Küresel düzeyde yayılmadan önce ilk olarak Avrupa’da başgösteren Bilimsel Devrim (1500-1700), daha önce hiç görülmemiş şeyler üzerinde gözlem yapmak, ölçmek ve test etmek üzere teleskop gibi yeni teknolojileri kullanmaya, bilgi toplamada yeni bir yaklaşıma -bilimsel yöntem- tanıklık etmiştir. Özel uzmanlık kurumların gelişmesi sayesinde araştırmacı bilim insanları daha fazla deney yapmış ve elde ettikleri bilgileri paylaşarak sonuçların daha doğru olmasını sağlamışlardı. Bu gelişmeler yaşanırken “devrim” süreci sonunda bilim, yeni bir bilgi edinme ve insanlık durumunda iyileştirme sağlamanın baskın bir yöntemi olarak felsefenin yerini almıştı.
Bir “Devrimi” tanımlamak
Bilimsel Devrimin başlangıcı ve sonunu tarihlendirmek biraz sorunlu bir konudur. “Devrim” sürecinde tek bir dramatik olay değil, daha ziyade uzun ve aşamalı bir dizi keşif ve bilgi edinme sürecine yönelik davranışlarda görülen değişiklikler olmasından dolayı tarihçilerin hepsi kesin tarih verme konusunda aynı düşünceyi paylaşmıyorlar. Bütün bir süreç olarak 16.ve 17.yüzyılları arası dönem, genellikle yaşanan ilgili olaylar ve yapılan keşiflerle ilgili bulguların çoğunu kapsar. Ayrıca tanık olunan bu olaylara ne ad verileceği sorunu da gündeme gelmiştir. Yaşanan bu durum, terimin alışılagelmiş tanımlamasıyla bir “devrim”olayı değildi; yani kısa bir zaman diliminde, her yerdeki tüm sosyal sınıfları kapsayan ve ulaşılmak istenen bilirli nihai bir hedefi olan sosyal bir hareket değildi. Aksine, 1500’lerden 1700’lere kadar olan dönemde, düşünürlerin yaşadığımız dünyaya dair bilgi edinme yaklaşımlarında kademeli ama belirgin bir değişim süreci yaşanmıştı. Modern dönem tarihçileri genellikle insan davranışında görülen herhangi bir derin değişikliği tanımlamak üzere “devrim” gibi dramatik bir kavramı kullanmaktan kaçınırlar. Çünkü bu derece geniş kapsamlı bir kavram, özellikle bu örnekte olmak üzere, en azında devrimin tam anlamıyla bir süreç olmadığı veya tamamlanmadığı şeklinde gereksiz anlam yükünü beraberinde getirir ve bir takım anormallikleri de maskeler. Bununla birlikte, çok önemli bir gelişme meydana gelmiştir; bilginin daha önce nasıl toplandığı ve Bilimsel Devrimden bu yana bilginin nasıl derlendiği konusundaki en kısa değerlendirmede bile açıkça görülmektedir.
Bilimsel Devrim süreci iki yüz yıl boyunca, hala kadim bilgeliğe bağlı kalan doğa fiozoflarının önemi yavaş yavaş yerini, hipotezlerini test etmek ve ardından delde ettikleri bulguları paylaşıp gözden geçirmek üzere teleskop ve barometre gibi bilimsel yeni araçları kullanabilen uygulama bilim insanlarına bırakmıştı. Bu şekilde, daha sonra, yapılan daha fazla deney sonuçlarını tahmin etmek üzere kullanılacak evrensel yasalar oluşturma imkânı olmuştu. Özellikle Büyü, simya ve astroloji gibi alanlarla bilgi elde etme geleneksel yöntemlerinin daha nesnel, deneysel ve kanıta dayalı deneyler lehine bir kenara bırakılmasıyla birlikte matematik alanı düşünceye hâkim olmaya başlamıştı. Buna ek olarak, erken modern dönem beyinleri nihayet geçmiş yerine geleceğe yönelik tasarımlar yaparlarken Ortaçağ boyunca yüksek kademede yer alıp egemen olan antik dönem düşünürleri büyük üçlüsü; - Aristoteles (MÖ 384), Claudius Ptolemy (MS 100-170) ve Galen (MS 129-216) - etkileri kalmadan kaybolup gitmişlerdi.
