Yezidilik; esas itibariyle Kuzey Irak, Kuzey Suriye ve Güneydoğu Türkiye’de yaşamakta olan etnik-dini bir topluluk olan Yezidilerce icra edilen senkretik, Tektanrılı bir dindir. Yezidilik, taraftarlarınca dünyadaki en eski din ve ilk gerçek Tektanrılı dini inanç olarak kabul edilir. Yezidi takvimi, dinin ve evrenin yaklaşık olarak 7000 yaşında olduğunu; Gregoryen Takviminden 5000 yıl ve Yahudi Takviminden 1000 yıl daha eskiye dayandığını belirtir. Yezidilik; senkretik gelişmenin zengin bir geçmişini barındırır. Yezidilik, binlerce yıl boyunca, Zerdüştlük, Maniheizm, Gnostisizm, Hıristiyanlık ve İslam unsurlarını bünyesinde barındırmıştır. Bu dinlerin hepsinin arasında 1162 yılından 15.yüzyıla kadar olan sürede bir kaynaşma olmuştur. Sonuç itibariyle, bu süreçte Yezidi kültürü ve etnik kimliği ortaya çıkmıştır. Yezidiliği anlamak için, her şeyden önce, tarihi geçmişini açıklamak gerekir.
Yezidiliğin Kökenleri
İlk Yezidi topluluk tarihi hakkında neredeyse hiçbir şey kayda alınmamıştır. “Yezidi” kelimesinin etimolojik geçmişi belirsizdir. Bazı bilim insanları, bu kelimenin Orta Farça ve Kürdi’de “Tanrı” anlamına gelen Yezed teriminden gelip gelmediği konusunda hala da tartışmaya devam etmektedirler. Diğer bazı araştırmacılar, Yezidilerin, İran’da Zerdüşt şehri Yezd’den geldiğini düşünüyorlar. Başka bir teoriye göre Yezidi kavramı, 680-683 yılları arası dönemde hüküm süren ve İslam Peygamberi Hz Muhammed’in torunu Hüseyin ibn Ali’yi katleden Emevi Devleti Halifesi Yezid ibn Muaviye’den gelmektedir. Emevi Halifeliğinin 750 yılında yıkılmasından sonra, Emevi Hanedanlık torunları ve Emevi yanlısı diğer topluluklar rakip Abbasi Halifeliği güçleri zulmünden kaçarak Kürt dağlarına sığınmışlardır. Sığındıkları bu dağlarda bulunan Kürtler vefa göstererek onları karşılamışlardır. Bu teoriden, Emevi mülteciler Yezidilerle aralarında evlilik yaptıkları, ataları ve eski yönetici Yezid bin Muaviye’ye olan hayranlıklarını gelecek kuşaklara aktardıkları sonucu çıkarılmaktadır. Bu teori, Batılı araştırmacılar arasında popülerliği hala da devam etmektedir, çünkü Yezidilik dini inancında, Halife Yezid’in tarihsel figürü, Tanrı’nın üç tezahüründe ilahi bir şahsiyet olan Sultan Ezid şeklinde görülmektedir.
Yezidiler kendilerini Ezid, Ezi ve Izıd olarak tanımlarlar. Ayrıca, Daseni veya Dasaniyat’ın Nasturi Hıristiyan piskoposluklarıyla bağlantılı olan Dasini veya Dasin olarak da tanımlanırlar. Vaftiz olma ve alkol tüketimi gibi bazı ritüellerin Hıristiyan geleneklerinden alındığı için Yezidilik inancı bazı yönlerinin Hıristiyanlıktan kaynaklandığına dair önemli bazı kanıtlar da sunulmaktadır.
