İskenderiye Feneri veya Pharos Feneri, I. ve II. Ptolemaios Dönemi'nde (veya Batlamyus Hânedânı), yaklaşık M.Ö. 300-280 yılları arasında Mısır'ın İskenderiye Limanı'nın dışında yer alan Pharos Adası'nda dikilmiştir. Deniz feneri 100 metrenin (330 fit) üzerinde yüksekliğiyle o kadar etkileyiciydi ki, kurulan Antik Dünyanın Yedi Harikası listesinde yer almıştır.
Her ne kadar artık günümüzde ayakta olmasa da, bu yapının 1600 yılı aşkın bir süre boyunca varlığını sürdürmesinin ardından bıraktığı kalıcı mirası, Yunan dilinde ''Pharos'' adını denizcilere rehberlik etmek üzere tasarlanan ışıklı kulelerin mimari tarzına kazandırmış olmasıdır. Belki de daha sonraki dönemlerin Arap minaresi yapısını etkileyen ve Akdeniz'in dört bir yanındaki limanlarda bir hayli sayıda birbirinin tıpatıp benzeri yapının ortaya çıkmasına neden olan (deniz) feneri, Gize piramitlerinden sonra dünyada insan eliyle inşa edilmiş en yüksek yapı konumunda olmuştur.
İskenderiye
İskenderiye, M.Ö. 331 yılında Büyük İskender tarafından kurulmuş ve kent Nil Deltası'ndaki iki doğal limanı sayesinde Ptolemaios Hanedanlığı döneminde (M.Ö. 305-30) ve antik çağ boyunca bir ticaret limanı işlevi görmüştür. Yunan dünyasının farklı köşelerinden gelen sakinleriyle birlikte kozmopolit bir yerleşim olan kentin kendine özgü bir meclisi ve sikkesi (madeni para) olup, aynı zamanda tanınmış bir ilim merkezi hâline gelmiştir.
M.Ö. 300 civarında I. Ptolemaios Soter (hükümdarlık dönemi M.Ö. 323 - 282) gemilere rehberlik etmesi ve gücünün ile ihtişamının daimi bir hatırası olması amacıyla İskenderiye'ye muazzam büyüklükte bir deniz feneri inşa ettirmiştir. Söz konusu bu dev proje yaklaşık 20 yıl sonra oğlu ve halefi II. Ptolemaios (M.Ö. 285-246) öncülüğünde tamamlanmıştır. Bu tarihi yapı, aralarında Büyük İskender'in mezarı, Müze (ali̇mler adina bi̇r kurum), ''Serapeum Tapınağı'' ve görkemli bir kütüphanenin de bulunduğu bu muhteşem kentte (İskenderiye'de) görülebilecekler listesini daha da etkileyici kılmıştır.
Deniz Feneri
Pek çok antik kaynağa dayanarak deniz fenerinin mimar Knidoslu Sostratus'un elinden çıktığını söylemek mümkündür, ancak Sostratus projeye mali destek sağlamış dâhi olabilir. Yapının bulunduğu konumu, Pharos'un kireçtaşı adacığının ucunda, İskenderiye limanlarına bakıyordu. Bunlar arasında bulunan iki doğal liman ise ''Büyük Liman'' ve enteresan bir isim taşıyan ''Eunostos'' veya ''Harbour of Fortunate Return'' (Talihin Geri Döndüğü Liman) idi. Pharos adası ile anakara arasında yaklaşık 1.2 km (0.75 mil) uzunluğundaki "Heptastadion" adlı bir geçiş yolu bulunmaktaydı. Günümüz yazarlarından biri olan Poseidippos'un bize aktardığına bakılırsa, söz konusu bu (deniz) feneri denizcilere yol göstermek ve onları sağ salim ulaştırması amaçlanmış (tasarlanmış) ve bu doğrultuda iki tanrıya adanmıştır: Zeus Soter ('Teslimci') - ki kulenin üzerindeki ithaf yazısı yaklaşık yarım metre yüksekliğindeki - büyük ihtimalle ''Denizin Yaşlı Adamı'' adıyla da bilinen Yunan deniz tanrısı olan ''Proteus'' - harflerden oluşmaktadır.
