Saba Kraliçesi Belkıs, Kitab-ı Mukkades’te ve daha sonraki kitaplarda İsrail Kralı Süleyman’ın (MÖ 965-931) bilgeliğini ilk elden test edip deneyimlemek üzere Kudüs’e giden bir hükümdar olarak adı geçer. Kraliçeden ilk olarak, Mukkades Kitap, Krallar I 10:1-13 ve Tarihler II 9:1-12 bölümlerinde ve daha sonra Ester (Tanah) Kitabının Arami dilinde çevirisi olan Targum Sheni’de; ardından da Kur’an-ı Kerimde ve son olarak da Kebra Negast olarak bilinen Etiyopya Dini Metinlerinin yer aldığı kitapta bahsedilir. Saba Kraliçesi Belkıs’ı konu alan daha sonraki anlatılar; doğaları gereği dini metinler olup temel olarak Mukkades Kitap anlatısından ileri gelirler. Bu dini metinler dışında Kraliçe Belkıs’ın varlığını destekleyen herhangi bir arkeolojik veri, herhangi bir heykel veya bir kitabe bulunmamaktadır.
Mukkades Kitapta Saba bölgesi, Güney Arabistanda, Saba Krallığı ve aynı zamanda Doğu Afrika’da, Etiyopya ile birlikte tanımlanmıştır. Kutsal Kitapta yeralan Saba Kraliçesi Belkıs anlatısı, ülkesine dönmeden önce İsrail Kralı Süleyman’a cömertçe hediyeler sunan, Kralın bilgeliğine ve krallığına övgülerde bulunur. Ancak tarihçi Flavius Josephus’un (MS 37-100) Saba Kraliçesini; Etiyopya ve Mısır Kraliçesi olarak tanımlaması nedeniyle konunun tam olarak hangi yöne doğru yönelip geliştiği hala da tartışma konusudur. İsrail Kralı Süleyman’ı konu alan (en uygun olarak kabul edilen) olası tarih kayıtları, her ne kadar o dönemde hüküm süren böyle bir hükümdar listelenmemiş olsa da, Güney Arabistan’da bir hükümdarın varlığı lehine olduğu anlaşılıyor.
Etiyopya veya Arabistan
Kraliçe Belkıs’ın Etiyopya’dan mı? veya Arabistan’dan mı? geldiğine ilişkin tartışma yüzyıllardan beri süregelmekte ve Kraliçenin var olduğuna dair kesin bir kanıt olmasa da tartışma şüphesiz yine de devam edecektir. Etiyapyalı Kraliçenin varlığını savunanlar, onun Aksum Krallığında hüküm sürmüş olduğunu iddia ederlar; ancak Aksum Krallığı, Kral Süleyman’ın hükümdarlığı döneminde ve hatta Mukaddes Kitap, Krallar Kitabı kısmının yazıldığı dönemde (MÖ 7. ve 6.yüzyıllar) mevcut bile değildi. Aksum, sadece MS 100-950 arası dönemde siyasi bir varlık olarak devam ediyordu. Aksum; Güney Arabistan, Saba kültüründen etkilenen, MÖ 10.yüzyıla tarihlenen, D’mt olarak bilinen daha eski bir krallığın yerini almış veya bu krallığın devamıdır.
D’mt Krallığı, MÖ 10. ve 5. yüzyılları arasında, başkenti Yeha’da gelişmiş ancak kültürü konusunda çok az şey biliniyor. Saba kültürü etkisi, o dönemde daha ayakta olan en güçlü Saba tanrısı olan Ay Tanrısı Almakah tapınağında açıkça görülmektedir. Araştırma yapan bilim insanları, Sabalıların D’mt Kralık kültürünü ne kadar etkilemiş olduğu konusunda bölünmüş durumdalar, ancak tapınağın varlığı ve dilsel benzerlikleri, D’mt Krallığında önemli Saba kültürü varlığına işaret ediyor.