Müslüman tarihçi Abdülkerim El-Semani (ö.MS 1167), ilk olarak 12.yüzyılda, Irak’ta yaşayan bir topluluk olan Yezidileri tarihsel açıdan kaydetmişti. Kuzey Irak’ta, Musul Hulvan Bölgesinde El-Yezidiyye adlı bir topluluktan bahsetmişti. Yezidilerin zühd hayatı yaşadıklarını ve nadiren yabancı kişiler ile ilişki kurduklarını yazmıştı. Ayrıca, El-Yezidiyye’nin Halife Yezid bin Muaviye’ye saygı duyduklarını belirtmişti ve bu durumları modern Yezidi inancıyla tutarlı olmaktadır. Hıristiyan Din Âlimi Gregorious bar Hebraeus (ö. 1286) ve Şafii Din Âlimi İbn Kesir (1301- 1373), Kuzey Irak’ta Zerdüşt Tairahitler ve Magism/Magianism adlı eski dini ibadet formları olan Tirhiye gibi İslam öncesi inançları uygulayan birçok Kürt olduğunu belirtmişlerdi. Şemsani olarak bilinen diğer bir halk ise Maniheizm inancı ibadet kurallarını icra ediyordu. Ancak, 12.yüzyılın ilk başlarında Kürt Dağlarına gelen bir adam, Kürtlerin kaderini sonsuza dek değiştirecekti: Bu adam, âlimler ve Yezidilerce Yezidiliğin kurucu babası olarak kabul edilen Şeyh Adi/Şêx Hadi (Adyy bin Müsafir) idi.
Şeyh Adi, Bağdat’ta diğer İslam mistisizm âlimleriyle birlikte eğitim görmüş, 12.yüzyılda yaşamış Sufi mistik bir kişilikti. Kürt dağlarından gelen ve orada bir Sufi varlığı oluşturan mistik kişiler arasında Şeyh Uqayl al Manbiji ve Şeyh Abdu’l-Vefa al Hulwani de vardı. Bu sosyal durum Şeyh Adi’yi bütün arzulardan ve benlikten uzak, züht bir hayatı yaşamak üzere Kuzey Irak’a seyehat etmeye sevk etmişti.
Şeyh Adi, 12.yüzyılın ilk başlarında Bağdat’an ayrılarak Laleş Vadisinde dervişler veya Sufi Müslüman zahitler dergâhını kurmuştu. Bölgede inanç sistemi, Zerdüştlük, Maniheizm, eski İran dinleri ve Emevi halifesi Yezid bin Muaviye’yi yüceltmenin bir karışımı olan bir Kürt topluluğuyla karşılaşmıştı. Şeyh Adi mucizeler gerçekleştirmiş ve Kürt köylülerini o kadar etkileyen bir zahitlik hayatı yaşamıştı ki, onun taraftarları olmuşlardı. Şeyh Adi, 1162 yılında Laleş’te ölünceye kadar onlara mistik islam formunu öğretmişti. Mezarı, taraftarları için bir hac yeri haline gelmiştir. Ve en sonunda, Şeyh Adi taraftarları, Kıble’yi, yani Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri istikamet olan Mekke’den alıp Laleş’e döndürmüşlerdi. Bu davranışları Yezidi inancının İslam dininden uzaklaşmanın ilk adımı olmuş ve Şeyh Adi takipçileri de kendilerini Yezidi diye tanımlamaya başlamışlardır.
Yıllar geçtikten sonra, Şeyh Adi/Şêx Hadi yeğeninin torunu Şeyh Hasan, 13.yüzyılda Müslüman dünyasında Yezidi inancı etkisini daha da genişletmişti. Yezidi sözlü geleneğine göre Şeyh Hasan, Şeyh Adi düşüncelerini yazılı hale getiren dini bir metin Kitab ül Cilve le Arbab el-Halva (Kitab ül Cilve) yazmıştır. Yezidiler, Şeyh Hasan’ın hükümranlığı döneminde, Haçlı Seferlerinin olduğu zamanlarda Selahaddin Eyübi Müslüman ordusuna asker olmuş ve Eyübi Sultanlığına elçi olarak da hizmet vermişlerdi. Yezidilik, Kürt toplulukları arasına yayılmış ve birçoğu dinlerini değiştirmişlerdi (Bid’at). Ve Yezidiler, Müslüman dünyası geniş kesimlerine göç etmeye başlamışlardı.
Şeyh Hasan yönetiminde Yezidilerin artan gücü birçok Müslüman oluşumu, özellikle Musul Valisi Bedreddin Lulu’yu kaygılandırmıştı. Bazı Yezidi ve diğer Kürt toplulukları Şeyh Hasan yönetimine destek vermemiş; yönetime karşı isyan etmeye başlamış ve vergi vermeyi de reddetmişlerdi. Musul Valisi Lulu, Şeyh Hasan yönetiminde büyük bir Kürt isyanı olmasından korkmuş, bü yüzden de ordusunu Kürtleri öldürmek ve hapse atmak üzere seferber etmiştir. Askerleri verilen görevi yerine getirmiş ve Şeyh Adi kemiklerini mezarından çıkararak Laleş’de yakmışlardı. Şeyh Hasan da, 1253 yılında, Musul’da yakalanmış ve başı kesilerek infaz edilmişti. Şeyh Hasan’ın bu şekilde infaz edilmesi, 21.yüzyıla kadar devam eden; Yezidilerin yaşadıkları zulmün başlangıcı olmuştur. Yezidilik inanç coğrafyası, 14.yüzyılda, Kürt Dağlarında Süleymaniye şehrinden başlayarak Türkiye’de, Antakya kentine kadar uzanıyordu. Ancak, Yezidiler, 15.yüzyıldan itibaren devam eden zulme maruz kalmaları ve merkezi bir liderliğin olmamsı nedeniyle kabile toplumu helinde yaşamışlardır.
