“Roman” kavramı, Avrupa ve Batı Asya’da tarihsel varlığı olan çeşitli etnolinguistik bir insan topluluğunu tanımlamak üzere kullanılan şemsiye bir kavramdır. Yaygın kullanımı bulunan Çingene (Gypsy) terimi, Mısır’dan geldikleri efsanesine dayanır. Oysa işin doğrusu; Roman ataları MS I.yüzyılda Hindistandan göç etmişlerdir.
Yeni Dünyanın (ABD) Avrupa’yı kolonizasyonu sırasında, Avrupalı sömürgeci güçlerin ilk Roman topluluklarını köleleştirmeleri veya topraklarından sınır dışı etmeleri sonucunda Amerika’ya gelmişlerdir. Roman göçmenler, 19.yüzyılda Kuzey ve Güney Amerika’ya gönüllü olarak yerleşmeye başlamışlardır. Günümüzde ise Roman toplulukları dünyan her yerine dağılmışlardır. Aynı dili konuşuyor ve belirli kültürel benzerlikleri paylaşıyor, ancak, çok değişik oranlarda sosyal, kültürel ve etnik çeşitliliğin kapsama alanlarına dâhil oluyorlar.
İsimler ve Kimlik
Geçen tarihin büyük bir bölümünde Roman toplulukların kendi dillerinde evrensel bir adları olmamıştır; farklı Roman dilini konuşan gruplar ve onların soyundan gelenler, kendileri ve birbirleri için farklı isimler kullanmışlardır. Roman dilinden sosyal bir iç adlandırmaya (endonym) en yakın bir isimlendirme kelimesi, bir erkek veya bir kadın anlamına gelen Rom/Romni kelimesi olmaktadır. Günümüzde bu anlamda “Romani” ve “Roma” (Roman) kavramları; Roman dili konuşan veya tarihsel olarak Roman dilini konuşan ama aynı zamanda ortak bir kökene sahip olup Hint alt kıtasında bulunan gruplar için en yaygın kabul gören şemsiye terimlerdir.
Bununla birlikte, “Roman” sosyal etiketi, sözkonusu toplulukların örtüşen tarihi geçmişleri ve deneyimlerini tartışmayı kolaylaştıran, modern zamanlarda icat edilmiş bir kavram olup 20.yüzyıldan önce kullanılmıştır. Tarihin büyük bir bölümünde ortak bir Roman kimliği veya bir Roman milleti olmamıştır. Roman etiketi, tarihçilerce ortak bir dil ve bazı kültürel alışkanlıkları paylaşan bir dizi topluluğa daha uygun atıfta bulunmak üzere kullanılmaktadır. Ancak, bununla birlikte, sözkonusu grupların birleşik veya homojen oldukları anlamına gelmemelidir. Bazı Roman topluluklarının genel olarak kendilerini bulundukları toplumdan ayrı tutan klişelerinin aksine, Avrupalı Roman topluluk grupları komşularıyla yakından bağlantılı ve esnek bir kültürel kimliğe sahiptiler.
Farklı Roman dili konuşan gruplar tarihsel olarak kendi iç adlandırmalarını (endonym) kullanmışlardır. “Roman” veya “Rom” kavramı; Orta ve Doğu Avrupa’lı topluluklar arasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Fince’de Kaale ve İber yarımadasındaki Calé terimi; Roman dilinde kalo teriminden (Roman/Romani dilinde “siyah” anlamında) türetilmiştir. Konumuz açısında önemli diğer halklar arasında, Kuzeybatı Avrupa’da Sinti, Fransa ve Belçika’da Manouche ve İngilizce konuşan ülkelerde Romanichal tanımlamalarını örnek verebiliriz. Pek çok Roman klanı ve alt grubu Kalderash (“bakırcılar”) gibi tarihsel meslekleriyle tanınırlar.