Saba Krallığının MÖ 950’de büyüyen bir güç ve MÖ 8.yüzyılda Güney Arabistanın en zengin krallığı olması nedeniyle Saba kültürü etkisinin şaşırtıcı olmaması gerekir. Saba Krallığı, MS 275 yılnda bir istila marifeti sonucunda yıkılmış ve ülkesi Himyar Krallığının eline geçmiştir. D’mt Krallığının aslında bir Saba kolonisi olup olmadığı tartışmalıdır ve bu iddia büyük ölçüde çürütülmüş olsa da iki krallığın yakın benzerliği ve D’mt Krallığındaki Saba etkisi yakın bir etkileşimi akla getirmektedir. Saba Krallığı Tütsü/Baharat Yollarının Güney Arabistan’daki ticaret merkeziydi ve Kızıldenizin hemen karşısında bir koloni olmasa bile dostane ilişkileri kurmuş olmaları ihtimali kesinlikle mantıklıdır.
O halde, Saba Kraliçesinin D’mt Saba hükümdarı olması ve efsanenin Flavius Josephus’un yazdığı dönemde Etiyopya ile ilişkilendirilmiş olması mümkündür. Bununla birlikte, Saba Krallığının D’mt Krallığı ile olan ilişkisinin, tarihçi yazar Josephus da dâhil olmak üzere daha sonraki tarihçilerin Kraliçenin aslında Arabistan’a geldiği zaman Etiyopya’ya seyahat etmiş olması nedeniyle Etiyopya’dan geldiğini iddia etmelerine yol açmış olması daha olasıdır. Elbette, Kraliçernin aslında hiçbir zaman var olmadığı için hiçbir yerden başka bir yere seyahat etmemiş olma ihtimali de vardır, ancak, efsanenin süregelen varlık ısrarı tarihsel bir figürün var olduğu kanıtıdır.
Mukkades Kitap Anlatısında Kraliçe Belkıs
Ester anlatısında; Krallar Kitabı I ve Tarihler Kitabı II’de, Kraliçe Belkıs’ın Kral Süleymanı ziyareti hikâye edilir ve anlatının sonraki versiyonları bu kitaplara (veya Krallar kitabı yazarının çalıştığı kaynaklara) dayanır. Kutsal Kitapta anlatılan hikâyeye göre İsrail Kralı Süleyman, kral olduğu zaman tanrısından halkını yönetmesinde bilgelik sahibi olmasını dilemiş (Krallar I, 3: 6-9), Tanrı da bu dileğini uygun bulup kabul etmiş, aynı zamanda kralın dilediğine ilaveten zenginlik verip şeref sahibi olmasını da sağlamıştır; bu sıfatları alması Kral Süleymanı sınırlarının çok ötesine taşıyıp meşhur etmiştir.
Saba Kraliçesi Belkıs, Kral Süleyman’ın büyük bilgeliğini ve krallığının görkemini duymuş ve kendisine sunulan raporlardankuşkuları olmuştu; bundan dolayı, bu konuyu teste edip deneyimlemek üzere Kudüs’e giden hükümdardır. Kutsal Kitapta, anılan hükümdarın “Saba Kraliçesi” olduğu belirtilir (Krallar I, 10:1), ancak “Saba” ülkesinin neresi olduğu konusunda bilgi verilmez. Anlatıya göre Kral Süleyman’ı görmeye gelmesinin esas amacı “sorulan zor sorularla kanıtlanmıştır” (Krallar I, 10:1). Kralın da bu soruları yanıtlayıp Saba Kraliçesine bilgeliğini gösterdikten sonra Kraliçe Belkıs de Kral’a cömert hediyeler sunmuştur:
Saba Kraliçesi Belkıs, Kral Süleyman’a 120 Talent altın, çok miktarda baharat ve değerli taşlar vermiş, daha önce hiç görülmemiş miktarda baharat sunmuştur (Krallar I, 10:10).
Eski bir ölçü birimi; 120 Talent altın, günümüzde yaklaşık 3.600.000,00 $ tutarı karşılığı hediye, bu düzeyde harcanabilir bir zenginlik tarifi, Kral Süleyman hükümdarlığı sırasında olmasa bile, Saba monarşisi refahı efsanesine uygun olmuştur. Büyük miktarda altın ve özellikle de “baharat bolluğunun” ifade edilmesi ana zenginlik kaynağı baharat ticareti olan Saba Krallığını akla getirmektedir. Ancak eldeki veriler Saba ülkesinin sacede MÖ 8.yüzyıldan itibaren en müreffeh düzeyine ulaştığını gösterir niteliktedir.
