Ortaçağ’da insanlar özellikle de köylüler temizlik söz konusu olduğunda kötü bir üne sahiptiler. Bununla birlikte, genel olarak akarsu ve diğer modern olanakların olmamasına rağmen, çatal-bıçakların hala kullanılmadığı bir dönemde güzel bir görgü kuralı olarak kabul edilen yemekten önce ve sonra ellerin düzenli olarak bir havzadan yıkanması gibi kişisel hijyenle ilgili yaygın olan uygulamalar vardı. Durumu daha iyi olanlar ise, daha sık hamamlar ve kaleler, malikaneler, manastırlar ve şehirler, sakinlerine daha iyi drenajlı daha iyi tuvaletler sundular ve hatta bazen eski sarnıçlar ve yerçekimi birleşimini kullanarak akarsuya sahip olma olanakları bile vardı. Doğal olarak, hijyen standartları zamana ve yere göre ve hatta elbette bireyler arasında günümüzde olduğu gibi değişiyordu. Aşağıda yer alan başlıklar Ortaçağ Avrupa'sında hijyenle ilgili genel alışkanlıkları ve beklentileri incelemektedir.
Su temini
Su, köylerde yakındaki kaynaklarında, nehirlerde, göllerde, kuyularda ve sarnıçlarda bulunmaktaydı. Gerçekten de çoğu yerleşim yeri, tam olarak güvenilir bir su kaynağının yakınında olması nedeniyle bulundukları yerde gelişmiştir. Kaleler de aynı nedenden dolayı inşa edilmiş olabilir, ve kaleler saldırı altındayken ekstra olarak güvenliği sağlamak için, kale deposunun içinden erişilebilen iç avlularına gömülmüş, bazen kalenin içinden erişilebilen taş kuyulardan kalelere ilave su temin edilirdi. Birleşik Krallık'ta incelenen 420'den fazla kalenin %80'inin içinde bir kuyu vardı ve dörtte birinde iki veya daha fazla kuyu vardı. Kuyunun şaftı son derece derin olabilir: Örneğin, İngiltere'deki Beeston Kalesi'nde olan kuyunun şaft yüksekliği 124 m'dir. İngiltere'deki Rochester'daki gibi bazı kaleler, duvarların içinden geçen bir kova ve halat sistemi kullanarak kalenin her seviyesinde kuyudan su çekme imkanına bile sahipti. Sarnıçlar, yağmur suyu veya doğal sızıntı suyu topladı ve bazen bir kale, tıpkı İngiltere'deki Chester Kalesi'nde olduğu gibi suyu bir sarnıç aracılığıyla kale veya mutfak gibi kalenin diğer alt kısımlarına taşıyan kurşun, ahşap veya seramik borulardan oluşan bir sisteme sahipti. Ek olarak bir başka su temin etme sistemi ise, yağmur suyunu bir sarnıç içine boşaltmak için çatıda borulara sahip olmaktı. Son olarak, bazen daha temiz su tahliye edilmeden önce tortunun çökmesine izin vererek suyun kalitesini iyileştirmek için çökeltme tankları kullanılırdı. Birçok manastır da bu özelliklerin bazılarına veya tümüne sahip olabilirdi.
MS 11. yüzyıldan itibaren Avrupa genelinde kentlerin sayısı ve büyüklüğü arttıkça hijyen giderek daha fazla günlük bir sorun haline geldi. Neyse ki, büyük kasabaların çoğu ticareti kolaylaştırmak için nehirlerin veya kıyı şeritlerinin yakınında yer alma eğilimindeydi, bu nedenden dolayı da bu yerlerde su temini ve atıkların bertarafı daha az sorun haline gelmişti. Kanallar, su kanalları, kuyular ve çeşmeler kent halkına (nispeten) tatlı su sağlamıştır. Bunlar, yerel işletmelere ve genel olarak nüfusa sağlık önlemleri uygulayan belediye meclisleri tarafından sürdürüldü. Örneğin, çoğu zaman, doğrudan birinin evinin veya dükkânının önündeki sokağın bir kısmını temizleme zorunluluğu vardı. Kasabalar ve şehirlerde hamamlar olabilirdi; Aydın konseyi sayesinde Avrupa'nın en temiz şehirlerinden biri gibi görünen Nürnberg'de 14 tane vardı. Yerel yetkililer ayrıca veba zamanlarında ölülerin kaldırılması gibi acil durum önlemleri aldı.
