Ali ibn Ebu Talib veya sadece Hz. Ali (601-661) ilk Müslümanlar arasındaydı, İslam Peygamberi Hazreti Muhammed'in (m. 570-632) kuzeni ile damadıydı ve daha sonra 656'dan 661'ye değin İslam'ın dördüncü halifesi olarak hüküm sürdü, ardından katledildi. Vazife süresinin çoğu, İslam İmparatorluğu'nun ilk iç savaşı veya İlk Fitne (656-661) esnasında imparatorluğu düzene sokmakla geçti. Şii Müslümanlar olarak bilinen İslam cemaatinin bir hizbi, onu Hz. Muhammed'in dünyevi mevkisinin tek meşru varisi ve uzun bir manevi liderleri veya imamları dizisinin ilki olarak görüyor. Cemaat içindeki bir diğer grup olan Sünni Müslümanlar ise ona has bir saygı duymakla birlikte, onun üç selefi olan Hazreti Ebu Bekir (632-634), Ömer (634-644) ve Osman'ı (644-656) da erken dönem cemaatinin eşit derecede haklı liderleri olarak kabul eder ve bu dördünü topluca Raşidun Halifeliği (632-661) olarak adlandırır.
Erken Hayatı ve İhtida
Hz. Ali, bazı rivayetlere göre 601 yılında Mekke'de, Kabe'nin mukaddes mabedinde doğdu. Haşimi kabilesinin lideri, İslam Peygamberi Hz. Muhammed'in amcası Ebu Talib bin Abdülmuttalib'in (h. t. 535-619) oğluydu. Babası, küçük yaşta yetim kalan Peygamber'i kendi oğlu gibi yetiştirmişti ve Peygamber ile Ali arasında da benzer bir münasebet gelişmişti. Hz. Ali, küçük yaşlardan itibaren onu evine alan Hz. Muhammed ile güçlü bir rabıta kurmuştu. Hz. Muhammed 610 yılında peygamberliğini ilan ettiğinde, Hz. Ali yeni inancı kabul eden ilk kişilerden biriydi (ilk erkek müminin hüviyeti münakaşa mevzusudur ancak Ali namzetler arasındadır) ve en müşkül vaziyetlerde dahi ona sadık kaldı.
Hz. Ali'nin babası 619'da öldü ve geride yalnızca aynı sene dul kalan ve İslam geleneğinde "hüzün senesi" olarak bilinen Hz. Muhammed'i hayatında pederşahi bir figür olarak bıraktı. Mekkelilerin şiddetli baskılarıyla karşılaşan Müslümanlar 622'de (Hicret olarak bilinir) Medine'ye göç ettiler; Peygamber daha sonra yakın bir arkadaşı olan Hz. Ebu Bekir ile birlikte ayrıldı. Hz. Muhammed'in Mekke'den ayrılıp Medine'ye sığınmasının arifesinde (burada hükümran olması mukadderdi), Hz. Ali geride kaldı ve insanlara Peygamber'e emanet ettikleri malları geri verdi.
Hz. Ali, Medine'de İslam hareketine derinlemesine bağlandı, burada Peygamber'in vekili ve elçisi olarak vazife yaptı ve onun maiyetinde en güvendiklerinden biri oldu. Hz. Ali, ünlü bilgeliğiyle çokça methedildi, hatta Bab ul-İlm (bilgiye giden kapı) adıyla meşhur oldu. O, Peygamber'den öğrenerek, teolojik meseleleri ele almak için odak noktalarından biri haline geldi.
Ancak harpteki muvaffakiyetleri ona en çok şöhret kazandıran şeydir; yiğitliği ve yılmayan cesareti ona Esedullah -Allah'ın Aslanı- lakabını kazandırdı. Hz. Ali, erken İslam tarihinin hemen hemen her büyük harbine ordusunun bayraktarı olarak katıldı. Mekkelilere karşı ilk muharebe olan Bedir Savaşı'nın (624) arifesinde, tek başına birden fazla rakibini öldürdüğü rivayet edilir. Bir yıl sonra Müslümanların acı bir mağlubiyete uğradığı Uhud Savaşı'nda (625), Hz. Ali, yaralı ve müdafaasız olan Peygamber'in yanında durdu ve akıl hocasının nöbetçisi olarak hareket ederken kendi hayatını riske attı. Bunlar, cesaretini, İslam'a olan bağlılığını ve harpteki maharetini takdir eden birkaç anlatıdır.
