Yurt (Moğolca'da ger), henüz yazının icadından önceki zamanlarda Asya bozkırlarının göçebe halkları tarafından kullanılan ahşap bir çerçeve üzerine gerilmiş, yün keçeden yapılmış, büyük, dairesel bir çadırdır. Yurtlar özellikle Moğol çobanları ve avcıları ile özdeşlemiş ve Cengiz Han (h. 1206-1227) gibi önemli şahsiyetler tarafından ismini Asya topraklarının dışına kadar duyurmuştur. Bu çadırlar çeşitli boyutlarda yapılabilmiş ve hatta bazen hareket kolaylığı sağlamak için arabaların üzerine kalıcı olarak inşa edilmişlerdir. Yurtlar, bugün hala Avrasya'nın en ücra köşelerinin genellikle sert iklimlerinde yaşayan göçebelerinden bahsedilirken akla gelen ilk şeylerden biri haline gelmiştir.
İsmin Doğuşu
Yurt çadırı, ezelden beri Kuzey Doğu Asya'nın göçebe-çoban halkları tarafından kullanılmaktadır. Kabilelere yeni otlaklar bulmak için sürüleriyle birlikte hareket ettiklerinde hem taşınabilecek kadar hafif hem de pratik olan yarı geçici bir yuva olmuşlardır. Yurt adı Batı'da daha bilinen bir isimdir ve Rusça'daki yurta kelimesinden türemiştir. Bununla birlikte, Rusça terimin kendisi, 'halk' veya üzerinde dolaştıkları bölge anlamına gelen Türkçe bir kelime olan jurt'tan türemiştir. Moğolca'da bu çadırın adı 'ev' anlamına gelen ger'dir.
Tasarımı ve Yapısında Kullanılan Malzemeler
Moğol İmparatorluğu (1206-1368) zamanlarında ve öncesinde, yurt çadırının dış katmanı geleneksel dövülmüş koyun yününden meydana getirilen keçe katmanlardan oluşuyordu. (koyun yünü ezilir, liflerdeki mikroskobik çengeller birbirine kenetlenir ve böylece sağlam bir kumaş oluşur) Moğol koyunlarından dokumaya uygun yün yapılmamış ve bu keçe, giysi ve battaniye üretmek gibi birçok amaç için kullanılmıştır. Keçe daha sonra koyun sütü veya yağı eklenerek su geçirmez hale getirilmiştir. Bu işlem aynı zamanda malzemeyi daha iyi bir yalıtkan yaptı ve yünü hava muhalefetlerinden korumuştur. Günümüzde ise bu malzeme yerine daha farklı alternatif malzemelerin kullanılımına rastlamak mümkündür.
Keçe veya ikame malzeme, ahşap bir halka ile ahşap bir kafes çerçeve üzerine yayılır. Dış duvarlar bazen işlemeli geometrik tasarımlarla veya yerel bitki ve hayvan tasvirleriyle süslenir. Çatının tam ortası, ışığın içeri girmesi ve yurdun içindeki ocaktan duman çıkması açık bırakılır - yakılan yakıtın genellikle kurutulmuş gübre tuğlaları olduğu düşünüldüğünde bunu mantıklı bir tasarım olarak kabul etmek içten bile değildir. Yurdun yassı tepesi, göçebe peynirini rüzgarda ve güneşte mayalamak ve muhafaza etmek için kullanışlı bir yer olduğunu kanıtlamıştır. Çadırın kapı ve kapı çerçevesi - genellikle güneye bakacak şekilde düzenlenir - ahşaptan yapılır ve ayrıca çadır ahşap bir tabana da sahip olabilir. Yurt boyutları değişmektedir ve orta çağda ve daha öncesinde kullanılanlar, muhtemelen bugün hala kullanılan ve tipik olarak tek bir küçük ailenin yaşadıklarından çok daha büyüktü.
Yurt Obaları
Bir aile bir yurdu sadece bir saatte inşa edebilse ve indirildiğinde kolayca bir ata, deveye veya at arabasına yüklenebilse de, bunu yapmaktan daha da pratik bir seçenek vardı (ve bu yöntem hala kullanılmaktadır). Bu, orta çağda görülen özel bir yurt türü idi ve ismi de bir arabaya kalıcı olarak monte edilen khibitkha (ya da ger tergen) olarak bilinirdi. Bahsi geçen şahsına münhasır geniş arabalar devasa olabilir ve gerektiğinde büyük bir insan grubu veya boyunduruğa geçirilmiş birkaç öküz tarafından çekilirdi. 13. yüzyıl tarihçisi Rubruck'lu William, 22 öküz tarafından çekilen 'gemi direkleri kadar büyük' dingillere sahip bu vagonları gördüğünü kayıtlara geçirmiştir. (Lane, 52'den alıntılanmıştır). Ayrıca, Ögeday Han'ın (h. 1229-1241) torunu Shiremun'un vagonlu yurtları, bir han ölüp de birçok acı taht kavgaları baş verdiği zamanlarda da olduğu gibi, gizlice Moğol aşiret reislerinin toplantısına bir asker taşıma aracı olarak kullandığına dair rivayetler de vardır.