Sarkaçlı Saat ve termometre gibi cihazlar yaşadığımız dünyada doğru ölçme yapılmasını mümkün kılarken, optik aletler Ay yüzeyinin gerçek doğası ve çok küçük böceklerin karmaşık anatomisi gibi daha önce hayal bile edilemeyen şeylerin ortaya çıkarılmasına olanak sağlanmıştı. O halde konuya bütün bu açılardan bakıldığında, birçoğu antik çağlardan beri doğru kabul edilen eski teorilerin bir kenara bırakılması ve bunların yerine yeni keşiflere, yeni metodolojilere dayalı, tamamen yeni çalışma alanlarına yol açan bir “devrim” süreci vardı.
Bilimsel Devrim
Bilimsel Devrim sürecinde yaşanan düşünce değişikliğinin ayırt edici özelliği, yeni bilgiye nasıl ulaşılması ve test edilmesi gerektiğinin yeniden değerlendirilmesinin yapılması olmuştu. Antik çağlardan bu yana pratik deneyler yapılıyordu, ancak Ortaçağ boyunca bilgiye yönelik, ilk olarak Aristoteles gibi düşünürlerin öncülüğünü yaptıkları belirli bir teorik yaklaşım oluşmaya başlamıştı. Sözlü tartışmalar dünyada görünenden daha önemli hale gelmişti. Dahası, doğa filozofları öncelikle doğada gerçekte ne olduğunu ve nasıl olduğunu tespit etmek yerine, olayların neden olduğuyla ilgilenmeye başlamışlardı. Bu yaklaşımı ilk sorgulayanlardan biri; devlet adamı ve düşünür olan İngiliz Francis Bacon (1561-1626) olmuştu.
Francis Bacon, yapılan deneylerin ampirik (gözlemlenebilir) sonuçlarının derlendiği, mantık kullanılarak değerlendirmeye alındığı ve daha sonra diğer düşünürlerin de inceleme yapabilmeleri için açıkça paylaşıldığı daha sistematik ve daha pratik bir yaklaşım çağrısında bulunmuştu. Bu aktivitenin nihai amacı; mevcut bilginin geçerliliğini test etmek ve yaşadığımız dünyada meydana gelen gelişmelere dair yeni bir anlayış oluşturmak ve böylece insanlık durumunun pratik olarak iyileştirilebilmesini sağlamak üzere kullanılması olmuştu. Bacon, bu nedenlerden dolayı, modern bilimsel araştırmanın ve bilimsel yöntem kurucularından biri ve hatta “modern bilimin babası” olarak kabul edilir. Bacon’un yaklaşımı gerçeğe dönüşmüştü; ancak deneysel sürecin bir parçası olarak bir hipotezin kullanılması, evrensel yasaların oluşturulması için matematiğin uygulanması ve duyuları büyük ölçüde geliştirilen yeni teknolojinin eklenmesi gibi önemli ilavelerle birlikte.
- Bilimsel yöntem aşağıdaki temel bileşenleri içeriyordu:
- Pratik deneyler yapma
- Neyi kanıtlamaları gerektiği konusunda önyargısız deneyler yapma
- Daha sonra bir deneyle test edilebilen bir hipotez (test edilmemiş teori) oluşturmak üzere tümdengelimli akıl yürütme yöntemini kullanma (belirli örneklerden bir genelleme oluşturmak), ardından deneysel hipotez (gözlemlenebilir) kanıtlara dayalı olarak kabul edilebilir, değiştirilebilir veya reddedilebilir teori oluşturma,
- Sonuçların güvenirliğini doğrulamak üzere birden fazla deney yapma ve bu deneyleri farklı yerlerde ve farklı kişilerle yapma
- Bir deney sonuçlarının akranlar tarafından açık ve eleştirel bir şekilde gözden geçirilmesi
- Örneğin, matemetik kullanılarak, evrensel yasaların formüle edilmesi (tümden varımsal akıl yürütme veya mantık)
- Bilimsel deneylerden pratik faydalar elde etme arzusu ve bilimsel ilerleme fikrine olan inanç
Not: Yukarıf anılan kriterler modern dilbilimsel terimlerle ifade edilmiştir; bilimde yaşanan devrim, aynı zamanda, devrimi tanımlayan dil alanında da bir devrime neden olduğundan, 17.yüzyıl bilim adamlarının kullanacağı terimler olmayabilir).