Yezidi Dini ve İlkeleri
1162 yılından 15.yüzyıla kadar olan 300 yıllık senkretizasyon (kendi içinde kaynaşma) döneminde Yezidilik İslam’dan büyük ölçüde sapmaya başlamıştı. Yezidiler alkol almaya başlamış ve ibadetlerini icra etmelerinde Mekke’den dönerek, Şeyh Adi/Şêx Hadi Törbesine doğru yönelmişlerdi. Bu davranışları Müslümanların hor gördüğü bir faaliyet olmuştur. Ama yine de, hem Müslümanlık ve hem de Yezidilik Tektanrılı bir din idi ve hala da öyle olmaya devam etmektedir. İslam’da Tanrı’nın “birliği” veya tevhidi en önemli şeydir. Tevhid; Tanrı akrabalarının veya aile üyelerinin olmadığı, hiçbir şeyin ona benzetilemeyeceği ve bölünemez olduğu anlamına gelmektedir. Bu özelliğiyle O’nun Teslis’ten (Kutsal Üçleme) oluşamadğı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Tevhid; Tanrı’nın evrendeki Tek Tanrı, Tektanrılığın örneği olduğu anlamına gelir. Amerikalı araştırmacı, Din Bilimleri Âlimi Prof.Huston C. Smith, İslam’daki Tanrı algısı hakkında şunları söylemektedir:
Bu Tanrı, heybeti bütün göğü ve yeri dolduracak kadar çöl mağarası sınırlarını aşmıştır. Kesinlikle herhangi bir tanrı veya tanrılar arasında en büyük tanrı değildi. O, isminin tam anlamıyla iddia ettiği şey iddi: O, Tek ve Biricik Tanrı idi, rakipsiz ve Tek. Çok geçmeden bu çöl mağarası sınırlarından Arap dilinin en büyük cümlesi duyulacaktı: Bir halkı harekete geçirecek ve güçlerini bilinen dünyanın sınırlarına kadar yayacak olan derin, elektriklendirici bir haykırış: La İlahe İllallah! Allah’tan başka bir İllah yoktur (Smith, 225).
Benzer şekilde Yezidiler de Xwedê (Allah) diye tanımladıkları Tanrı’nın varlığına inanırlar. Xwedê, iyiliksever, her şeyi afeden ve merhametli bir Tanrı ve aynı zamanda evrenin yaratıcısıdır. Yezidiliğin ardışık nesillere aktarıldığına dair Yezidi sözlü geleneğine göre Xwedê kendi özünden, beyaz bir inci yaprağı oluşturmak suretiyle dünya’yı yaratmıştır. Daha sonra ilk kuş olan Anfar’ı yaratmış ve inciyi 40.000 yıl boyunca Anfar’ın sırtına koymuştur. Ve dünya bu süreçte ortaya çıkmıştır.
Xwedê’nin nitelikleri konusunda Yezidi iki dini metinlerinde ayrıntılı olarak açıklama getirilmiştir. Bukitaplar; Kitab ül Cilve ve Mushafa Reş. Batılı bilginlerce daha sonra derlenmiş olsalar da Kitab ül Cilve ve Mushafa Reş kitapları içerikleri itibariyle Yezidi sözlü geleneğini doğrular niteliktedirler ve bu nedenden dolayı da otantik olarak görülebilirler. Kitab ül Cilve’de Tanrı’ın şöyle bir açıklaması yer alır:
Ben vardım, şimdi varım ve sonum olmayacak. Bütün varlıklar ve kendi suretimin koruması altında olan herkesin işleri üzerinde egemenlik kullanıyorum. Bana güven duyan ve ihtiyaç duydukları zamanlarında bana seslenen herkese yardım etmek üzere her zaman hazırım. Bana göre, gerçek ve yalan bilinmektedir (Josephus,30).