Şüphesiz ki İskenderiye'deki (deniz) feneri antik denizcilere yönelik böylesi yardımların ilki değildi ama büyük ihtimalle anıtsal nitelikteki ilk fenerdi. Örneğin Kuzey Ege adası Taşoz veya Taşyüz/Taşözü (Yunanca: Θάσος, Osmanlıca: Taşoz-i Osmaniye) bir Yunan adasında bulunan Arkaik döneme ait bir deniz fenerine ev sahipliği yapmaktaydı ve Akdeniz'de denizcilere kolaylık sağlamak amacıyla kentler boyunca fenerler ve işaret levhaları yaygın bir şekilde kullanılmaktaydı. Her ne kadar İskenderiye limanının sularında tehlikeli sular olması nedeniyle Pharos her iki işlevi de yerine getirmiş olsa da, antik (deniz) fenerleri öncelikli amacı limanın bulunduğu yerdeki tehlike arz eden sığ alanlar ya da batık kayalar konusunda uyarı vermekten ziyade seyir kılavuzu niteliğinde inşa edilmişlerdir.
Yunan coğrafyacı ve gezgin olan Strabon (Yunanca: Στράβων; M.Ö. 64 - M.S. 24 civarı) Pharos konusunda şöyle bir gözlemde bulunmuştur:
Bu adanın en uç noktası, dört bir tarafı denizle çevrili, üzerinde adayla aynı adı taşıyan, beyaz mermerden yapılmış, hayranlık uyandıran ve birkaç katlı bir kule bulunan bir kayalıktır. Yazıttan da anlaşılacağı üzere, kralların dostu Knidoslu Sostratus bu kuleyi denizcilerin güvenliği nedeniyle dikmiştir. Zira her iki taraftaki kıyının alçak ve limansız olması, resiflerin ve sığ yerlerin varlığı nedeniyle, açık denizden gelen gemicilerin yönlerini tam olarak limanın girişine çevirmelerini sağlayacak şekilde yüksek ve göze çarpan bir işaret gerekiyordu. (Coğrafya, 17.1)
Ne yazık ki deniz fenerinin kesin tasarımı antik dönem yazarlarınca açıkça belirtilmemiştir; yapılan açıklamalarda genellikle belli belirsiz, kafa karıştırıcı ve çelişkili ifadeler yer almaktadır. Pek çok farklı kaynağın üzerinde mutabık kaldığı husus ise kulenin beyaz olması (daha görünür olmasını sağlıyordu) ve en alttaki dikdörtgen, ortadaki sekizgen ve en üstteki yuvarlak olmak üzere toplam üç katlı olmasıydı. Ayrıca (genellikle) en tepede Zeus Soter'in bir heykelinin bulunduğu konusunda da görüş birliği vardır. Dönemin Arap yazarları kulenin alt kısmının dış çevresinde yükselen bir rampa ve üst katlara ulaşmak amacıyla kullanılan bir iç merdiven tarif etmektedir. Günümüzdeki tarihçiler kulenin yüksekliğini tartışmışlardır ve tahminlere dayalı hesaplamalar 100 ila 140 metre (330-460 fit) arasında değişmektedir; bu da her halükârda Pharos'u Gize'deki piramitlerin akabinde dünyadaki en yüksek ikinci mimari yapı yapacaktır.
Kulenin tepesinde, geceleri görünmesini sağlamak amacıyla, büyük ihtimalle odunun az olması nedeniyle yağ yakılan bir ateş tutulurdu, ancak bu durumun en başından beri böyle olup olmadığı konusu tarihçiler arasında tartışmalı bir konudur. Nitekim antik yazarların eserlerinde Pharos'a yapılan başlıca kaynaklarda bir ışıktan hiç bahsedilmemektedir. Daha sonrasındaki yazılı kaynaklarda Pharos yalnızca gün ışığında kullanılan bir işaret kulesi yerine bir (deniz) feneri şeklinde tarif edilmektedir. M.S. 1. yüzyılda yaşamış Romalı yazar ''Yaşlı Plinius''un aşağıdaki anlatımında ateş ve deniz feneriyle bağlantılı başka birkaç husustan bahsedilmektedir:
Bu yapının inşasının bedeli 8.000 talente (Latince: talentum, Antik Yunancadan: τάλαντον "ölçek, tartmak" anlamına gelen antik bir ölçü birimi olup, yaklaşık 784.544,43 Amerikan Doları ve 21.163.321,39 Türk Lirası tekabül gelir) mal olmuştur; Kral Ptolemæus'un bu vesileyle sergilediği yüce gönüllülükten bahsetmeden geçemeyeceğim, mimar Knidoslu Sostratus'a yapının üzerine kendi adını yazması konusunda yetki vermiştir. Bu yapının işlevi, geceleri yaktığı ateş sayesinde çevredeki kayalıklara yaklaşmakta olan gemileri uyarmak ve böylece bunlara limanın giriş yolunu tarif etmektir. (Doğa Tarihi, 36.18)
Daha sonra ortaya çıkan Arap kaynaklarına göre, yanan ateşin denizden daha uzak mesafelere yansıtılabilmesi maksadıyla bir ayna (büyük ihtimalle cilalanmış bronzdan) bile bulunmaktaydı. Ayrıca ayna güneşi yansıtacak bir işlev de görmüş olabilir. Işığın görünmediği kule, kentin Roma imparatorluk sikkelerinde (M.S. 81-192 yılları arasında Domitian'dan Commodus'a kadar), üzerinde devasa bir heykelle Triton'un deniz kabuğu üfleyen iki küçük figürünün yer aldığı büyük, dar pencereli bir kule şeklinde net bir surette görülmektedir. Söz konusu bu sikkelerde kulenin giriş kısmı en altta yer alırken, daha sonra yapılan Arapça betimlemelerde kulenin girişi daha yukarıda tasvir edilmiştir. Ayrıca Pharos, antik çağ boyunca ortaya çıkan mozaiklerde ve lahitlerde de yer alarak bu kulenin sahip olduğu şöhreti doğrular niteliktedir.