Kişisel Hijyen
Akarsu çok nadir olduğundan ve kuyudan veya yakındaki bir su kaynağından bir kova su almak için bu kadar fiziksel bir çaba harcadığı düşünüldüğünde, her gün tam bir banyo yapmanın çoğu insan için uygulanabilir bir seçenek olmaması şaşırtıcı olmayabilir. Gerçekten de, suyu ısıtmak için yakıt maliyeti göz önüne alındığında, banyolar lüks olarak görüldüğünden, örneğin keşişlerin yılda iki veya üçten fazla banyo yapmaları yasaktı. Banyo yapanlar, çoğu zaman ahşap bir yarım varil veya küvet kullanırdı. O zaman bile çok fazla doldurulmazdı, ancak 'banyo’ sürahiyi suya daldırmaktan ziyade vücuda dökülen bir sürahi ısıtılmış su kullanılarak yapıldı. Bir lord, ekstra rahatlık için keçeyle kaplanmış bir banyoya sahipti ve genellikle bir banyo ile seyahat ederdi, belki de bunun nedeni seyahatlerinde rahatına düşkün olmasıydı. Bununla birlikte, insanların büyük çoğunluğu, bir soğuk su havzası kullanarak hızlı bir şekilde temizlenirdi. Nüfusun %80'i arazide fiziksel olarak zorlu işler yaptığından, bu tür yıkanmanın günlük olarak yapılması muhtemeldir.
Orta çağ köylüleri, onları genellikle vahşi hayvanlardan biraz daha fazlası olarak tanımlayan Orta Çağ rahiplerine kadar uzanan hijyenle ilgili şakaların bel kemiği olmuştur; ancak sabahları hemen herkesin ellerini ve yüzünü yıkaması yaygın bir uygulamaydı. Pireler ve bitler yaygın bir sorun olduğu için vaktinden önce yıkama da isteniyordu. Fesleğen, papatya, lavanta ve nane gibi bitki ve çiçeklerin saman içine karıştırılması gibi bazı önleyici tedbirler alınsa bile, nadiren değiştirilen saman yatakları haşaratlar için özel bir cennetti.
Çoğu insan yemeklerini bıçak, çatal veya kaşık kullanmadan yediğinden, yemekten önce ve sonra ellerini yıkamak da yaygın bir gelenekti. Bazen sabun kullanılır ve saç, kireç ve tuzun karıştırılmasından elde edilen bir alkali solüsyon kullanılarak yıkanırdı. Dişler ince dallar (özellikle ela) ve küçük yünlü bezler kullanılarak temizlenirdi. Tıraş, keşiş olmadıkça ya hiç yapılmaz ya da haftada bir yapılırdı, bu durumda biri erkek kardeş tarafından her gün tıraş edilirdi. Ortaçağ aynaları hala çok büyük veya net olmadıklarından çoğu insanın gerektiğinde yerel berberi ziyaret etmesi daha kolaydı.
Sıradan köylü yıkandığında muhtemelen günün kirinden kurtulmakla daha fazla ilgileniyordu, ancak bir Aristokrat’a göre kibar bir toplumda sempati kazanmak için dikkat edilmesi gereken birkaç ayrıntı daha vardı. Kişinin akranlarına yakın ve kişisel olarak yaklaşabileceği yemekler gibi sosyal ortamlarda, hijyen özellikle dikkat edilmesini gerektiriyordu ve burada Les Countenance de Table'dan olduğu gibi, hayal gücü kabiliyetinden yoksun lokantalar için yardımcı rehberler olarak üretilen görgü kuralları bile vardı:
...
Ve parmaklarınız temiz, tırnaklarınız bakımlı olsun.
Bir lokma dokunulduğunda, tekrar tabağa konulmamalıdır.
Çıplak ellerinizle kulaklarınıza veya burnunuza dokunmayın.
Yemek yerken dişlerinizi keskin bir demir ile temizlemeyin.
Tabağı ağzınıza götürmemeniz yönetmenlikçe emredilmiştir.
İçecek içmek isteyen önce ağzındakini bitirmelidir.
Ve önce dudaklarınız silinsin.
Masa temizlendikten sonra ellerinizi yıkayın ve bir şeyler için.
(Singman, 154)
Keşişlerin, Fransa'daki Cluny Manastırı da dahil olmak üzere, yemeklerden önce ellerini yıkadığı bir lavabo veya büyük bir havzaya sahip olan yıkama için kendi özel alanları vardı. Haftada iki kez değiştirilen havlulara sahip olduklarını bilmekle beraber, suyun ise sadece haftada bir değiştirildiğini kaynaklardan biliyoruz. Bir kalenin veya malikânenin Büyük Salonu, genellikle ziyaretçilerin ellerini yıkaması için benzer büyük bir havzaya sahipti.
Kısacası, yıkanmayı bir tür işkence olarak gören kirli Ortaçağ köylülerinin modern filmlerinde ve kitaplarındaki ortak temsil, belki de tam olarak doğru olmadığını ve tüm sınıflardan insanların kendilerini koşullarının izin verdiği kadar temiz tuttuklarını söylemek yerinde olur. Bununla birlikte, Ortaçağ Avrupalıları, hatta daha yüksek sınıflardan olanlar bile, Haçlı Seferleri sırasında Bizanslılar veya Müslümanlar gibi diğer kültürlerle temas kurduğunda, Avrupalıların hijyen açısından en iyi ikinci sırada yer aldığı da doğrudur.