Yezidiler, bu nedenle, Tanrı’yı her şeye gücü yeten, her yerde bulunan ve her şeyi bilen olarak görürler. Bu algılamaları, Müslümanların da Allah’ı algıladıkları şeklindedir. Ayrıca Yezidi Tanrı’sı insanlara özgür irade vermiştir, bu kavram aynı zamanda Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta da bulunan teolojik bir kavramdır. Tanrı, Yezidi ikinci Kutsal Kitabı olan Mushafa Reş’te şöyle der: “Herkesin kendi doğası emirlerini takip etmesine izin veriyorum, ancak bana karşı çıkan çokça pişman olacak” (Josephus,30). Ayrıca, Yezidi Tanrısı, insanların Allah’ı algıladıkları gibi algılanamaz ve iradesini ihlal edenleri cezalandırabilir.
Yezidilik ve İslam bazı benzerlikleri paylaşmış olsalar da, Yezidilerin Tanrı’yı nasıl algıladıkları açısından konuyu ele alacak olursak Yezidilik, İslamdan ayrılmaktadır. Yezidilikte, Tektanrı’lı bir din olsa da, Melek Tavus (Kürdi’de; Melekê Tawus) Şeyh Adi ve Sultan Êzid’den oluşan Kutsal Üçleme vardır. Bu Kutsal Üçleme, Şeyh Adi ve Sultan Êzid tarihsel karşılıklarının tanrılaştırılmış versiyonları olmaktadır: Şeyh Adi; Yezidilerin Kürt atalarına İslam’ın kendi versiyonunu öğreten Sufi bir mistik ve vaizdir. Sulatan Êzid ise; Emevi Halifesi Yezid bin Muaviye olmaktadır. Ancak, Melek Tavus, Kutsal Üçlemenin baş üyesidir. Tanrı’nın bir tezahürü ve 1000 yılda bir Yezidi halkına ilahi bilgelik bahşetmekle görevli insanlık elçisidir. Heft Sır (Yedi Melek) lideri olarak Melek Tavus ve astları geleceği önceden belirlemekten sorumludurlar. Yezidiler, O’nu inançlarının sembolü olarak görürler. Tanrı’nın dünyevi tek temsilcisi olarak, O’na derin bir saygı duyarlar. Yezidi Kutsal Üçlüsü; Tanrı’nın gözlemlenebileceği tek yol ve tapınılmada bir hedeftir. Yezidi ilahisi “İnancın Sembolü” veya “Şedha Dini” şöyle bir açıklama getirir:
İnacımın şahidi bir Allah’tır,
Sultan Şeyh Adi benim şahımdır,
Sultan Êzid benim padişahımdır
Tavus Melek benim beyanım ve imanımın gayesidir,
Allah’ın inayetiyle, biz Yezidileriz,
Sultan Êzid adının takipçileriyiz
Allah’a hamdolsun, dinimizden ve cemaatimizden razıyız (Açıkyıldız, 71-72)
Melek Tavus Teolojisi: Şeytan’a Tapınma Suçlamaları
Yediliğin Kutsal Üçlüsü, onu İslam’dan ayrırken, iki inanç arasındaki en büyük teolojik fark, Melek Tavus’un İslamdaki Şeytan görüşüyle nasıl çeliştiğidir. Yezidi sözlü geleneğinde, Tanrı’nın, Melek Tavus’a diğer varlıklara boyun eğmemesini emrettiği belirtilir. Bu geleneğe göre Tanrı, daha sonra, ilk insan Âdem’i topraktan yaratarak Melek Tavus sadakatini sınamak ve ardından O’na Âdem’e boyun eğmesini istemiştir. Ancak Melek Tavus bu isteği reddederek, “Başka bir varlığa nasıl boyun eğebilirim. Ben Sen’in ışığından yaratıldım, Âdem ise topraktandır” (Williams) diye haykırmıştır. Sonuç olarak, Tanrı, Melek Tavus’u övmüş ve O’nu yeryüzündeki temsilcisi yapmıştır. Yezidiler, Melek Tavus’un Âdem’e secde etmeyi reddetme iradesini Tanrı’ya en saf adanmışlık eylemi olarak yorumlarlar.