Dünyanın Yedi Harikası
Antik dünyanın anıtlarından bazıları güzellikleriyle, sanatsal ve mimari tutkularıyla ve muazzam büyüklükleriyle dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçileri o kadar etkilemiştir ki, bu yapıların şöhreti giderek kadim gezginler ve hacıların 'mutlaka görmesi gereken (themata) mekânlar hâline gelmiştir. Bu türden yedi anıt, Herodot, Kireneli Kallimakhos, Sidonlu Antipater ve Bizanslı Filon gibi antik dönem yazarlarınca derlenen listelerde antik dünyanın en harika yerlerinin yer aldığı asıl ''ölmeden önce yapılacaklar listesi'' hâline gelmiştir. Her ne kadar diğerlerinden daha sonradan olsa da İskenderiye Feneri, böylesine uzun ve eşsiz bir yapı olduğu gerekçesiyle Yedi Harika'nın yer aldığı listeye girmeyi başarmıştır. Bu kulenin tasarımı antik dünyanın farklı bölgelerinde bulunan limanları ve denizcileri güvende tutmak amacıyla birebir uyarlanmış ve bir deniz feneri gibi o kadar meşhur olmuştur ki, "pharos" terimi o zamandan beri gemiciliğe destek olmayı amaçlayan bu tür kuleler için kullanılagelmiştir ve günümüzde de pek çok modern dilde ''deniz feneri'' anlamına gelen bir sözcük olmuştur.
İskenderiye, varlığını Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olarak sürdürmüş, hem Roma coğrafyasının en önemli ikinci kenti hem de Doğu Akdeniz'in en önemli limanı olmuştur. Bilhassa 796, 950 - altı yıl sonra yaşanan kısmi çöküşle birlikte - 1303 ve 1323 yıllarında görülen depremler İskenderiye Feneri'ne yüzyıllar boyunca ciddi hasarlar almıştır, ancak fenerin üzerinde yapılan sürekli onarım ve ilave çalışmalarla alakalı kayıtlara rastlanmaktadır. Örneğin, 1000 yılı civarında kulenin üst kısmına kubbeli bir cami eklenmiş ve 1161 yılında Fatımiler Dönemi'nde büyük bir tadilat gerçekleştirilmiştir. Bazı tarihçiler bu kulenin Arap minaresinin mimarisi üzerinde etkisi olduğunu öne sürmektedir ve ilginç bir husus da Arapça'da kullanılan hem minare hem de deniz feneri sözcüklerinin aslında birbirleriyle tamamen örtüşmesidir: ''Al-Manarah''.
(Deniz) Feneri 1330'larda yaşanan bir deprem sonucu yıkılmış ve büyük ihtimalle 14. yüzyıldan sonra tarihsel kayıtlardaki yerinden silinmiştir. Granit temelli kule, 15. yüzyılda inşa edilen Kayıtbay Kalesi'nde yeniden kullanılmıştır. Antik çağlardan bu yana deniz seviyesinin yükseldiği bölgede yapılan günümüz deniz arkeolojisi çalışmaları, bir zamanlar kuleye ve yakın çevresine ait olabilecek birkaç taş parçası ile I. Ptolemaios ve kraliçesi Berenice'ye adanmış iki anıtsal figür ortaya çıkarmıştır.
Konuya ilişkin son olarak, ilginç bir dipnot vermek gerekirse, çok sayıda örneği bulunan gerçek anlamda bir doğa harikası olan İskenderiye Feneri, deniz arkeologlarının antik İskenderiye limanı bölgesinde 40'tan fazla batık keşfetmiş olmaları nedeniyle denizcilere yardımı konusunda her zaman başarılı olamamıştır. Öte yandan, gemilere limana güvenle girmeleri konusunda rehberlik eden büyük deniz feneri olmasaydı acaba daha kaç felaket yaşanırdı kim kestirebilir ki?