Saba Kraliçesi Belkıs’ın Kral Süleyman’a bu düzeyde hediye vermesinden sonra, “Kral Süleyman’ın da kraliyet lütfundan ona verdiğinin yanında, Kraliçe’de istediği her şeyi” ondan alır ve hizmetkârlarıyla birlikte ülkesine döner (Krallar I, 10:13). Anlatıya göre Kraliçenin ayrılmasından sonra, Kral Süleyman’ın aldığı hediyeleriyle ve Sur Kralı Hiram diyarından getirdiği almug ağaçları ve altınla neler yaptığı ayrıntılarıyla ifade edilir (Krallar 1, 10:11-12, 14-26). Krallar I kitabında Kraliçe Belkıs konusunda daha başka bir şey anlatılmıyor ve Tarihler II kitabında da Kraliçenin ortaya çıkışı konusu da aynı anlatıyla devam eder.
Targum Sheni Anlatısı
Hikâye anlatısı Ester (Tanah) Kitabının Arami dilinde çevirisi olan Targum Sheni’de tekrarlandıkça daha fazla ayrıntı verilmesiyle daha da genişliyor. Targum Sheni, Kutsal Kitap, Ester kitabının yorumlarla birlikte Aramice versiyonu olup esas anlatıya yardımcı öykülerden biri olarak Saba Kraliçesi öyküsünü içermektedir. Bu anlatı da Kraliçe Belkıs’ın ziyaretiyle ilgili Kutsal Kitapta yer alan hikâye anılatılır ve büyük bir olasılıkla Kral Süleyman kişiliği etrafında gelişen mitolojinin dokunuşlarıyla süslemesi yapılıyor. Mukkades Kitaba göre Kral Süleyman’ın bilgeliği, onun ağaçların, hayvanların ve kuşların dilini anlamasına olanak sağlıyor (Krallar I, 4:33). Arami Dilinde çeviri olan Targum Sheni bu konuyu da ele alır ve hikâye anlatısına göre Kral Süleyman’ın krallık topraklarında bulunan bütün kuşları ve hayvanları büyük bir ziyafete davet etmesiyle başlar.
Anlatıya göre Kral Süleyman’ın Saba Kraliçesi kadar büyük bir hükümdar olmadığını ve bu nedenle, bu düzeyde bir saygıyı hak etmediğini söyleyen Çulluk kuşu dışında bütün hayvanlar daveti minnetle kabul etmişlerdir. Kral Süleyman daha sonra Saba Kraliçesi Belkıs’ı kendisine saygı göstermek ve Çulluk kuşunun yanıldığını kanıtlamak üzere Sarayına davet eder, Kraliçe üzerinde daha büyük bir etki yaratmak üzere komutası altındaki ruhlardan birinin Kraliçe gelmeden önce tahtının kendisine getirmesini emreder. Kraliçe Belkıs, Saraya girdiğinde, su gibi berrak olan bir cam zemin üzerinde yürürken, tam da istenildiği şekilde etkilenir, ancak yine de Kral Süleyman’a bilgeliği sayesinde cevaplaya bildiği zor bilmeceler sorarak test eder; Kraliçe Belkıs daha sonra ona saygı gösterir ve muhtemelen Çulluk kuşu da tatmin olmuş olur.
Targum Sheni kitabı, Midraş olarak bilinen, Kutal Yazı Metinlerin yorumları ve yorumlanması olan Rabbinik Edabiyatı türünden gelir. Tanah/Ester Kitabının yazılması MS 4 ila 11. yüzyılları arası döneme tarihlenir ancak farklı bilim insanları, bu metinlerden elde ettikleri upuçlarına dayanarak, daha erken veya bazen daha geç bir tarih olabileceğini de düşünüyorlar. Bu tartışma Kraliçe Belkıs’ın köken ülkesi çevresinde gelişen tartışma konusunda olduğu gibi devam edip geliyor, ancak, İslami kaynaklarda, düzenli olarak diğer eski materyallerden yararlanıldığı için Kur’an-ı Kerim’de yer alan anlatının Targum Sheni nüshasında ödünç alınmış olması muhtemel görünüyor. Bir örnek vermek gerekirse, Efes’te Yedi Uyuyanlar hakkında Yunanca hikâye, 18. Surede revize edilmiş bir biçimde yer alır. Yedi Uyurlar anlatısında olduğu gibi, Saba Kraliçesi Belkıs hikâyesi de Kutsal Kitap Kur’an’da, kitabın genel mantığına uyacak şekilde gözden geçirilip yeniden yazıldığı anlaşılıyor.