Önemli Buluşlar
Bilimsel Devrim, çok sayıda yeni icatlara, yeni bilim insanlarının sadece dünya hakkında yeni şeyler keşfetmelerine değil, aynı zamanda yeni olguları ölçme, test etme ve değerlendirme yollarını keşfetmelerine olanak tanıyan teknolojik yeniliklere de tanıklık etmiştir. Bilimsel Devrimin en önemli buluşları aşağıya çıkarılmıştır:
- Teleskop (c. 1608)
- Mikroskop (c. 1610)
- Barometre (1643)
- Termometre (c. 1650)
- Sarkaçlı Saat (1657)
- Hava pompası (1659)
- Denge yayı saati (1675)
Önemli Keşifler
Yukarıda anılan buluşlar ve diğerleriyle birlikte birçok farklı ülkedeki bilim insanları birçok yeni keşiflerde bulunmuş, meteoroloji, mikroskobik anatomi, embriyoloji ve optik gibi tamamen yeni çalışma alanı uzmanlıkları mümkün hale gelmişti.
İtalyan Gelileo Galilei (1564-1642) ilk teleskopların en güçlüsünü yapmış ve onunla, daha önce bilinmeyen bir maddeden oluştuğu düşünülen Ay yüzeyindeki dağları ve vadileri keşfetmişti. Galileo, jupiter gezegeninin dört uydusunu ve Venüs evrelerini tanımlamıştı. Güneş lekelerini gözlemlemiş ve bu gözlem onu Güneş’in dönen bir köre olduğunu öne sürmeye yöneltmişti. Alman Johannes Kepler (1571-1630), iki dış bükey mercek kullanan yeni bir teleskop türünü bulmuş ve bu teleskobu gök cisimlerini gözlemlemek ve Nicolas Kopernik’in (1473-1543) ileri sürdüğü galaksimizin güneş merkezli görüşünü doğrulamak üzere kullanmıştı. Ve sonunda Ptolemy’nin dünya/yer merkezli modelinin yanlış olduğu ortaya çıkmıştı. Ayrıca, Kepler, gezegenlerin dairesel değil, eliptik yörüngelerde hareket ettiklerini göstermişti.
İtalyan Gökgilimci Gian Domenico Cassini (1625-1712) Satürn gezegeni halkalarında boşlukları tesbit etmişti. Johannes Hevelius (1611-1687), Danzig’de (modern Gdansk), ilk değişken yıldızı keşfetmiş ve Ay yüzeyinin ayrıntılı bir haritasını hazırlamıştı. İngiliz Gökbilimci Edmond Halley (1656-1742), 1677 yılında Güney Atlantikte, Saint Helena adasında bir gözlemevi kurarak teleskop kullanmak marifetiyle güney yıldızlarının ilk haritasını oluşturmuştu. Halley, ayrıca Ay’ın hızlanmasını da keşfetmiş, yıldızların birbirlerine göre hereketini (doğru hareket) kaydetmiş ve 1682 kuyruklu yıldızının 1607 ve 1531 kuyruklu yıldızının aynısı olduğunu tesbit etmişti.
İngiliz bilim insanı Isaac Newton (1642-1727) 1668 yılında kavisli bir ayna kullanan yansıtıcı teleskobu icat etmişti. Newton, beyaz ışığın renkli ışık spektrumundan oluştuğunu keşfetmiş ve nesnelerin neden dünya yüzeyine düştüklerini ve gök cisimlerinin neden bu şekilde hareket ettiklerini açıklayan evrensel bir yer çekimi teorisini geliştirmişti.
Birçok yönüyle teleskobun doğal bir zıttı olan mikroskobun icad edilmesi, genellikle o zamanlar Hollanda’da yaşayan gözlük yapımcısı Hans Lippershey’e (1570-1619) atfedilir. İtalyan Marcello Malpighi, 1661 yılında kan sistemindeki kılcal damarları keşfetmek üzere mikroskop kullanmıştı. Kılcal damarlar, atardamarlar ile damarlar arasındaki eksik halka oluyorlardı ve William Harvey’in kan dolaşımı keşfini doğrulamıştı. Galen’in insan vücudunun nasıl çalıştığına dair görüşlerinin artık tamamen yetersiz veya açıkça yanlış olduğu kanıtlanmıştı.
