sarhoş edici festival ile hatırlanıyordu. Dionysos Kültünün aşırı derecede acımasız olduğu, ritüel cinayet ve cinsel aşırılık içerdiği düşünülüyordu. Sonuç olarak, bu kült taraftarlarının çoğu ya hapsedilmiş veya idam edilmiştir. Bununla birlikte, Roma devlet yetkililerin bu Dionysos kültüne yönelik kaygısı büyük ölçüde ilk elden deneyimlerden değil (kült ritüelleri her zaman gizlice yürütülürdü) Roma tarihçisi ve yazar Livy’nin (Titus Livius) yazılarında (MÖ 64-MS 17) kaynaklandığı da unutulmamalıdır.
Tarihçi ve yazar Livy yazılarını dikkate alan hükümet yetkilileri bu kültü topluma karşı bir tehdit olarak görürlerken, Roma vatandaşları ise genel olarak Bacchus Kültüne yönelik sergilen resmi radikal görüşü tartışmaya açmışlardır. Bu tapınma şeklinin, Küçük Asya/Anadolu tanrıçası Kibele’ye tapınmaktan farklı olmadığı veya en azından toplumsal ahlaka da daha az aykırı olduğunu düşünüyorlardı. Aslında, bu iki kült arasındaki en büyük fark, Kibele Kültünde görülürken, Roma Şarap Tanrısı Bacchus Kültünün Roma Senatosu tarafından hiçbir zaman onaylanmamış olmasıdır. Büyük Ana Tanrıça/Magna Mater olarak bilinen ve baş tapınağı Pessinus Antik Kentinde (Eskişehir ili, Sivri Hisar kazası, Ballı Hisar Köyü) bulunan Tanrıça Kibele, ilk kez Lidya eyaletinde, yüksek dağların tanrıçası olarak ortaya çıkan ilk kadın tanrıçalardan biridir. Frigya kültüründen ileri gelmiş, Yunanistan’da ilk olarak MÖ 5.yüzyılda Atina’daki tapınakla (Metroum) ortaya çıkmıştır. Yunanlılar Tanrıça Kibele’yi, Tanrıça Rhea (Olimposluların annesi) ve Demeter (Hasat tanrıçası) ile özdeşleştirmişlerdir. Kibele kültü Yunanistan’da hiçbir zaman büyük bir popülerliğe ulaşmış olsa da, kült olarak MÖ 3.yüzyılı sonlarında Roma’ya ulaşmıştır.
Roma’da Kibele Kültü
Tanrıça Kibele Kültü, başlangıçta İkinci Pön Savaşı sırasında (MÖ 218- 201) Roma’ya gelmiştir. Kartacalı General Hanibal, bu dönemde İtalya’da ortalığı kasıp kavuruyor ve Roma şehri için ciddi bir tehdit oluşturuyordu. Roma Senatosunun acil durumlarda başvurduğu kehanet kitapları olan Sibylline kitaplarında, İtalya’nın, Pessinus İdae annesi tarafından kurtarılacağı işaret ediliyordu: Çoğu kişi için İdae, Tanrıça Kibele anlamına geliyordu. Tanrıça Kibele’yi temsil eden siyah bir göktaşı MÖ 204 yılında Anadolu’dan Roma’ya götürülmüştür. Mucizevi bir şekilde General Hanibal ve Ordusu kısa bir süre sonra Kartaca’yı işgalci Roma güçlerine karşı savunmak üzere İtalya’dan ayrılmıştır. MÖ 191 yılında, Roma şehrinin yedi tepesinden en merkezi olan Palatine Tepesinde Ana Tanrıça Kibele onuruna bir tapınak inşa edilmiştir. Kibele Kültü en sonunda Roma İmparator Claudius’un (MS 41-44) hükümdarlığı sırasında resmen tanınmıştır. Tanrıça Kibele, sonuç itibariyle, Tabiat Ana/Tarım Tanrıçası olarak çekiciliğiyle, Kuzey Afrika’da ve Transalpin Galya’da taraftar bulmuştur.
Tanrıça Kibele kültü, tanrısal doğası nedeniyle, ortalama Roma vatandaşı erkeklerden daha çok kadınların ilgisini çekmiştir. Bir bireyin yaşamına ilişkin her bir alanından sorumluydu. Tanrıça Kibele, sürekli yanında aslanla sembolize edilerek vahşi doğanın efendisi olmuştur. Tanrıça Kibele, sadece bir şifa dağıtıcı değildi (hem şifa verir ve hem de hastalığa neden olurdu), aynı zamanda doğurganlık tanrıçası ve savaş zamanında koruyucu tanrıçadır (ilginç bir şekilde askerler arasında favori olmasa da) hatta taraftarlarına ölümsüzlük bile sunuyordu. Heykellerinde ya aslanların çektiği bir arabanın üzerinde ya da elinde bir kâse veya davul, tahtı üzerinde, etrafı aslanlarla çevrili bir duvar tacı takılarak tasvir edilmiştir. Tanrıça Kibele kültü takipçileri, bir zamanlar Tanrıçayı sevenin kendisini hadım etmesinin sembolü olarak, duygusal bir çılgınlığa kapılıyor veya kendilerini hadım etmek adına bedenlerine zarar verebilecek davranışlarda bulunuyorlardı.