Yabancılar, genellikle Roman toplulukları hakkında var olan yanlış kanılara dayanarak, onlara çeşitli isimler vermişlerdir. İngilizce’de “Gypsy” kelimesi, Roman topluluğunun aslında Mısır kökenli olduğu efsanesinden kaynaklanır. Geçen zamanla birlikte bu kavram, Avrasya’daki birçok göçebe veya yarı göçebe topluluğu tanımlamak üzere yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bazılarının Roman/Romani kavramını kullanmalarına rağmen, günümüzde ise “Çingene” terimiyle tanımlanan bir insan, genellikle saldırgan davranışlı bir kişi olarak ifade edilir. Çingene kavramı, akademik alanda hem “Roman” ve hem de tarihsel anlamda “Çingene” olarak adlandırılan diğer göçebe halkları kapsayan bir şemsiye terim olarak kullanılır.
Bazı Avrupa dillerinde Roman topluluklarını tanımlamak üzere Yunanca Atsingani veya Athingani kelimesinden türetilen kavramlar kullanılır: Örneğin; Fransızca’da Tzigane vey Portekizce’de Cigano. Orijinal Yunanca kelime; muhtemelen Bizans İmparatorluğu döneminde sapkın bir Hıristiyan mezhebinin adı olan Athingani’den türetilmiştir; farklı dini ibadet uygulamaları ve falcılıkla ilişkileri nedeniyle Roman topluluğunu tanımlamak üzere kullanılmış olabilir.
Roman topluluğunun tarihi geçmişi, diğer azınlık gruplarının, özellikle Avrupa ve Ortadoğu’nun göçebe halkların tarihiyle iç içe geçmiştir. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da Dom ve Ermenistan Lom kavramları, Roman topluluğuyla ortak yönleri olup muhtemelen Hint kökeni olmayı da paylaşıyorlar. Romani, Domari ve Lomavren dillerinin aynı Orta Hindistan dilleri grubundan geldikleri düşünülmektedir. Batı ülkelerinde Gypsy/Çingene terimi diğer yandan, tarihsel olarak Roman topluluğundan farklı kökene sahip olup İrlandalı Gezginler ve Batı Avrupa’nın Yeniş’leri (Yenish) gibi diğer Avrupalı göçebe halkları tanımlamak için de kullanılmıştır.
Roman Dili
Roman (Romani) toplulukları arasında var olan tanımlayıcı oratak bir özellik, Sanskritçe gibi dillerle yakın bağları olup Hint dil ailesinden olan Roman dilinin kullanılmasıdır. Roman dili, konuşanların geniş coğrafi diyasporası nedeniyle ve modern döneme kadar neredeyse tamamen sözlü olarak aktarıla geldiği için geçen zamanla önemli ölçüde değişikliğe uğramıştır. Roman dili, dönemin hâkim dilleri olan Ermenice, Yunanca (Rumca) ve Farsça ile teması dönemlerinde dilbilgisi ve kelime dağarcığı da değişmiştir.
Aynı zamanda, toplumların dış sınırlarında yaşanan kültürel karşım, azınlık dillerine ait dil unsurlarının birçok Roman lehçelerine dâhil olmasına yol açmıştır. Dilbilimciler, karşılıklı olarak anlaşmayabilecek birkaç farklı lehçeyi belirlemişlerdir. Avrupa ve Hint-Aryan dilleri unsurlarını birleştiren birkaç Para-Romani dilli Avrupa’da gelişme göstermiştir.
Hindistan’da Kökenleri
Dilbilim çalışmaları, Proto-Romani dilinin Orta Çağ’ın ilk başlarında Hindistan’da geliştiğini ortaya çıkarmıştır. Proto-Romani dilinin diğer dillerle olan teması yoluyla evrim süreci, tarihçilerin, Roman dilinde konuşan topluluğun hareketlerini, tarihsel kayıtlardan herhangi birinden ayrıntılı olarak incelemeye almadan önce yeniden inşa etmelerine olanak sağlamıştır.