İngiliz deneyci Robert Hooke (1635-1703), mikroskobu kullanarak 1665 yılında Micrographia adlı eserinde yayınlanan yeni bir minyatür dünyasının sansasyonel çizimlerini yaratmıştı. Hollandalı Antonie van Leeuwenhoek (1632-1723), cam boncuk kullanarak yeni bir mikroskop türü öncülüğünü yapmıştı. Daha önce mümkün olandan çok daha fazla büyütme imkânı sağlayan bir mercek. Leeuwenhoek bakterileri, protozoaları, kırmızı kan hücrelerini, spermatozoayı, böceklerin ve parazitlerin nasıl çoğaldığını keşfetmişti. Hollandalı diğer bir mikroskopist Jan Swammerdam (1637-1680), tırtılların metemorfoz geçirmesinsen sonra kelebeğin kanatları heline dönüşme özelliğinde olduklarını keşfetmişti. Son olarak, Nehemiah Grew (1641-1712), bitkilerin cinsel organları üzerine yaptığı derinlemesine çalışmaya dayanarak bitki anatomisi alanı kurucusu olmuştu.
İtalyan mucit Evangelista Torricelli (1608-1647) barometreyi 1643 yılında icat etmiş ve bilim insanlarının bu icatla atmosfer basıncını anlamalarına olanak sağlanmıştı. Fransız Blaise Pascal (1623-662), hava basıncının rakım yüksekliğine göre değiştiğini göstermek için bir barometre kullanmıştı. Alman Otto von Guericke (1602-1686), hava basıncının, hava durumuna bağlı olarak değişklik gösterdiğini kaydetmişti. Hava pompaları üzerinde çalışan İngiliz bilim insanı Robert Boyle (1627-1691) kullandığı cihaza Barometre adını vermişti. Boyle ve ortağı Robert Hooke, vakumun nasıl var olabileceğini göstermeyi başarmışlardı ve her türden numuneyi, hava pompası içindeki hava basıncındaki değişikliklere maruz bırakmışlardı. Bilim insanı Boyle böylece, “Boyler Yasası” olarak bilinen evrensel bir ilkeyi formüle edebilmişti. Bu yasa, belirli bir miktarda havanın uygulandığı basıncın, hacmiyle ters orantılı olarak değiştiğini belirtir (sıcaklıkların sabit olması şartıyla).
İlgili bir cihaz olan sıvı termometre, 1650 ylı dolayında Floransa’da icat edilmiş ve tıpta devrim yaratmıştı; doktorların bir hastanın ateşini “sıcak”, “soğuk” veya “normal” derecenin ötesinde ölçülmesine olanak sağlanmıştı. Bu cihaz, artık birçok başka deneyin yapabileceği ve sonuçların doğru bir şekilde ölçülüp karşılaştırılabileceği anlamına geliyordu.
Sarkaçlı Saatin ilk çalışan modeli, Hollandalı Christiaan Huygens (1629-1695) tarafından 1657 yılında icat edilmişti. Sarkaçlı Saatte, sarkacın salınım düzenliliği, ağırlığın düşüşünü tam olarak kontrol eder. En iyi sarkaçlı saatler, mekanik saatlerde 15 dakikaya kıyasla günde maksimum 15 saniye fark eder. 1675 yılında denge yayı kullanan saatlerin icadıyla zaman işleyişi daha da doğru hale gelmişti. Doğruluk elde etmede bu büyük ilerleme, yalnızca bilim insanların deneylerini daha iyi izlemelerine ve uzaydaki nesnelere ilişkin gözlemlerini zamanlamalarına yardımcı olmakla kalmamış, aynı zamanda, herkes için zaman fikrinde devrim yaratmıştı. Bu durum, evrensel bir zaman tanımlaması yapılmasının ilk adımı olmuş ve bununla birlikte günlük yaşamda; erken, zamanında, geç kalma gibi kavramlar da ortaya çıkmıştı.