Kur’an-ı Kerimde Kraliçe Belkıs
Kur’an-ı Kerim’de Kraliçe Belkıs olarak anılır ve güçlü Saba Krallığı hükümdarı şeklinde ifade edilir. Hikâyenin bu versiyonunda Mukkades Kitapta anıldığı gibi, Kral Süleyman’a kuşlar, hayvanlar ve cinler olarak bilinen ruhani varlıklarla konuşabilme yeteneği Tanrı tarafında bahşedilmiştir. Günün birinde, bir inceleme yapmak üzere hanesi bünyesindeki bütün varlıkları bir araya toplar, ancak aralarında hüdhüd kuşunu görmez. Kral Süleyman şöyle bir açıklama yapar:
Hüdhüd kuşunu göremiyorum, neler oluyor? Yoksa o da görünmez olanlar arasında mı? Bana açık bir gerekçe sunmadığı sürece, mutlaka onu şiddetli bir azapla cezalandıracağım veya öldüreceğim. (Sure 27:20).
Hüdhüd kuşu hemen ortaya çıkar ve Kral Süleyman’a uzak diyarlara uçtuğunu, Saba Krallığı diyarından geldiğini söyler ve gördüklerini şöyle ifade eder: “Bu ülkenin başında bir kadının olduğunu anladım, kadına her şey verilmiş ve büyük bir tahtı vardır” (Sure 27:20). Hüdhüd kuşu daha sonra Saba halkının Kral Süleyman’ın İlahı olan Allah’a değil de Güneşe taptıklarını ve Şeytanın bu halkı nasıl da yoldan çıkarmış olduğunu, büyük bir krallık topraklarına sahip olmasına rağmen “hidayete ermediklerini ve bu halkın Allah’ın huzurunda secde etmediklerini” ifade eder (Sure 27:25). Kral Süleyman Hüdhüd kuşunun hazırda bulunmayışını afeder ve onu Saba Kraliçesine bir mektup götürmesiyle görevlendirerek, Kraliçenin kendi krallığını ziyaret etmeye davet eder.
Saba Kraliçesi Belkıs mektubu aldığında bir konsey toplar ve Kral Süleymanın kendi tanrısına biat edip teslim olmasıyla kendi krallığına gelmesini istediğini yüksek sesle okur. Konsey üyelerinden önerilerini ister ve konsey üyeleri de Kraliçe’ye gerektiğinde savaşmaya hazır olduklarını ancak kararın en nihayetinde Kraliçeye ait oduğunu söylerler. Kraliçe Belkıs, Kral Süleyman’a bir haberci aracılığıyla hediye göndermeye karar verir, ancak, Kral hediyeyi almayı kabul etmez ve gelen elçiyi son derece alçak gönüllü bir şekilde karşılarken, diğer yandan da Kraliçe Belkıs itaat etmedikçe “karşı koyamayacakları ordularla onların üzerine geleceğini ve onları aşağılanmış bir şekilde oradan süreceklerini” söyler (Sure 27:35). Elçi gittikten sonra Kral Süleyman, hüdhüd kuşunun Kraliçe Belkıs tahtı hakkında söylediklerini hatırlar ve kendi konsey üyelerine, Kraliçe Belkıs gelmeden önce, aralarında kimin Saba Kraliyet tahtını getirebileceğini sorar. Bir Cin, bu isteği yerine getirebileceğine dair güvence verir ve sonra tahtı ona getirir.