Roman toplulukların göç etmelerinin kesin zamanı bilinmiyor. Konu uzmanı çoğu bilim insanı Orta Çağ’da kuzeybatı Hindistan’da gevşek yapıda bir halk topluluğunun göç ettiği konusunda hemfikirdirler. Genel olarak, bu göç olayının 1000 yılından önce gerçekleşmiş olduğu kabul edilir. Çünkü Roman dili bu aşamadan itibaren diğer Hint dillerinden ayrılmaya başlamıştır. Bu göç olayı, büyük bir nüfus hareketi şeklinde değil de, muhtemelen birkaç toplumsal dalga halinde meydana gelmiştir. Popüler göçebe Roman imajı olmasına rağmen, araştırmacı birçok bilim insanı Roman atalarının aslında göçebe olmadıklarını öne sürmüşlerdir.
Bu kitlesel Roman göç hareketinin asıl nedeni belirsizdir, ancak, Hindistan dışında bir dizi göç olayları Roman atalarını da kapsamış olabilir. Özellikle bazı İranlı ve Müslüman yöneticilerin Hindistan alt kıtasını işgal etmeleri döneminde bölgede istikrarsızlığa neden olmuştur. Yazar Donald Kenrick Çingeneler/ Gypsies adlı kitabında, Roman göçünün Sasani Kralı I.Ardashir’in (MS 224-240) Kuzey Hindistan’daki fetihlerinin bir sonucu olabileceği teorisini ileri sürmüştür. Diğer bir teori ise; Gazneli Mahmud’un (998-1030) veya Muhammed Ghori’nin (1173 -1206) fetih olayları Roman atalarını Hindistan’ı terk etmeye teşvik etmiş olabileceğini öne sürmektedir.
Bu aşamada, sözkonusu bu göç hareketi, çeşitli kast ve kabilele üyelerini kapsamış olabilir. Yazar Angus Fraser Çingeneler/The Gypsies adlı kitabında, Roman topluluğunun Hintli bir göçmen müzisyen kastı olan Doms’la akraba olduğunu öne sürmektedir. Göçebe Banjara kabilesi, dilleri arasında çok az benzerlik olmasına rağmen, yaşam tarzları nedeniyle Roman topluluğuyla karşlaştırılması yapılmıştır. Daha az olası başka bir teori ise, Roman topluluğun 12.yüzyılda esir alınan Jat ve Rajput savaşçıların soyundan geldiklerini iddia edilmiştir.
Ortadoğu’da Erken Göçler
Roman ataları kısa süre sonra Batı Asya’ya geldiler ve burada bazı gruplar, daha sonra tekrar bir araya gelmeden önce, ayrı yönlere doğru giderek ayrıldılar. Bu toplulukların bir kısmı veya kısmen göçebe iken, diğerleri kalıcı yerleşim yerlerinde yaşıyorlardı. Bu esneklik, birçok göçebe ve yarı göçebe halka ev sahipliğini yapan Orta Asya ve Orta Doğu’ya kolayca uyum sağlamalarına olanak vermiştir. Bununla birlikte, diğer bazı Roman toplulukarı tamamen yerleşik tarımla uğraşıyorlardı. Bu proto-Roman toplulukları Batıya göç ettiler, sonra bir süreliğine İran’a yerleştiler ve Farsça’dan bir dizi ödünç kelime aldılar.
Romani’nin Farsça’da adı olan “Zutt” terimi, Ortaçağ İslam Dünyasındaki tüm Hintli göçmenleri tanımlamak üzere geniş bir şekilde kullanılmış ve bu kaynakların proto-Romani’yi ne zaman tanımladığını belirlemeyi zorlaştırmıştır. Dokuzuncu yüzyıldan kalma bir varsayım anlatısına göre, Sasani Kralı V.Bahram’ın (420-438) 12.000 Hintli müzisyeni ülkesine getirdiğini ve daha sonra göçebe olarak bölgede dolaşmaya zorladıkları iddia edilmiştir. Bu hikâye’ye göre Roman topluluklarının müzisyen ve şovmen olarak erken dönem şöhretleri aşağı yukarı aynı çizgide devam etmiş ve bir zamanlar bu durum, onların köken özelliği şeklinde dikkate alınmıştır. Bu hikâye anlatısı bir kurgu olsa da, Hintli göçebe bir azınlığın 9.yüzyılda İran’a yerleşmiş olduğu olasılığını göstermektedir.