İktidara Yükseliş
Hz. Muhammed 632 yılında vefat etti, ardından yakın arkadaşlarından biri olan Hazreti Ebu Bekir (hükümdarlığı 632-634) İslam'ın ilk halifesi olarak cemaatin mesuliyetini uhdesine aldı. Mamafih bazılarına göre, Hz. Muhammed'in imparatorluğunun meşru varisi Hz. Ali'ydi. Bu insanlar Şii Müslümanlar olarak bilinmeye başlandı ve argümanlarını, ölümünden önce Peygamber'in kendisini mevla olarak kabul eden herkesin Ali hakkında da aynı şekilde hissedeceğini duyurmuş olması hakikatine dayandırdılar (bu Gadir-i Hum Hadisesi olarak bilinir). Lakin mevla kelimesi çok anlamlı bir kelimedir ve arkadaştan lidere kadar değişen manaları vardır - bu dahili belirsizlik, Sünni Müslümanlar adı verilen başka bir grubun Peygamber'in açıkça bir varis duyurmadığını iddia etmesine ve dolayısıyla Ebu Bekir'e desteklerini ilan etmelerine yol açtı.
Otoritesi galip gelen Hz. Ebu Bekir, Arabistan üzerindeki kontrolünü tahkim etti (Ridde Savaşları; 632-633) ve Suriye ile Irak'a muzaffer istilalar başlattı ama daha fazla şey yapılamadan tabii sebeplerden öldü. vefatından sonra, en büyük destekçisi, Peygamber'in bir diğer yakın arkadaşı ve katı bir disiplinci olan Ömer bin Hattab (634-644) asayı ele geçirdi. Hz. Ali, ona danışmanlık yaptı ve meşhur reformlarının çoğunda (yani kalkınma projeleri, kanun ve nizam vb.) paye sahibi oldu. Hazreti Ömer, on yıl boyunca makamına muhteşem bir şekilde hizmet ettikten sonra 644'te katledildi.
Ondan sonra, yeni inancı kabul eden ilk Mekkeli reis olan Osman bin Affan (644-656), ümmetin (cemaatin) bir sonraki lideri oldu. Hazreti Osman on seneden fazla bir süre hüküm sürdü ama Ümeyye klanından (daha sonra Emeviler) akrabalarına fazlasıyla güvendi ve sonunda açık bir isyanla karşı karşıya kaldı ve 656 yılında isyancı askerlerce katledildi. O zaman, hanesinin reisinin ölümünden yirmi yıldan fazla bir süre sonra, Ali bin Ebu Talib (656-661 yılları arasında hüküm sürdü) İslam'ın dördüncü halifesi olarak tahta çıktı.
İlk Fitne (656-661) Patlak Veriyor
Vazifeye geldikten sonra, Halife Ali nizamı sağlamaya çalıştı, çoğu yozlaşmış ve daha sonra Hz. Osman tarafından (onlar üzerindeki kontrolünü kaybetmişti) vazifeye getirilmiş birkaç eyalet valisini azletti. Bazıları yeni Halifenin gücü karşısında pes ederken, diğerleri ona meydan okudu. Osman'ın öldürülmesi toplumda derin çatlaklar yaratmıştı ve Ümeyye klanından akrabaları, bilhassa Suriye valisi Muaviye (602-680) adalet talep etti. Onlar, saldırganları için örnek bir cezadan daha azına razı olmayı reddetti. Ölen Halifenin kanlı gömleği ve zevcesinin (onu kurtarmaya cesurca teşebbüs eden) kesik parmakları, düşmüş liderin davasına destek sağlamak için Şam camisinde alenen teşhir edildi.
Aynı talepler, Peygamber'in eşi olan Hz. Aişe (613/614-678) ve Talha (594-657) ve Zübeyr (594-656) gibi birkaç mühim Müslümanca da ileri sürüldü; her ikisi de Hz. Muhammed'in gözdeleri arasındaydı; son ikili, sırasıyla Kufe ve Basra valiliği kendilerine verilmeyince Hz. Ali'ye olan desteklerini geri çekti. Artık Hz. Ali'yi desteklemeye başlayan Hz. Osman'ın düşmanları, yaşlı adamın haklı olarak öldürüldüğünde ısrarcı olmaya devam ederken, Hz. Osman'ın destekçileri onun öldürülmesinin bir zulüm fiili olduğunu iddia etti ve adalet talep etti; bu hararetli münakaşa kısa zamanda kanlı bir iç savaşa dönüşecekti. Hz. Ali'nin Osman davasında adaleti sağlayamaması dolaylı bir vaziyetti: Onun elinden bir başka ayaklanmaya daha izin veremezdi (bilhassa da o hainler en güçlü hallerindeyken), destekçileri onu terk etmekle tehdit ediyordu ve düşmanlarının sayısı artıyordu.