Khibitikha o zamanlarda bir lükstü ve klan liderleri ve kabile reisleri gibi seçkinler için ayrılırdı. Aynı şekilde, bir kabilenin daha kıdemli ailelerinin her birinin birkaç yurtları olabilir ve bunlar grubun daha büyük çocukları, korumaları, hizmetçileri ve cariyeleri gibi farklı mensuplarını ayrı ayrı barındırmak için kullanılabilirdi. Bir obanın (ordu) konumlandırılma işlemi imparatorluk kampları ve diğer büyük kamplarda oldukça önem arz etmekteydi. Bu obalarda en büyük eş batıya en yakın olan çadırı alırken en küçük eş ise doğuya en yakın olan çadırı alırdı. Cariyeler, çocuklar ve hizmetkarlar ise obada görece daha geri planda konumdaki çadırlarda konaklarlardı.
Daha sıradan göçebeler tarafından oba yapmak için kullanılan geleneksel yöntem ise, içinde kabilenin araçlarının ve hayvanlarının yerleştirildiği bir yurt çadırı çemberi oluşturmaktı. Bu yöntemin adından gure'en olarak bahsedilirdi fakat, çoğu göçebe herhangi bir alanda otlaklara aşırı yük bindirmemek için küçük gruplar halinde yaşadığından bu yöntem gerçekte yalnızca ya büyük toplantılarda yahut da kıdemli şefler tarafından kullanılmakta idi. Hanın bulunduğu imparatorluk obaları, içerideki çadırlara bir dış kare çerçeve oluşturan vagonlarla zıt bir düzenlemeye sahip olarak görünürdü. Aşiret reisinin çadırı tipik olarak kampın ortasına kurulurken, han her gece hangi karısıyla vakit geçirmek istediğine bağlı olarak hareket ederdi. Gure'en terimi daha sonra herhangi bir müstahkem kampa ve daha sonra Moğol İmparatorluğu'nun standart sosyal ve askeri birimine, yani mingan olarak da adlandırılan 'bin'e uygulanmaya başladı.
Yurt Çadırlarının Değişimi
Moğollar arasında, en küçük oğulun babasının yurt çadırını ve kişisel eşyalarını miras aldığına dair ilginç bir gelenek olmasına rağmen, yurt çadırı açıkça bir ailenin refahı için gerekliydi. Temel bir yurt çadırı bile değerli sayılacak bir maldı, ancak Moğollar imparatorluklarını kurduklarında, bu çadırlardan bazıları gerçekten çok görkemli nesneler haline geldiler. Tebeşir, kil veya toz kemik kaplaması sayesinde dışları genellikle beyaz renkteydi. İçleri ise altın brokar, mücevherler ve incilerle cömertçe dekore edilmiş olup, döşemesi ince halılardan oluşuyordu. 13. yüzyılın ortalarında, Semerkant'taki Moğol valisi Mes'ud Beg, tamamen ipek ve altından dokunmuş bir çadıra sahipken, Horasan valisinin çadırının iskeletinin 1.000 altın çivi kullanarak bir arada tutturulduğu haberleri de etrafta yankılanmıştır.
Moğol İmparatorluğu'nun kurucusu Cengiz Han, saltanatı boyuna bir yurt çadırında yaşamasıyla da ünlüydü ve sarayda yaşama fikrinden uzak durdu. Halefleri daha kalıcı yapılarda yaşamayı tercih ettikleri için sadeliği terk ettiler. Başkent Xanadu'da (Shangdu) belki de tüm sarayların en görkemlisine sahip olan Kubilay Han (h. 1260-1294) bile bir yurt çadırının cazibesinden vazgeçemedi ve birkaçını avlanma alanlarında tuttu. Hatta kimi zaman da kraliyet ikametgahının avlusunda kurulmuş bir obada uyurdu. Han'ın Pekin'de başka bir obası daha vardı ve burada daha da ileri gidip tonlarca bozkır toprağını, bitkisini ve hatta kaplan heykellerini de taşıtarak bütün bir bozkır manzarasını bu topraklarda yeniden yaratmıştı.
Şehirler fethedildiğinde bile, göçebe Moğolların bazen yurtlarını, örneğin birçok villa bahçesine yurtların kurulduğu 13. yüzyıldaki Saray'da olduğu gibi, yıkılan şehir surlarının içine kurduklarına dair arkeolojik kanıtlar bulunmaktadır. Yurt çadırları kentsel ortamlardaki ziyafetlerde, misafirhaneler olarak ve doğum yapmak üzere olan kadınlar için kullanılmaya devam edildi. O zamanlar yurt çadırı, bozkır halklarının kimliğinin öyle ayrılmaz bir parçasıydı ki, daha modern ve geniş alternatifler için terk edilmesi çok zor olmuştur.
Bugün hala yurt çadırları, geleneksel bir meskende bir süre yaşamak isteyen turistlere hitap etmelerinin yanı sıra, Gobi Çölü gibi yerlerdeki göçebe halklar tarafından alüminyum bacalar ve güneş panelleri gibi modern eklentilerle pratik işlevleri için kullanılmaya devam ediyor.