Bu dönemde, Roman atalarından bazı gruplar Ermenistan’a giderken, diğer gruplar İran’da kalmakla farklılaşma/asimilasyon sürecini geçirmişlerdir. Roman toplulukları kayda değer bir süre Ermenistan topraklarında yaşam sürmüşlerdir; öyle ki, Roman dili bu dönemde Ermenice ağır etkisi altında kalmıştır.
Avrupa’ya Varış
Akdeniz’de 11.yüzyılda meydana gelen yaygın çatışmalar, bazı Roman topluluklarını Ermenistan’dan Yunanistan’a göç etmeye teşvik etmiş ve Bizans kronik tarihçileri Roman topluluklarını ilk kez bu sıralarda kayda geçirmişlerdir. Bu kayıtlara göre Romanlar Yunanistan’dan Güney ve Doğu Avrupa’ya yayılmış, Bizans Yunanistanı ve Venedik İmparatorluğu topraklarında topluluklar oluşturmuşlardır. Bazı Roman grupları, kuzeybatıya doğru ilerledikçe Bulgaristan, Sırbistan ve Romanya devletleri haline gelen feodal toplumlar arasında abzorbe edilmişlerdir. Balkanlar kaynaklı eski anlatılarda Roman toplulukları vasıflı işgücü ve zanaatkârlar olarak tanımlanırlar. Genellikle demircilik, ayakkabıcılık, veteriner hekimlik ve çiftçilikl gibi meslekleri icra ettikleri ifade edilir.
Şimdiye kadar hem Osmanlı ve hem de Venedik İmparatorluğu döneminde Çingenelere ilişkin elimizde var olan resime göre, farklı olarak algılansa da, istisnai olarak görülmedikleri anlaşılıyor. Bulundukları ülkenin idari yapısına entegre olmuşlar, metal işleme ve mevsimlik tarım işçiliğinden askeri işlevlere ve hatta küçük resmi rollere varana kadar geniş bir yelpazede ekonomik faaliyetlerde görev üstlenmişlerdir (Taylor, 34-35).
Yerel yöneticiler, Roman topluluklarını, ilk başlarda, vasıflı işgücü ve vergi gelir kaynağı olarak karşıladılar ve serfler statüsüne karşılık gelebilecek bir sosyal statüye sahip ettiler. Orta Avrupa ve Balkanlarda Osmanlı İmparatorluğu fetihlerinin feodal toplum üzerinde derin etkileri oldu. Roman toplulukları, doğrudan Osmanlı yönetimi döneminde, beylikler dönemine göre daha az oranda özgürlüğe sahip eğilimindeydiler. Roman topluluklarına yönelik yönetim davranışı bazı bölgelerdeki görece eşitlikten Eflak, Transilvanya ve Boğdan (Modern Romanya) beyliklerindeki tam köleleştirmeye varan yelpazede önemli ölçüde farklılık gösteriyordu
Batı Avrupa’ya Giriş
Batı Avrupa’daki Roman topluluklarına ilişkin ilk tanıklık anlatımları, 14.yüzyılda Komt veya Dük Avrupalı liderlerin yönetimi döneminde Gypsy/Çingene gruplarını ifade ediyorlar. Bu Çingene gruplar, önceki Roman göçlerinden çok daha organizeydiler; tipik olarak küçük topluluk olup sayıları 40 ile 200 kişiden oluşuyorlardı. Bu topluluklar, Batı Avrupa krallıklarından güvenli geçiş sağlamak üzere, kendilerini hacı olarak tanımlamışlardır. Bu tutumları, muhtemelen Bizans İmparatorluğunda hacılara tanınan hareket özgürlüğünü görmelerinden kaynaklanmış olabilir. Roman toplulukları 15.yüzyıl başlarında Batı ve Kuzey Avrupa’da varlıklarını zaten sürdürüyorlardı.