Cemel ve Sıffin Muharebeleri
Muarız taraflar Irak'taki Basra'da bir araya geldi, her iki taraftan da sağduyulu liderler kısa sürede neticesiz kalan müzakereler için baskı yaptı ve açık muharebe başladı. Hz. Ali, kendisine karşı isyancıları ezmeyi reddeden selefi Osman gibi, Müslüman kanının kendisinde de olmasını istemedi; adamlarına bir devenin üzerinde oturan Hz. Aişe'yi yakalamalarını emretti. Adamlar da öyle yaptı ve liderlerinin yakalandığını gören Aişe'nin ordusu savaşmayı bıraktı; Hz. Aişe her türlü şeref işaretiyle Medine'ye geri gönderildi. Daha sonra Cemel Muharebesi (656) olarak adlandırılan bu savaş, Müslümanların diğer Müslümanlara karşı silaha sarıldığı İslam tarihindeki ilk çatışma oldu.
Muaviye'nin meydan okumasını düzeltmek için Hz. Ali koalisyon ordusunu Suriye'ye doğru yürüttü. İki güç 657'de Sıffin'de karşılaştı ve ardından gelen muharebe günlerce sürdü. Doruk noktasında, Raşidun birlikleri Suriyelileri dağılmanın eşiğine getirdi. Tam da bu kritik anda Amr ibn el-As (h. 585-664) adlı bir fırsatçı hamlesini yaptı. Amr, yolsuzluk suçlamasıyla Hz. Osman tarafından vazifeden alınan eski Mısır valisiydi; Osman'ı kötüledi ve katledilene değin ona karşı direnişi körükledi ancak kısa zaman sonra Muaviye'nin kuzeninin intikamını alma planını duyduğunda katillerden uzaklaştı. Hemen taraf değiştirdi ve savaşın finalinin arifesinde Suriyelilere barışçı bir çözüm arama sinyali olarak mızraklarına Kuran sayfaları asmalarını tavsiye etti. Hz. Ali bu hileyi fark etti ancak bu numara adamlarının iradesini kırdı ve ondan sulh istemesini talep ettiler.
Muaviye'nin çıkmazdan sonra pozisyonu güvenliydi ancak aynı şey Hz. Ali için geçerli değildi. İki lider arasında hakemlik denendi ve ikisinin de halifelik makamına layık olmadığı neticesine varıldı. Muaviye için bu, vazifeyi devralma niyetini açıklamadığı için şaşırtıcı bir zaferdi, lakin iktidar lideri Hz. Ali için bu bir felaketti. Hz. Osman'ın masumiyeti hakemlik sırasında ispatlandı, ancak siyasi istikrarsızlık Hz. Ali'nin suçlularını cezalandırmasına izin vermedi.
Başlangıçta barışçı çözümü şiddetle destekleyen ve bazıları Hz. Osman'ın katledilmesinde yer alan radikal bir grup, "tahkimin yalnızca Tanrı'ya ait olduğunu" ilan etti (her iki tarafa da düşman olduklarını ima etmenin uygun bir yolu) ve Hz. Ali'yi terk etti. Daha sonra Hariciler ('dışarı çıkanlar') olarak adlandırılan bu grup, Ali'ye karşı isyan ilan etti. Muaviye, Hz. Ali'nin otoritesine meydan okumaya devam etti ve Suriye, Levant ve Mısır'dan tam destek aldı - burada müttefiki Amr'ı vali olarak yeniden tayin etti.
Dahili Meseleler ve Zorluklar
Halife Ömer devrinde inşa edilen Irak garnizon şehri Kufe, Hz. Ali'nin desteğinin merkeziydi ve bu vaziyet Hz. Ali'yi Basra civarındaki zaferinden kısa bir zaman sonra, Ocak 657'de payitahtını bu şehre taşımaya yöneltti. Bu hareket oldukça münakaşalıydı zira Medine, Peygamber'in iktidar merkezi ve son dinlenme yeriydi. Bu değişim ekseriyetle politik sebeple yapıldı:
- destek aramak
- imparatorluğu merkezi bir mevkiden idare etmek
- Medine'yi meydana gelen iç çatışmanın yarattığı kargaşadan muhafaza etmek.
Hz. Ali, eyaletler üzerinde merkezi kontrolü tekrar tesis etmeye ve devlet gelirini insanlar arasında eşit bir şekilde dağıtmaya çalıştı. Kıymetli bir hususiyet olmasına rağmen, yolsuzluk aleyhtarı katı duruşu, desteğini azalttığı için onun için bir engel haline geldi. Hz. Osman tarafından yerleştirilen önemli eyaletlerin valileri halifelik otoritesine meydan okuyor ve şahsi kullanımları için para biriktiriyorlardı. Hz. Ali bunu kabul etmeyi reddetti ve bu da Osman'ın zayıf liderliği altında bugüne kadar dokunulmazlıktan faydalananları onun düşmanları yaptı.