Tuvaletler
Köylerde veya malikânelerde köylüler kendi atıkları için bir lağım çukuru kullanırlardı ve bu atıklar daha sonra alınıp gübre olarak tarlalara serpilebilirdi. Bazı durumlarda, küçük bir kulübe biraz mahremiyet alanı sağlardı ve içinde bir delik bulunan ahşap bir tezgâh biraz rahatlık verirdi. (aynı zamanda lağım çukuruna düşme ihtimalini azalttı). Geceleri lazımlık kullanılırdı ve daha sonra lağım çukuruna boşaltılırdı. Tuvalet peçetesi veya gerçekten peçetenin herhangi bir türü olmadan, insanlar bir avuç kuru ot, ot, saman ya da yosunla idare etmek zorunda kaldılar.
Bir kaledeki abdesthane veya hela olarak da bilinen tuvaletler, atıklar bir delikten kale duvarlarının dibindeki bir lağım çukuruna veya hendek içine bir delikten kanalize edilmesine rağmen (askeri tarihte çok fazla konuşulmayan ek bir savunma özelliği) diğer her yerdeki tuvaletlerle hemen hemen aynıydı. Bazen yan yana duran iki tuvalet vardı ve bunlar, akan bir dereden düzenli olarak su ile dolu olan bir kanala boşalabiliyordu. Aynı düzenleme, tuvaletlerin bir araya getirildiği manastırlarda da yaygındı. Cluny Manastırı'nda, on iki küvetli bir hamamın da bulunduğu 45 tane odacık vardı. Kaleler, özellikle sur kulesinde üçgen şeklindeki pisuvara da sahip olabilirdi.
Kasabalarda, zenginlerin arka bahçelerinde, hatta evin kendisinde, atıkları avluya boşaltmak için bir kanal veya oluk bulunan kendi tuvaletleri vardı. Daha yoksul sınıfların daha yoğun olarak yaşadığı yerlerde, haneler genellikle tek bir dış tuvaleti veya ortak bir lağım çukuruna giden atıklarıyla birlikte birkaç tuvaleti paylaşırdı. Taşla kaplı lağım çukurları diğer ev çöplerini de içerirdi ve bu özel ve tatsız işe adanmış profesyonel bir işçi tarafından düzenli olarak boşaltılırdı. Atıkların sokağa atılmasını yasaklayan düzenlemeler vardı, ancak bunlar genellikle göz ardı edilirdi ve şiddetli yağmur ya da daha da kötüsü seller, kasabanın sağlık sisteminde hasara neden olabilirdi ve su kaynağını kirletebilirdi. Kasabalar da at ve eşeklerle doluyken ve çiftlik hayvanları başka yerlere ya da kasaplara götürülürken, sokaklar genellikle kirliydi ve bu, her zaman var olan sıçanlar, fareler ve diğer haşeratlarla birleştiğinde, şehir merkezlerinin hastalık için ideal üreme alanları haline geldiği anlamına geliyordu.
Veba ve Hatalıklar
1347'den 1352'ye kadar zirveye ulaşan Kara Ölüm, Ortaçağ Avrupa'sını vuran birçok veba ve hastalık dalgasından (her ne kadar en ölümcül olsa da) sadece biriydi. Sıçanlarda pireler tarafından taşınan hıyarcıklı veba, barındığı her yerde nüfusun %30 ila %50'sini öldürdü. Ortaçağ hijyeninin düşük standartları, buna neyin sebep olduğunu tam olarak anlayamama ve etkili karantinaların olmaması gibi başka faktörler olmasına rağmen, kesinlikle buna yardımcı oldu. Milano ve Bohemya gibi birçok Ortaçağ yerinin nispeten zarar görmeden hayatta kaldığını belirtmek de ayrıca önemlidir, bu nedenle vebanın yayılmasını yalnızca hijyen ve uygun sağlık hizmetlerinin eksikliğine bağlamak o kadar kolay değildir.
Endişe verici bir yayılmayla birdenbire ortaya çıkan korkunç vebaların ve salgın hastalıkların yanı sıra, günlük yerlerde gizlenen eşit derecede ölümcül tehlikeler de vardı. Yetersiz gıda hazırlama ve depolama, belirli bir sağlık risk teşkil ediyordu. Ortaçağ’da Saint Anthony'nin Ateşi olarak bilinen ishal salgınları (ergotizm), mantarlar tarafından zehirlenmiş çavdar yemekten kaynaklanıyordu. Özellikle, deri hastalıkları da yaygındı, ancak bunların nedeni pisliklerin olabileceği kadar yetersiz beslenme de olabilirdi.