Geç Ortaçağ döneminde, Roman topluluklarının kökeni kendileri için bile belirsiz hale gelmiştir. Mısır’dan geldiklerine dair yanlış bir anlaşılma vardı ve Ortaçağ Avrupa’lıları onları “Mısırlılar” veya “Gypsies” olarak adlandırmışlardır. Çingenelerin geçmişte Hırıstiyanlıktan ayrıldıkları için pişmanlıkları sonucunda geçici bir süre için Mısır’dan sürüldüklerine dair bir efsane yaygın olarak anlatılıyordu. Bazı Roman liderler, bulundukları ülkelerin Kralları ve hatta bizzat Papa tarafından sürgüne gönderildiklerini iddia ederek bu efsane anlatısını teşvik edip daha da süslemişlerdir.
Geç Ortaçağ Avrupa anlatıları genellikle Roman toplulukların, bulundukları yerlerde yabancı görünümlerine ve kültürel uygulamalarına odaklanır nitelikteydi. Bu anlatıların ağır önyargılarla bezenmiş olması Ortaçağ Avrupa’sında Romanlar için hayatın nasıl seyrediğine dair doğru bir resim oluşturmayı zorlaştırıyordu. Doğu Avrupa ve Ortadoğu’da çoğunlukla yerleşik toplulukların aksine, Batı Avrupa’da yaşayan birçok Roman toplulukları gezgin bir yaşam tarzı sürdürdüler, ticaretlerini yapmak üzere düzenli olarak seyahat ettiler ve sabit yerleşim yerleri yakınlarında bulunan açık alanlara kamp kurdular.
Bu göçebe yaşam tarzı, Batı Avrupa’nın yabancılara karşı daha az uzlaşmacı olan ekonomik yapısı nedeniyle zorunlu kılınmış bir hal olabilir. Romanların icra ettikleri zanaatların çoğu Ortaçağ loncaları marifetiyle düzenleniyordu; mevsimlik tarım sektörü işçiliğinde çalışmak üzere çok az fırsat bulabiliyorlardı. Ekonomik fırsatları arama zulmünden kaçınma baskısı, muhtemelen Batı Avrupa’daki Roman topluluklarının, Doğu ve Orta Avrupa’daki Roman topluluklarının aksine, gezgin/göçebe (peripatetic) bir yaşam tarzını benimsemelerini zorunlu kılmıştır.
Avrupa’da Zulüm Görmeleri
Ortaçağ ve Erken Modern Avrupa’da yaşayan Romanlar genellikle ırkçılığa ve zulme maruz kalmışlardır. Ortaçağ Batı Avrupa’sındaki Roman toplulukların tekdüze Hıristiyan olmalarına rağmen, çağdaş anlatılarda sıklıkla kâfir olarak tanımlanıyorlardı. Ortaçağ Avrupa’sında diğer birçok azınlık grupları gibi Romanlar da yabancı olma muamelesi gördüler ve kimi zaman haksız yere düşman yabancılar adına casusluk yapmakla suçlandılar.
Tarihçi Geraldine Heng, Ortaçağ Avrupa’sında her ikisi de gerektiği gibi anlaşılmayan Romanlara ve Yahudilere yönelik bulundukları toplumda yapılan muamele arasındaki benzerliklere dikkat çekmektedir. Romanlara ve Yahudilere karşı beslenen gizli duygular veya toplumdan tecrit edilmiş olarak algılanmaları, onlar hakkında olumsuz duygulara ve güvensizliğe katkıda bulunmuştur. Bulundukları toplumda marjinal yaşam tarzları nedeniyle genellikle veba salgını ve toplumsal suçların işlenmesinde günah keçisi olmuşlardı. Birçok Avrupa ülkesi hükümdarları, Romanlara hapis veya ölüm cezası öngören yasaklama fermanları yayınlamışlardır. Bu yasaklayıcı yasalara rağmen Avrupa’daki Roman varlığını tamamen ortadan kaldırmaya yaramamış, ancak Romanları gördükleri zulümden kaçınmak üzere daha küçük gruplar halinde göçebe bir hayat sürdürmeye zorlamıştır.