Kral Süleyman, Kraliçe Belkıs’ın getirilen tahtını kristalden yapılmış bir köşkün içine yerleştirildikten sonra gizler. Kraliçe geldiğinde ona tahtın, kendi tahtının olup olmadığını sorar ve Kraliçe’de aynı göründüğünü söyler. Daha sonra, köşke girmesi söylenir, Kraliçe zemine basmadan önce paçalarını sıvar çünkü basacağı zeminin su olduğunu düşünür. Kristal köşkün harika yapısı ve kendi tahtının köşkte görünmesi kraliçeyi şaşkına çevirir ve duygularını şöyle ifade eder: “ Tanrım, kendime haksızlık etmişim ve Kral Süleyman’ın huzurunda bütün varlıkların Yaratıcısı olan Allah’a teslim oldum” (Sure 27:54). Kraliçe Belkıs, Kral Süleyman’ın Tanrısına teslim olmasından sonra Kur’an’daki anlatı da sona erer, ancak İslami gelenek ve anlatıla gelen efsaneye göre Kral Süleyman ile evlendiği öne sürülür.
Kebra Negast Anlatısı
Etiyopya Dini Metinleri olan Kebra Negast’ta (Kralların Görkemi) bu hikâye yeniden anlatılır ve daha da geliştirilir. Bu anlatıda Kraliçe Belkıs, Tamrin adlı bir tüccarın ağzından İsrail Kralı Süleyman’ın hükümdarlığı döneminde Kudüs şehri harikalarını konu edinen anlatıda Etiyopya hükümdarı Makeda olmuştur. Alatıcı tüccar Tamrin, Kral Süleyman tapınağının inşası için Etiyopya’dan malzeme sağlayan, Kudüs’e yapılan bir keşif gezisinin bir parçasıdır. Kraliçe Belkıs, Kral Süleyman’ın Dünya’nın en bilge adamı olduğunu ve Kudüs şehrinin şimdiye kadar gördüğü en muhteşem şehir olduğunu söyler.
Anlatıya göre merakı daha da artmış olan hükümdar Makeda, Kral Süleyman’ı ziyaret etme kararını alır. Krala hediyeler sunar ve karşılığında kendisi de değerli hediyeler alır ve ikisi baş başa saatlerce sohbet ederler. Birlikte geçirdikleri sürenin sonuna doğru hükümdar Makeda, Kral Süleyman’ın Tanrısına iman eder ve ihtida ederek Yahudilik inancında geçer. Kral Süleyman, Makeda’nın ziyaretini kutlamak üzere ülkesinden ayrılmak üzere yola çıkmasından önce büyük bir ziyafet düzenler ve hükümdar Makede geceyi Kralın Sarayında geçirir. Kral Süleyman, Kraliçe Makeda kendisini teşvik edip istemediği sürece, Kraliçeye dokunmayacağına dair yemin eder.
Anlatıya göre, hükümdar Makeda da aynı fikirdedir ancak gecenin bir vaktinde susuzluğu artar, Kral Süleyman’ın odasına girer ve odanın orta yerinde bir kâse su bulur. Suyu içtiği zaman odada Kral Süleyman’ı görür ve Kral ona teşvik edici olmadığı sürece yemin ettiğini hatırlatır. Ancak, Kraliçe izinsiz olarak odasına girmiş ve suyunu da içmiştir. Hükümdar Makeda, yeminini bozmasına yolaçtığı için onunla yatabileceğini söyler.
Anlatıya göre, Kral Süleyman, Saba Kraliçesi Belkıs’ın Kudüs şehrinden ayrılmasından önce kendisini hatırlaması için ona yüzüğünü verir. Kariliçe Belkıs evine dönüş yolculuğu sırasında Menilek (“bilge adamın oğlu”) adını verdiği bir erkek çocuk dünyaya getirir. Menilek oğlan büyüyüp babasının kim olduğunu sorduğu zaman, hükümdar annesi oğluna Kral Süleyman’ın verdiği yüzüğü verir ve ona babasını bulmasını öğütler.