Kurumsallaşmış Bilim
Bilimsel Devrim’in önemli diğer bir gelişmesi, yeni bir yöntem ve yeni teknolojinin yanı sıra, özel uzmanlık araştırma kurumlarının kurulması olmuştu. O zamanlar üniversiteler (tıp bölümleri hariç) araştırmayla değil, yalnızca işin öğretim boyutuyla ilgileniyorlardı. Bilim adamlarının birlikte çalışabileceği, bulgularını paylaşabileceği ve en önemlisi çalışmaşları için finansman sağlayabilecekleri yeni bir kurum tipine ihtiyaç vardı. Bu kurumlar Avrupa çapında ortaya çıkan yeni akademiler ve topluluklar olmuşlardı. Bu türden ilk topluluk, 1657 yılında Floransa’da kurulan Academia del Ciment olmuştu. Bu gelişmeye kısa süre sonra diğer kurumlar, özellikle 1663 yılında Londra’daki Kraliyet Cemiyeti ve 1667 yılında Paris’te kurulan Kraliyet Bilimler Akademisi izlemişlerdi. Kraliyet Cemiyetinin kuruluşunda sorumlu olarak Bacon’a itibar etmişlerdi. Bu fikirle yola çıkmışlar ve onu bilimsel yöntem ilkelerini, bilimsel veri ve sonuçları paylaşma ve iletme vurgusunu yaparak gelişmeleri takip etmeye istekliydiler. Berlin Akademisi 1700 yılında, St. Petersburg Akademisi ise 1724 yılında kurulmuştu. Bu akademiler ve topluluklar, yeni bilimsel gelişme olarak aralarında yazışma yapan, birbirlerinin çalışmalarını okuyan ve hatta birbirlerinin laburatuvarlarını ve gözlemevlerini ziyaret eden bilim insanların uluslararası ağının odak noktası haline gelmişlerdi. Kamuoyu da, dolaylı olarak yayınlanmış dergilere ve kitaplara erişim yoluyla ya da derneklerin merkezlerinden veya saha dışında yapılan deneylere ve gösterilere katılma fırsatı aracılığıyla doğrudan dâhil olmuştu.
Bilimsel Devrim gelişmeleri uluslararası işbirliğinde artış olması, yabancıların bu derneklere kardeş olmaya davet edilmesiyle daha da belirgin hale gelmişti. Belirli deneyleri sınırlar ötesinde ve farklı bilim insanlarının kullandığı araçları standartlaştırma girişimleri vardı. Örneğin, Alman Daniel Gabriel Fahrenheit (1686-1736) 1714 yılı dolayında termometre için kendi Fahrenheit ölçeğini geliştirmişti. İsveç’ten Andres Celsieus (1701-1744) rakip bir ölçek bulmuştu, ancak termometrenin iki ölçek özelliğine sahip olması, çok büyük bir gelişme olmuştu. Farklı ülkelerdeki bilim insanlarının sadece kendi ölçeklerini kullandıkları ilk dönemlerde, sonuçların karşılaştırmasını son derece zorlaştıran bir durum olmuştu. Rakip Avrupa imparatorlukları mensupları olmalarına rağmen bilim insanları arasında bir işbirliği vardı ve Bilimsel Devrim fikirleri Avrupa sınırlarının çok ötesine yayılan bu sömürge imparatorlukları, özellikle de Hollandalılar, Fransızlar ve İngilizler aracılığıyla olmuştu.
Bilimsel Yönteme Tepki
Bilimsel Devrime gösterilen tepki pek de olumlu olmamıştı. Bazı entelektüel kişilerin yeni bilimsel araçların güvenilir olabileceği konusunda şüpheleri vardı. Geriye, genel olarak, deneye şüpheyle yaklaşanlar kalmıştı; yani, aklın mantığı yanıltılamaz iken, duyuların yanıltılabileceğini vurgulayanlar. Böyle şüphecilerden biri de René Descartes (1596-1650) olmuştu, ancak, Descartes ve uygulama deneycilerin çalışmalarının değerini sorgulayan diğer doğa filozofları, felsefe ile bugün bilim diyebileceğimiz şey arasında kalıcı yeni bir ayırım yaratmaktan sorumluydu. “Bilim” terimi 17.yüzyılda yaygın olarak kullanılmıyordu, bunun yerine birçok deneyci kendilerini “deneysel felsefenin” uygulayıcıları olarak tanımlıyorlardı. “Deneysel yöntem” teriminin İngilizcedeki ilk kullanımı 1675 yılında olmuştur. Bu terimlerin gelişim seyri, teorik ve uygulama düşünürleri arasında bir kopuşun meydana geldiğini göstermektedir.
Hatta bazıları, insanlığın daha önce görülmemiş bir dünyayı derinlemesine araştırmanın gerekip gerekmediğini sorgulamışlardı ve bu konunun Tanrı’nın işi olarak kalması gerektiğini düşünüyorlardı. Evrenin nasıl organize edilmiş olduğu konusunda bilim ve din arasında bir çatışma vardı. Kilise temsilcileri, Dünya’nın ve insanlığın evrenin merkezinde olması gerektiği fikrine bağlı kalmayı tercih etmişlerdi ve Kopernik’in güneş merkezli modelini destekleyen Galileo gibi düşünürler sapkınlıkla suçlanmışlardı. Ancak bu dönem bilim insanlarının çoğu Hıristiyan idiler ve İncil öğretisine karşı çıkmak gibi bir düşünceleri yoktu. Pek çok bilim insanı sadece dünyanın bu haliyle nasıl oluştuğuna dair bir açıklama getirmek istiyordu. Bazıları da teleskop ve mikroskop gibi aletlerin yaşamın ne kadar karmaşık olduğunu gösterdiğini ve bu nedenle kişinin Tanrı’nın eserine daha fazla hayret emesi gerektiğini savunuyorlardı.
