Tavaif-i Mülûk ("hizipler" veya "kamplar"), Yüksek Orta Çağ'da İber Yarımadası'nın Müslüman kontrolündeki kısmı olan Endülüs'teki hegemonik Müslüman halifeliklerinin yıkılmasından sonra ortaya çıkan küçük müstakil Müslüman krallıklar ve beyliklerdi. 1031 ile 13. yüzyılın ortaları arasında üç tavaif devri vardı.
Üç Tavaif Devri
İlk tavaif sistemi, Kurtuba Emevi Halifeliği'nin 1031'de parçalanmasından sonra başladı. Emevilerin düşüşü 1008'de ciddi bir şekilde başladı ve iç huzursuzluklar, ırsi veraset münakaşaları ve Berberi akınları ile işaretlendi. Emevilerin çöküşüne eşlik eden karışıklıkta -veya fitnede- Endülüs'ün dört bir yanından gelen savaş ağaları ve maceraperestler bölgelerini belirledi. Bu beylikler tavaif oldu ve bu devirde 30 ile 50 arasında tavaif tesis edildi. Takip eden kargaşada tavaif sayısı büyük ölçüde azaldı. Bazıları hızla daha büyük idare şekillerine dönüşen veyahut komşuları tarafından fethedilen küçük şehir devletleriydi. Nihayet tavaifler Zaragoza, Valencia, Toledo, Badajoz, Sevilla ve Granada etrafında birleşti. Bir vakitler 500.000 nüfusu ile iftihar eden ve Emevi kuvvet ve prestij merkezi olarak hizmet veren Kurtuba, bir daha eski haline kavuşamadı.
VI. Alfonso, Kastilya ve Leon Kralı (1072–1109), altında İspanyol Hıristiyanlar, 1085'te Toledo tavaifini fethettikten sonra, diğer tavaifler, Mağrip'teki Murabıt Hanedanından Yusuf ibn Taşfin'e askeri destek için arzuhal yazdılar. Murabıtlar geldiler ve hemen Kastilyalıları geri püskürttüler. Bu noktada, sözde kurtarıcılar Endülüs'ün yeni efendileri olarak kalmaya karar verdi ve 1090'a kadar tavaifleri emdi.
Murabıt saltanatı sürmeyecekti. İkinci tavaif sistemi yavaş yavaş 1144'te bir başka Berberi hanedanının - Muvahhidler - Endülüs'e girip Murabıtları tahttan indirmesiyle zuhur etti. Bu yeni Berberi hanedanı 1172'ye kadar tavaiflerin çoğunu fethetti. Muvahhidler, 1212'de Las Navas de Tolosa'da mutlak bir Hıristiyan zaferiyle Muvahhid askeri kuvvetinin kalıcı olarak kırılması ve hilafetin üçüncü ve son tavaif periyot yolunda bir kere daha parçalanana kadar, sonraki 40 yıl boyunca Endülüs'e hakim oldu. Granada hariç, kalan tavaiflerin ekserisi 13. yüzyılın ortalarında Kastilya veya Aragon tarafından emildi.
Savaş
İber Yarımadası'ndaki çatışma, Hıristiyan Avrupa'nın başka yerlerinde veya Sengoku devrin Japonya'sındaki feodal çatışmaya çok benziyordu. Tavaifler arasındaki diplomasi, değişken ve akışkan ittifaklarla karakterize edilmişti. Din, bağlılığın en büyük işareti değildi. Bu askeri ve siyasi düzenlemeler, hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar kendi rakiplerine karşı ekonomik ve stratejik avantajlar elde etmeye çalıştıkları için benzer şekilde parçalanmış Hıristiyan krallıklarını ihtiva ediyordu. Şöhret ve servet peşinde koşan paralı askerler ve maceracılar, hizmetlerini sattı ve Müslüman ve Hıristiyan lordlar için savaştı. Mesela, efsanevi Rodrigo Diaz veya El Cid, kariyerinin ekseriyetini Hristiyan kardeşlerinden çok Müslümanlara hizmet ederek geçirdi. İkinci Haçlı Seferi'nin (1147-1149) ispatladığı gibi, Hıristiyan Avrupa'nın geri kalanının entrikaları Endülüs'te olanlara da tesir etti. Bu sefer esnasında Mukaddes Topraklara gitmek istemeyen Haçlılar Endülüs'teki daha yakın ve daha uygun hedeflere yöneldi.