İmparatorluk iç çatışmalar yüzünden parçalandığından, komşu toprakların fethi durduruldu, bu da iç çekişmelere harcanan parayı telafi edecek bir savaş ganimeti olmadığı anlamına geliyordu. Muaviye ile Hz. Ali arasında bir statüko kurulmuştu, lakin her şeye rağmen, ilkinin pozisyonu çok daha güçlüydü.
Vefatı ve Sonrası
Harici fanatikler bir tehdit haline gelmişti ve onlarla başa çıkılması gerekiyordu. Hz. Ali, bu hainlerin üzerine askeri kuvvetini saldı ve 659 yılında (Nehrevan Muharebesi) onları ezici bir mağlubiyete uğrattı. Askeri kuvvetleri ezilince, Hariciler hedeflerine ulaşmak için yeraltı hareketlerine başvurdular. 661 yılında cemaatle namaz kılarken Halifeyi zehirli bir kılıçla katlettiler. Harici suikastçılar Muaviye ve Amr'ı da hedef almışlardı, ancak ikisi de ölümden kurtuldu; ikincisi asla taarruza uğramazken, ilki sadece küçük bir yarayla kurtuldu.
Halifenin ölümünün ertesi günü, Muaviye halifelik için en güçlü rakip olarak duruyordu ve o zaman tahtı ele geçirme planlarını açıkladı. Hz. Ali'nin destekçileri, en büyük oğlu Hazreti Hasan'ı (624-670) halifelik koltuğuna yükseltmekte hızlı davrandı, ancak Muaviye yüksek bir maaş mukabilinde onu tahttan indirmeye zorladı. Muaviye halefini isimlendirmemeyi kabul etse de, bu yemin bozulacaktı ve İslam İmparatorluğu'nda Emevi Hanedanlığı'nın (661-750) temsil ettiği müesses monarşinin temeli Muaviye tarafından atıldı. Emeviler ayaklanmalara karşı sıfır toleranslıydı; rüşvet ve kandırmanın muvaffak olamadığı şey, cebir kullanımıyla kolayca zorlanabilirdi.
Ölümünden Sonra Şöhreti ve Mirası
Hayatı boyunca Hz. Ali, günümüzde olduğunun aksine saygı ve hürmet görmeyen, yalnız bir lider olarak telakki ediliyordu. Şiilik, siyasi bir hizipten dini bir gruba doğru tekamül ettikçe, ana akım Sünnilerden ayrılmaya başladı. Tarihçi John Joseph Saunders'ın sözleriyle: "...aslında Şiilerin başlangıçta, bugün Sünnilerin kendilerinden daha Sünni oldukları iddia edildi" (127-128). Hz. Ali'nin ikinci büyük oğlu Hz. Hüseyin'in (626-680) 680'de Kerbela Muharebesi'nde Emevi kuvvetlerinin elinde şehit edilmesi gibi sonraki hadiseler, Hz. Ali'nin ev halkını Şii İslam içinde daha yüksek bir manevi, neredeyse ilahi bir mevkiye ve Sünni İslam içinde ise bariz bir şekilde saygı duyulan bir mevkiye yükseltti.
Hz. Ali ve ailesinin yaptığı fedakarlıklar onları İslam tarihinin kayıtlarında ölümsüzleştirmiştir ve hem Sünniler hem de Şiiler tarafından durmaksızın methedilmiş ve romantikleştirilmiştir. Mesela, iki uçlu kılıcı Zülfikar, daha sonraki birçok idareci tarafından bir sembol olarak benimsenmiştir ve aynı zamanda Şii cemmaati arasında, Hz. Ali'nin hane halkının isimlerini çocuklarının adlarına dahil ederek bağlılıklarını ifade eden erkek çocukları için popüler bir isimdir. Ali, Hasan, Hüseyin ve Abbas gibi isimler grupta yaygındır, ancak birçok Sünni de çocuklarına bu adı verdiği için sadece onlara mahsus değildir. Ali'nin ailesi veya Ehl-i Beyt (Peygamber'in hanesi), İslam'ın patriğine olan sadakatleri sebebiyle bugün bile kutlanmaktadır.
Ali bin Ebu Talib, şüphesiz gururlu bir insandı. Devrindeki başarısızlıklar, karşılaştığı sert muhalefete atfedilir; daha huzurlu bir zamanda hüküm sürmüş olsaydı, kabiliyetleri mükemmel bir şekilde çiçek açacaktı. Hem Sünniler hem de Şiiler için Hz. Ali bir kahraman olmaya devam ediyor, her ikisi tarafından da çok saygı görüyor ve bilhassa ikincisi tarafından tazim görüyor. Vazife müddetinin kısalığına rağmen Hz. Ali, kalıcı bir miras bıraktı - adaletin sağlam prensiplerine göre hareket etmek isteyen istikbaldeki bütün idareciler için bir ilham kaynağı ve Arap şövalyeliğinin bir numunesi olarak.