Müslümanlar ise Melek Tavus’un Âdem’e boyun eğmeyi reddetme iradesini sapkınlık (heretical) olarak görürler. Tıpkı Melek Tavus gibi, Allah’ın, Âdem’e secde etme emrini reddeden Şeytan’la (Kuran’da İblis olarak tanımlanır) aynı kefeye koyarlar. Allah, On’u methetmek yerine, emrine uymadığı içi, bir ceza olarak Şeytan’ı Cehennem’e atmıştır. Kuran’da Allah şöyle seslenir:
Biz dedik ki; “Âdem’e secde edin. Hepsi secde etmiş, ancak İblis secde etmemiştir. O, cinlerdendir ve Rab’ın emrine karşı gelmiştir. Siz, onlar düşmanlarınız olduğu halde, onu ve onun soyunu, Beni bırakıp da onları efendi mi kılacaksınız? Kötülük edenler için ne berbat bir anlaşma! Ben onları, göklerin ve yerlerin yaratılışına ve kendi yaratılışlarına şahit kılmadım… Aralarına ölümcül bir uçurum koyacağız. Kötüler ateşi görecekler ve oraya düşeceklerini anlayacaklar. Ondan bir kaçış yolu bulamayacaklar” (Kehf Süresi 18:50-53).
Melek Tavus ile Şeytan arasında paralellik kurulması nedeniyle, birçok Müslüman ve Hıristiyan, Yezidileri Şeytan’a tapanlar olarak suçlamışlardır. Bu suçlama aslında temelsizdir. Oysa Yezidilik’te, Melek Tavus, Şeytan’dan ayrı bir varlıktır ve Yezidilik inancında “Şeytan” diye bir kavram da yoktur. Yezidilerin “Şeytan” kelimesini veya Şeytan kelimesine benzeyen kelimeleri telaffuz etmeleri de yasaktır. Çünkü böylesi bir söylem Şeytan’ın karakteristik kötü özellikleri Melek Tavus ile ilişkilendirilmiş olmaktadır. Mushafa Reş Kitabında şöyle bir ifade yer alır: “Hiçbirimizin Şeytan adını veya ona benzeyen hiçbir kelimeyi, örneğin, Sheitan (Şeytan), kaytan (kordon), şar (kötülük) şat (nehir) ve benzer kelimelerin anılmasına izin yoktur” (Joseph, 40).
Bu önemli teolojik anahter niteliğindeki nüansa rağmen, Müslüman ve Hıristiyanlar, yüzyıllardan beri Yezidilere zulüm etmeye devam etmektedirler, çünkü Yezidi olmayanlar Melek Tavus’u yanlış bir yorumla Şeytan olarak tanımlamışlardır. Yezidiler tarihsel olarak 74 soykırım girişimi olaylarını yaşamışlardır. En sonuncusu 2014 yılında başlayan ve günümüze kadar devam etmekte olan Irak ve Şam İslam Devleti örgütü (IŞID) eliyle gerçekleşmiştir.
Yezidilik: Korunan Bir İnanç
Yezidiler, qewwaller olarak bilinen özel bir rahip kastı tarafından nesilden nesile sözlü olarak aktarılan gelenekleri ve dini inançları konusunda son derece ketumdurlar. Yezidiler, yabancı kişilerin, onların en kutsal geleneklerini öğrenmelerini ve geleneklerine katılmalarını engellerler. Ayrıca, Yezidi evlilik geleneği, inanç ve grup güvenliği saflığını korumak amacıyla iç evlilik (endogamous) şeklindedir. Yezidi bir kişi, Yezidi olmayan biriyle evlenirse, yabancı olarak kabul edilir ve topluluktan men edilir. Bu aşırı korumacılık duygusu bazılarına şaşırtıcı gelebilirken, uygulamanın asıl kökleri zulüm, kan dökülmesi ve Yezidilerin belirsiz tarihine dayanmaktadır. Yezidiler, yüzyıllardan beri sayısız imha girişiminden kurtulmayı başarabilmişlerdir, diğer yandan da, bu türden vahşet olayları derin kültürel yaralar bırakmıştır. Günümüzde Yezidiler, tarihleri boyunca şiddete kurban giden kardeşlerini ciddiyetle anıyorlar. Ancak, aynı zamanda, yüzleri geleceğe yönelik olup hep geleceğe bakıyorlar. Genç kuşaklarına Yezidiliğin ilkelerini öğretiyor ve en nihayetinde dini ibadetlerini barış içinde icra edebilecekleri günü umuyorlar.