Osman Gazi (1258 - yaklaşık 1323) olarak da bilinen I. Osman, nihayet Osmanlı İmparatorluğu olarak anılacak olan Osmanlı Beyliği'nin kurucusu ve ilk sultanıydı. Osman, Bitinya'nın Anadolu sahasındaki birçok beylik arasında küçük bir Türk beyliğinin hükümdarıydı ve Bizans İmparatorluğu'na karşı bir dizi zaferle, haleflerince üç kıtaya yayılan, asırlarca devam eden, Ortadoğu, Balkanlar ve dünya üzerinde tesirini bırakan Osmanlı'nın kuruluşunun temellerini atacaktı.
Jeopolitik Arkaplan
26 Ağustos 1071'de Bizans İmparatorluğu, Malazgirt Savaşı'nda Alp Arslan kumandasındaki Selçuklu Türklerine mağlup oldu. Bu mağlubiyet, Anadolu'daki Bizanslılar için nihai fetih ve kolonizasyon kapılarını açan büyük bir stratejik kayıptı. Selçuklular, kökenleri Orta Asya bozkırlarına kadar uzanan ve İslam'a geçen göçebe bir halk olan etnik Oğuz Türk boylarından oluşan bir konfederasyondu. Selçuklular Malazgirt'i takip eden yıllarda Anadolu ve Ortadoğu'da mühim muvaffakiyetler elde ettiler, lakin iç güç mücadeleleri, haçlılarla çatışmalar ve Moğol İlhanlı Devleti'nin zuhur etmesi sebebiyle Anadolu'daki Selçuklular ilk olarak 1081'de Rum Sultanlığı'na dönüştü ve daha sonra Beylikler olarak bilinen birçok prensliğe bölündü ve bu pek çok beylik arasında Osman'ın mülkü de vardı.
Hayatı ve Yükselişi
Osman'ın erken hayatı hakkında malumat azdır. Yanındaki kuvvetlerle yaptığı muharebelere dair çağdaş Bizans kayıtlarının haricinde, hayatının kayıtları, ekseriyetle, asırlar sonra Osmanlı padişahlarının emriyle ölümünden sonra yazılmıştır.
Osman, 1258 civarında Bitinya'nın kuzeybatı Anadolu bölgesinde bulunan Söğüt şehrinde doğdu. Babası, Selçuklu kumandasındaki bir aşirette bey olan Ertuğrul'dur. Ertuğrul, aşiretinin üstün hizmetlerinden dolayı Selçuklu Sultanı tarafından Bitinya'daki otlak arazileriyle mükafatlandırıldı.
Osman gençliğinde, önde gelen mahalli bir Sufi din adamı ve rahmetli babasının yakın sırdaşı Şeyh Edebali'nin kızı Malhun ile evlendi. Edebali, başlangıçta kızının elini Osman'a vermek konusunda gönülsüzdü, lakin Osman'ın kehanetle dolu bir rüya olduğuna inandığı şeyi anlattığını duyduktan sonra fikrini değiştirdi. Bu mitolojik rüyada, bir ayın yükseldiğini, ardından ayın içinden bir ağacın filizlendiğini ve bu ağacın insanlara gölge ve su nehirleri sağlayarak Edebali'nin göğsüne daldığını gördü. Edebali, bunun Osman'ın istikbaldeki müreffeh devletine kehanet ettiğine inanıyordu. Osmanlı araştırmaları bilgini Caroline Finkel şunları vurgular:
İlk olarak 15. asrın nihayetinde yani Osman'ın 1323'te vefatından bir buçuk yüzyıl sonra bu şekilde iletilen bu rüya, imparatorluğun en dayanıklı kurucu mitlerinden biri haline geldi. Bu rüya, zamani ve ilahi bir otorite duygusu uyandırdı ve Balkanlar, Anadolu ile ötesindeki toprak ve kuvvet için rakiplerinin pahasına Osman ve torunlarının gözle görülür zaferlerini meşrulaştırdı. (32)
Osmanlı Beyliği'nin Hükümdarı Olarak Fetihleri
Babası Ertuğrul'un ölümünün ardından 1280'de, Osman kabilenin kumandasını eline aldı ve kuvvetlerini Bizanslılarla çatışmak için tanzim etti. İlk işi olarak üç Uç Beyini (sınır kumandanı) vazifelenirdi. Uç Beylerinin her biri sınırdaki bir bölgeden ve böylece nizami bir ordu onlara saldırmadan önce hafif süvari akıncılarını düşman kuvvetleriyle savaşmak için toplamaktan mesuldu. Daha sonra Osmanlı askeri tarihinde, bu düzensiz birlikler devletçe maaş ödenmeyen, lakin düşman topraklarında yağmalayabilecekleri her şeyle maddi ihtiyaçları tazmin edilen Akıncılar olarak bilinecekti.
Osman'ın Uç Beyliği üç cepheye karşı kurulmuştu. Biri Bizans kalesi Nikomedia'ya, biri İznik'e ve son olarak da Karadeniz'e bakıyordu. Orta Asyalı ecdadının süvari merkezli askeri taktiklerine dayanan Osman'ın kuvvetleri, fetihlerine kırsal arazilerdeki küçük yerleşmeleri ele geçirerek ve Bitinya'daki yerlerini ilerleterek başladı. Bu yerleşmeler arasında Eskişehir ve Yenişehir vardı ve ikincisi ilk resmi merkezi oldu.