Kibele ve Tanrı Attis
Ana Tanrıça Kibele’ye tapınmada önem arz eden başka bir konu; aynı zamanda, bir diriliş tanrısı olan (Yunan tanrısı Adonis’e benzer) Frigya Bitki Örtüsü Tanrısı Attis olmaktadır. Bazı kaynaklar tanrı Attis’in, Tanrıça Kibele’nin oğlu olduğunu iddia ederlerken, diğer kaynaklar ise Attis’in, aslında Kibele’nin sevgilisi olduğunu iddia etmektedirler. Efsaneye göre Tanrıça Kibele ölümlü birine âşık olmuş ve onunla evlenmeyi düşünmüştür. Ancak, yine bu anlatıya göre Attis, Pessinus Kralı kızına âşık olur ve düğün töreni yapıldığı gün, öfkeli ve kıskanç Kibele, düğün törenine katılanlar arasında panik yaratır. Kendi güvenliğinden kaygı duyan damat Attis (gelinin adı geçmiyor) yakın dağlara kaçar, zamanla dağda delirir ve en sonunda intihar eder. Ve yine bu efsaneye göre Attis kendisini önceden daha hadım etmemiştir. Pişman olup aklını başına toplayan Kibele, tanrı Zeus’a, sevdiği Attis cesedinin çürümesine izin vermemesini rica eder. Bu efsaneye göre, tanrı Attis, bitki örtüsünün her yeni yılda yeniden yeşerdiği sırada hayatta döneceği iddia edilir; böylece Attis erken ölen ve yeniden dirilen bir tanrı figürü olarak tanımlanır.
Kibele Festivali
Tanrıça Kibele popülaritesi, Mart ayında düzenlenen (bazı kaynaklarda Nisan ayında) Megalensia adı verilen bahar festivali nedeniyle Roma’da gelişme kaydetmiştir. Bu festivalde halk oyunlarının yanı sıra Roma şehrinde bir eğlence merkezi olan Circus Maximus’ta bir tiyatro gösterisi de yapılmaktadır. Bu festival 15 Mart günü kamış taşıyıcılarının (cannophori) geçit töreni ve kurban ibadetinin yerine getirilmesiyle başlıyordu; bir sonraki bahar mahsullerinin başarılı bir şekilde ekilmesi ve hasat mevsiminde bol ürün alınması amacıyla düzenleniyordu. 22 Mart gününden itibaren bir haftalık oruç ve arınma ibadetinin ardından Palatine Tepesi Tapınağına bir çam ağacı (tanrı Attis’in simgesi) getirilmiştir. Sonrasında bir şölen ziyafeti veriliyordu; sevinç ve neşe bayramı ya da Hilaria. Bundan sonra tanrı Attis’in hadım edilmesi ve ölümünü temsil eden 24 Mart Kan Günü geliyordu. Festival kutlaması 25 Mart günü ritüel bir banyo veya Tanrıça Kibele’yi temsil eden bir simgenin yıkanarak arındırmasıyla sona eriyordu. Tanrıça Kibele Kültü tüm rahipleri veya Galli hadım kişilerdi; başlangıçta Roma vatandaşlarının bu ritüel pratiklerine katılmaları engelleniyordu. Roma İmparatoru Claudius’un hükümdarlık dönemine kadar Roma Hukuku hükümlerine göre bir kimsenin hadım olması halinde Roma vatandaşlığı iptal ediliyordu.
Tanrıça Kibele Kültü, Roma’da ortaya çıkan başka birçok kültten biriydi. Bazı Romalılar tarafından zararsız kabul edilirdi. Örneğin, antik Mısır tanrıçası İsis Kültüne tapınmaya devam etmeye izin verilirken, Bacchus kültü gibi diğer kültler Roma vatandaşları için ciddi bir tehdit olarak görülüyor ve taraftarları zulme uğruyorlardı. Hıristiyanlığın Roma’ya gelişiyle birlikte Roma şehrinin bu yeni dinin merkezi haline gelmesi diğer kültlerin neredeyse tamamı ortadan kaldırılmıştı. Kibele Kültü MS 4.yüzyıla kadar Roma’da varlığını sürdürmüş, bu dönemde Hıristiyanlık dini inancı Roma’ya hâkim olmuş, pagan inanç ve dini ritüelleri yavaş yavaş yeni inanca adapte edilerek dönüştürülmüş veya terkedilmek üzere bir kenara bırakılmıştır.