Kral Süleyman, Menilek’in geliş karşılamasını yapar ve birkaç yıl boyunca Torah (Tavrat) incelemesi yapmak üzere Kudüs şehrinde kalmasını söyler. Ancak, geçen zamanla birlikte Kudüs’ten ayrılmak ister ve Kral Süleyman, soylularının ilk doğan erkek çocuğunun, evine dönüş yolunda Menelik’e eşlik etmesi kararını verir (muhtemelen soyluların Menelik’in gitmesini istedikleri için). Yola çıkan kafile şehirden ayrılmadan önce soylu çocuklarından birisi tapınakta bulunan Ahit Sandığını çalar ve yerine Sandığın bir kopyasını koyar. Kervan’ın Kudüs’ten ayrılmasıyla birlikte Sandık’ta onlarla birlikte gider.
Anlatıya göre, Ahit Sandığının çalındığı kısa bir süre sonra fark edilir ve Kral Süleyman, birliklerine giden kafileyi takip etmeleri emrini verir ancak çoktan yola çıkmış kabileyi yakalamaları için geç kalmışlardır. Bu arada Menilek de Sandığın çalındığını fark eder ve iade etmesini düşünür, ancak Ahit Sandığının Kudüs’ten çıkarılması Tanrının iradesine uygun olduğuna ve Etiyopya’ya götürülmesi gerektiğine ikna olur. Gördüğü bir rüyasında Kral Süleyman’a Ahit Sandığın tapınaktan alınması Tanrı’nın iradesi olduğu söylenir ve bu nedenden dolayı da, kefilenin takip edilme emrini iptal eder, rahiplerin ve soyluların Sandığın alınmasını örtbas etmelerini ve tapınakta bulunan sandığın gerçek olduğunu iddia etmelerini söyler. Yine efsaneye göre Menelik, bir tapınakta muhafaza edilen ve gönümüze kadar orada bulunan Sandıkla birlikte Etiyopya’ya, annesinin yanına döner.
Sonuç
Gizemli Kraliçe Belkıs’ı öne çıkaran ve onun tarihselliği lehinde veya aleyhinde tartışma yapan daha sonra düzenlenen başka kaynaklar da var. Orta Çağ Hıristıyanlık ilahileri, Yeni Ahit’te “Güney Kraliçesi”nden Saba Kraliçesi olarak söz eden referanslardan yararlanarak (Matta12:14 ve Luka 11:31) Kraliçeyi mistik bir şahsiyet olarak tasvir ederler. Orta Çağ ve Rönesans Hıristiyan sanatı genellikle Kraliçeyi tek başına ve Kral Süleyman ile birlikte tasvir eden bir konu olarak seçmiştir.
Talmud kayıtlarına göre böyle bir kraliçenin hiçbir zaman var olmadığını ve Ester, Krallar I Kitabında anılan kraliçeye yapılan atıfların aslında mecazi olarak anlaşılması gerektiği iddia edilir: “Saba Kraliçesi”nin gerçek bir kişi olarak değil de “Saba Krallığı” şeklinde anlaşılması gerekir (Bava batra 15 b). Diğer geleneklerde de böyle bir Kraliçenin var olduğu ifade edilir ancak onun kim olduğu ve nereden geldiği konusu bir sır olarak kalmaya devam ediyor.
Kral Süleyman döneminde Saba ülkesinden Kudüs şehrine diplomatik bir heyetin gönderilmiş olabileceği ve elçinin de bir kadın olabileceği iddiasını sorgulamanın gereği kalmamıştır. Kraliçe Belkıs, Saba krallarından birinin kızı veya kocasının ölümünden sonra tek başına hüküm süren biri olabilir.
Belirtildiği üzere, Saba Kraliçesinin gerçek bir kişi olduğuna dair elde somut veri yoktur; ancak Etiyopya’da Makeda adında bir Saba hükümdarı olduğuna dair bir kanıt veya Kur’an-ı Kerim anlatısı dışında Belkıs adında bir kraliçenin olduğuna dair herhangi bir kayıt da bulunmuyor. Saba Kraliçesi Belkıs, tarihsel olarak bir sır olarak kalmaya devam ediyor ancak efsanesi bin yıllardan beri varlığını sürdürerek günümüzde de Kraliçe onuruna işlenen edebiyat ve sanat temalarına ilham kaynağı olmaya devam ediyor.