Siyaset ve Kültür
İlk tavaif periyodunun başlangıcında Endülüslü Hıristiyanlar ve Yahudiler sınırlı bir ayrımcılık altında yaşıyorlardı. Onlara karşı periyodik şiddet vardı, lakin bu, rakip inançların taraftarları arasındaki münasebeti tanımlamadı. "Ehl-i Kitap" olarak, Hıristiyanlar ve Yahudiler hukuki korumadan istifade ettiler ve ekseriyetle saygı gördüler, böylece her iki dini azınlık da Endülüs cemiyetinde asimile oldu. Birçok Müslüman emir ve melik, Yahudileri büyük nüfuz sahibi mevkilerde istihdam etti. Tavaifler o dönem için dikkate değer ölçüde hoşgörülü ve haleflerinden kesinlikle daha müsamahalı olsalar da, muhtelif Hıristiyan krallıkların Müslümanlar arasında arayı açmaya, iç çekişmeleri alevlendirmeye ve Reconquista esnasında onları zayıflatmaya çalıştıkları için büyük bir çekişme yaşandı.
Buna ilavaten, tavaifler, askeri yardım mukabilinde Hıristiyan krallıklarına düzenli olarak paryalar veyahut para, mal veya uzmanlar şeklinde haraç ödedi. Parya ödemelerini paralı askerlik ücretinden veya koruma parasından ayırmak biraz iç içe olduğu için zordur. Ne olursa olsun, bu, kültürel açıdan dinamik ve zengin ama siyasi olarak zayıf ve istikrarsız tavaiflerin siyaseten zorlu ama iktisaden cansız Hıristiyan güçlerden destek aldığı karşılıklı olarak simbiyotik bir münasebetti. Parya ödemeleri, kendi iç projelerini ilerletmek ve Hıristiyan vasallarının sadakatini sürdürmek için bu fonlara ihtiyaç duyduklarından, Hıristiyan krallıkların hayatta kalması için kesinlikle hayati bir ehemmiyet taşıyordu. Evvela, tavaifler ödemeleri kolayca karşılıyor ve bunları bütçe fazlalarından mahsup ediyordu. Bununla beraber, ödemeler, birçok tavaifi yavaş yavaş zayıflattı, zira devamlı savaş, Hıristiyan takviyelerine her zaman ihtiyaç duyulduğu manasına geliyordu ve gittikçe daha cesur Hıristiyan orduları, ödemeler ödenmezlerse saldırmakla tehdit etti. Mali drenaj daha sonraki Hıristiyan fethini kolaylaştırdı. İronik olarak, parya ödemelerinin satın alması hedeflenen savaşçılar, tavaifleri bitirenlerle aynıydı.
Tavaif hükümdarları, Endülüs'ün her yerinden şair ve alimleri çekmek için sanat ve bilimi himaye etti. Siyasi meşruiyetleri fazla olmadığı için Müslüman beylerin bunu yapması elzemdi. Bu liderler Arap Emevi sadıkları, Mağrip Berberileri ve savaş ağalarının bir kombinasyonuydu. İdare etme iddiaları en iyi ihtimalle zayıftı. Beyler, Emevi hükümdarlarıyla müşterek kan bağları vasıtasıyla idarelerini haklı çıkaramadı ve sık sık iç kötüleyiciler tarafından kuşatıldı. Lakin sanat ve bilim yoluyla meşruiyetlerini pekiştirebildiler.
Emevi Halifeliği'nin düşüşünden sonra bir bilgin diasporası vardı ve pek çok kabiliyetli kişi saygın hamilerden iş aradı. Reconquista ivme kazandıkça, Yahudiler de dahil olmak üzere birçok alim, son Hıristiyan fetihlerinden tavaiflere kaçtı ve onlara sahip olacak saraylar için çalıştı. Hatta bazı liderler kendilerini ve saraylarını daha rafine hale getirmek için şiirle uğraştı. Muhtelif disiplinlerde ihtisas yapan daha büyük tavaifler; Sevilla, Toledo ve Zaragoza sırasıyla şiir, bilim ve felsefeye odaklandı. Rakip tavaifler arasındaki her yer ve mahalde var olan rekabet, farklı mazilerden gelen seyyar sanatçıların devamlı göçü ile beraber, mahalli sanat tekniklerini harmanladı ve farklı bir Endülüs tarzı yarattı. Mütehassısların coğrafi hareketliliği aynı zamanda hem yukarı hem de aşağı doğru büyük miktarda sosyal hareketliliğe dönüştü.