Bu yeni bilim dünyasında Tanrı’ya hala da yer vardı, örneğin Isaac Neweton gibi düşünürler sadece yer çekiminin gezegenleri hareket ettirdiğini açıklayabiliyordu, ancak yer çekiminin nereden kaynaklandığı veya neden var olduğu konusuna açıklama getiremiyorlardı. İnsan bilgisinin hala birçok sınırları vardı. Doktorlar, bazı hastalıkların neden olduklarını artık biliyorladı ancak bu hastalıklara maruz kalan kişilerin ne şekilde tedavi edilecekleri konusunda hala da sınırlı bilgileri vardı. Gezginlerin dünya etrafındaki konumlarını nasıl takip edilebileceğine ilişkin büyük boylam sorunu çözülmeden kalmıştı. Teknoloji birçok alanda hala da umutsuz bir şekilde sınırlı kalmıştı.
Geleceğe Doğru
Yeni bilimsel araçların kullanılması, keşiflerin yoğun ve hızlı bir şekilde gerçekleşmesi anlamına geliyordu ve çoğu zaman yaşam şeklinin ne kadar karmaşık olabileceği konusunda şaşkınlığa neden oluyordu. Terazinin bir ucunda teleskop, diğer ucunda ise mikroskop vardı, insan aklı, görünen evrende meydana gelmiş harikalar ölçeğinin kavranması için yeni bir ölçüm sisteminin gerekli olduğu ortaya çıkarmıştı. Daha önce kullanılan ölçüm sisteminin temeli olarak insan bedeni kullanılırken, kısa bir zaman sonra artık nanometre ve ışık yıllı gibi ölçü birimlerine ihtiyaç olacak. Bilim insanların yolunu açtıkları yenidünyalara her sınıfa mensup insanın bakış açısında çok önemli değişiklikler olmuştu. Bu gelişme en iyi şekilde, evrenin sonsuzluğu veya küçük parazitlerin kendilerinin daha da küçük parazitlere sahip olduğu, onların da daha küçük parazitlere sahip olduğu gibi ilgi çekici ama aynı zamanda rahatsız edici düşünceleri tartışmaya başlayan dönemin popüler kurgusunda görülür. Gelecekte bir gün Ay’a yolculuk mümkün olabilir miydi? Yaşadığımız dünyanın artık evrenin merkezi olmadığından dolayı başka yaşan formlarına sahip başka gezegenlerin olabileceği anlamına gelmiyor muydu?
Ancak, yaşanan bu şaşkınlık hali içerisinde, bilim insanları arasında, bilimsel gelişmenin ve teknolojinin zamanla insanlığın daha iyi, daha uzun ve daha mutlu bir yaşam sürmesi yönünde ihtiyaç duyacak bütün yanıtları sağlayabileceğine dair yeni bir güven ve inanç duygusu vardı. Sofistike dişlileri olan yeni saat mekanizmaları, hava pompalarında pistonların kullanılması ve hava basıncı gücünün keşfi gibi bütün bu gelişmeler mühendislere buhar motoru tarzında yeni makineler icat etme ilhamı vermiş ve ufukta yeni başka bir devrim ama daha büyük çapta bir devrim belirmişti: İngiltere Sanayi Devrimi
Bilimsel Devrimin kalıcı başka bir etkisi daha olmuştur: Bu etki, bilimsel gelişmenin gerçeği bulmanın en bilinen yöntemi olarak kabul edilmesi ve bu yöntemin bugün hala da sahip olduğu hâkim konumu olmuştur. Teoriler, hipotezler, doğa kanunları, kanıtlar, gerçekler ve ilerlemeler hakkında konuşmak istediğimizde Bilimsel Devrim sırasında icat edilmiş terimleri kullanırız. Bu terimleri kullanmadan bir konu hakkında konuşup tartışma yapılabilmesi düşünülemez ve muhtemelen bu gün, daha önce gelişen düşünce, bilimsel yöntem ve teknolojide bu devrimin görünen gerçek mirası yatmaktadır.