Bu müddet zarfında Osman dikkatini kuzeye, bölgenin en büyük mükafatlarından biri olan İznik şehrine çevirdi. Surlarla tahkim edilmiş ve büyük bir garnizon tarafından korunan Nicaea şehri (günümüzde İznik), mühim bir Bizans idari merkeziydi ve 1198 yılında Papa III. Innocent tarafından başlatılan Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Haçlı kuvvetleri tarafından işgal edilmeyen birkaç şehirden biriydi. Bir asır sonra 1299'da Osman'ın kuvvetleri şehri muhasara etti. Bununla beraber, kuşatma iki yıl sonra mağlubiyetle nihayetlendiği için İznik çok güç bir hedef olacaktı.
Osman, İznik'i alma teşebbüsünde nihayetinde başarısız olmasına rağmen, onun muvaffakiyetleri 1302'de Bizans İmparatoru II. Andronicus Paleologus'un dikkatini çekti. İlhanlıları Osman'a karşı harekete geçirmek için izdivaç teşebbüsünde bulunan Paleolog, İlhanlı hanına bir Bizans prensesi vasıtasıyla siyasi bir evlilik teklif etti. Han sözünü tutamadan öldü, bundan mütevellit Paleologus onların yerine Katalan paralı askerlerini tuttu. Onlar da nihayetinde imparatoru Sırbistan Krallığı'nın yardımını aramaya terk edeceklerdi.
Bursa Kuşatması ve Vefatı
Bitinya'daki Bizans hâkimiyeti, 1302'de Osman ve kuvvetleri, Marmara Denizi civarındaki Bafeus Muharebesi'nde Bizanslıları yendiğinde daha da buharlaştı. Muharebenin neticesi, Osman'ın birçok büyük Bizans şehrini çarpıcı bir mesafede bırakarak kırsaldaki kontrolünü pekiştirmesine izin verdi. Müteakip senelerde Osman, Yenişehir'de yeniden bir araya gelecek ve küçük yerleşim birimlerini yeni beyliğine çekmeye devam edecekti. Sonunda, 1308'de Bitinya'nın başkenti Prusa'yı (bugünkü Bursa) tamamen izole ederek kuşattı. Müdafiler, Konstantinopolis'le olan deniz bağlantıları yoluyla düzenli bir tedarik ve takviye akışı sayesinde cesurca direndi. Vaziyet, Prusa'yı besleyen son limanın Osman'ın güçleri tarafından ele geçirildiği 1321 yılına kadar on yıldan fazla bir süre için bir çıkmaz olarak kaldı. Ancak Osman kuşatmanın tamamlandığını göremeyerek 1323 civarında ölecek ve oğlu Orhan şehri ele geçirecekti. Orhan, babasının yerine Bey olarak geçerek kendisine miras kalan toprakları daha da genişletti. Bu genişleme, Bitinya bölgesini neredeyse tamamen ilhak etmeye ve Konstantinopolis'in kapılarına varana kadar devam edecekti.
İç Gelişmeler ve Mirası
Osman'ın halkının göçebe tabiatı ve topraklarını sağlamlaştırmaya yaptığı vurgu sebebiyle, Osman'ın idaresinde herhangi bir detaylı mimari veya sanat eseri inşa edilmedi. Bu, İznik'te Osman'ın oğlu ve halefi Orhan'ın hükümdarlığı esnasında, Osmanlılarca tamamlanan ilk yapı olan Hacı Özbek Camii'nin inşa edildiği 1333 yılına kadar sürecekti. Orhan, babasının saltanatının aksine, nüfusunun kademeli olarak göçebe bir hayat şeklinden şehirde daha yerleşik bir hayata geçişini de liderlik edecekti.
Osman'ın idaresi, muharebe usüllerini benimseyerek, aşiret münasebetlerine, giyime ve hatta bir Selçuklu Sultanı tarafından kendisine hediye edildiği iddia edilen bir nişana vurgu yaparak büyük ölçüde Selçuklu modeline dayandı. Selçukluların tekniklerini büyük ölçüde kullandı, muhtemelen Bizanslılara karşı muvaffakiyetini ve muharebelerdeki yiğitliğini onlara borçluydu.
Selefleri Selçuklular gibi, Osman ve tebaası da İslam'ın Sünni mezhebine mensuptu. Ancak, 12. yüzyıldan başlayarak, Sufizm adı verilen yeni bir İslami fikir mektebi ortaya çıktı. Manastırlarda kendilerini ibadete ve manevi gelişmeye adayan Avrupa keşişleri gibi, Sufiler de tekkelerinde inzivaya çekiliyor ve zikir gibi manevi zenginleşme faaliyetleriyle uğraşıyorlardı. Ayrıca edebiyata ve şiire yakınlıkları vardı ve Osmanlı İmparatorluğu'nda yayınlanan birçok ünlü eserin sorumlusuydular. Mutasavvıflar ve tasavvuf Osmanlı padişahlarının sarayında ayrılmaz bir rol oynadı; Şeyh Edebali'nin 13. yüzyılda Osman ile münasebetinden başlayarak, bu düşünce ekolü, yüzyıllar boyunca Osmanlı politikalarına tesir etmeye devam edecekti.
Ölümünden sonra 1323 yılında Osman, babası Ertuğrul ile beraber memleketi Söğüt'te toprağa verildi. Orhan onları 1337'de yeni Osmanlı payitahtı olarak isimlendirdiği Bursa'yı fethettikten sonra yeniden gömene kadar cenazeleri Söğüt'te gömülü kaldı. Osman'ın mirası vefatından çok sonra hayatta kaldı. Halefleri, onun muvaffakiyetlerinin temelleri üzerine bir zamanlar mütevazi bir mera sahası ve göçebelerin yaşadığı küçük yerleşim yerlerini alarak güçlü bir imparatorluğa dönüştürmeyi inşa edecekti. Osman'ın kendisinden sonra gelenler gibi kendisine atfedilen büyük muzafferiyetleri veya muhteşem hikayeleri olmasa da, hatırası imparatorluğunun ismi olarak yaşayacaktı.