Murabıtlar zamanındaki hayat, artan müsamahasızlık ve istibdat ile karakterize edildi, lakin tavaifler kültürel dinamizmlerini hala koruyorlardı. Dikkat çekici bir şekilde, Murabıtlar dahi kısa süre sonra tavaiflerin öğrenim ve kültürüne kapıldı ve Endülüs teknikleriyle motiflerini kendi öz sanatlarında benimsemeye başladı, sürekli sert tarzlarına biraz canlılık ve canlılık ilave etti. Müşterek Arap ve İslami kültürel gelişmeler İspanya'ya ve nihayetinde Batı Avrupa'nın çoğuna da tesir etmeye devam edecekti.
İktisat
Müslüman devletler, Kuzey Afrika'nın Mağrip bölgesindeki Berberilerle ticaretten faydalanmak için ideal bir mevkiye sahip olduklarından, ilk tavaif periyodunun başlangıcında bölgeler arası ticaret canlıydı. Mağrip, Sahra-ötesi kervanlar için ticaret merkezleri sağladı. Murabıt Hanedanlığı iktidarı ele geçirdiğinde, tavaiflere Batı Afrika'daki Gana İmparatorluğu'nun yanı sıra Yukarı Nijer'e altın, köle, sakız ve fildişi ihracatları ile erişim sağladı. Buna ilaveten, tavaifler Hıristiyan ortaklarına İslami ve İpek Yolları ticari ağlarının genişliği boyunca ticarete erişim sağladı. Bu düzenleme, yarımadanın geri kalanına değerli metaller, fildişi ve ipek tedarik eden tavaiflerle neticelendi. Hıristiyan krallıklar da Müslüman ticaret ortaklarına kereste ve kürk sağlıyordu.
Endülüs, Hıristiyan krallıklarından çok daha fazla şehirleşmişti, bazı tavaifler diğerlerinden daha fazla şehirleşiyordu. Yarı kentsel toplumarda yaşıyorlardı, Hıristiyan ve Murabıt benzerleri ise yoğun bir şekilde kırsaldı. Aslında Endülüs, İslam dünyasının en şehirleşmiş bölgelerinden biriydi ve etkileyici bir gelişim ve eğitim seviyesine sahipti. Bu feodal bir sistem değildi, bunun yerine lokal ve bölgesel pazarları vurgulayan bir sisteme dayanıyordu. Kırsal hinterlandlar, ana pazarları olarak işleyen şehirlere gıda ve hammadde sağlıyordu. Kalifiye bir işgücü, tavaiflerin üzüm ve zeytin gibi lüks mahsuller yetiştirmesine ve imalat sektörüne tedarik etmesine izin veren karmaşık bir sulama sistemini sürdürdü. Çiftçiler ve köylüler, bu üretken sistemi bir bilim olarak ele alarak devam ettirdi ve rakip Hıristiyan ve Müslüman orduların sık sık baskınlarına rağmen onu çalışır vaziyette tuttu.
Tıpkı müstakil tavaiflerin belirli bilgi sahalarında ihtisaslaşması gibi, bunlar ipekçilik, züccaciye ve kitap neşriyatı gibi belirli endüstrilerde de ihtisaslaştı. Tavaifler önce kendi kendine yeterli olmaya odaklandılar, lakin pratik olduğunda ihracat yapmaya hevesliydiler.
Endülüs'ün sağlam ekonomisine rağmen, her tavaif hükümdarı kendi maddi refahına, müsrif saraylarına ve meşruiyetlerine uzun vadeli sürdürülebilirlik için herhangi bir plan üzerinde öncelik verdiği için durgunlaştı. Artan parya ödemeleri daha fazla madeni para gerektirdiğinden altın ve gümüş para miktarı da azaldı. Vergilendirme yoluyla açığı kapatma teşebbüsleri, popüler hoşnutsuzluk ve hatta isyanla karşılaştı. Tavaif ekonomileri güçlü kalmaya devam etti, lakin giderek müdafaasız kaldı ve yeniden canlanan Hıristiyan krallıklar için cazip hedefler haline geldi.
Tavaif devri kısa sürdü, lakin bunlar Endülüs'ü bir inovasyon ve bilim merkezi yapan bir yenilik ve entelektüel merak dalgasını gördü. Endülüs, Mağrip ve Akdeniz'in her yerinden Hıristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanların kozmopolit karışımı, İspanyol mutfağı, dili ve kültürü üzerinde bugüne kadar devam eden silinmez izler bıraktı.