Sonraki 200 yıl ve daha fazla bir sürede – 16.yüzyılın ortalarından 18.yüzyılın ikinci yarısına kadar – çoğu Avrupa ülkesi yönetimlerinin Çingelerin (Gypsies) toplumsal varlığına verdiği tepkide iç karartıcı bir tekdüzelik vardı. Sadece toplumdaki konumları nedeniyle suçlu olarak görülmeye devam ettiler ve suçlu görülmelerinin de ötesinde, dinsizlik ve büyücülük olarak görülen davranışlarına karşın dini düşmanlıkla birlikte, onlara karşı ırkçı önyargılar da devam etmiştir (Fraser, 129).
Romanlara karşı bu olumsuz tutumlar erken döneme kadar devam etmiş, Romanların ve diğer azınlık toplulukların kriminalize edilmelerine katkıda bulunmuştur. Avrupa ülkeleri hükümetleri, 17. ve 18. yüzyıllarda, göçebe toplulukları hedef alan serserilik karşıtı yasalar çıkarmışlardı ve Roman dili gibi azınlık dillerinin kullanımına kısıtlama getiren yasalar çıkarmak gibi stratejileri izleyerek, kültürel azınlık olarak zorla asimile etme girişimlerini artırmışlardır.
Amerika ve Avusturalya’da
Romanlar ilk olarak sömürgecilik faaliyetleri sonucunda Amerika ve Avusturalya’ya getirilmişlerdir. Amerika’nın Avrupa’yı kolonizasyonu sırasında Roman mahkûmlar, köleler ve sözleşmeli hizmetliler Kuzey ve Güney Amerika’ya gelmişlerdir. Portekizdeki Roman mahkûmlar, 1538 yılından başlayarak, Portekiz İmparatorluğu kolonilerine sürülmüşler ve zorunlu çalışmaya tabi tutulmuşlardır. Portekiz Brezilya’sına gönderilen mahkûmların torunları, Amerikan Birleşik Devletlerinden sonra dünyanın en büyük ikinci Roman nüfusuna ev sahipliği yapan Brzilya’da Roman topluluğunu oluşturmaya başlamışlardır.
Romanlar, 17.yüzyıldan itibaren, İngiltere Krallığın’dan da Kuzey Amerika ve daha sonra Avusturalya’daki denizaşırı kolonilere gönderilmişlerdir. İngiliz ve Gali Romanichal, Roman toplulukarı, 19.yüzyılın ilk başlarında yeni fırsatları arama ve ayrıcılıktan kurtulma çabasıyla Amerika Birleşik Devletlerine ve Avusturalya’ya gönüllü olarak göç etmeye başlamışlardır. Romanya’da köleliğin kaldırılmasından sonra, önceden köleleştirilmiş Romanların çoğu Amerika, Brezilya ve Avusturalya gibi ülkelere göç etmişlerdir.
Tarih Yazımı ve Roman Çalışmaları
Avrupa’da yaşanan aydınlanma çağında Roman topluluklarına yönelik önyargılarda bir şekilde azalma görülmüştü. Bilim insanları Romanların daha önce göz ardı edilen tarihsel ve dilsel mirasını merak etmeye başlamışlardır. Roman diline ilişkin ilk sistematik girişimler 18.yüzyılda yapılmış ve Roman folklorunun ilk derleme koleksiyonu 19.yüzyılda yayınlanmıştır. Bu girişimler daha sonraları Gypsiology (Çingene Bilimi) araştırma alanına dönüşmüştür (Şimdilerde Roman çalışmaları olarak biliniyor). Bu alandaki araştırmacı ilk bilginler, tarih ve dilbilim incelemelerine değerli katkılarda bulunurlarken, çalışmalarını genellikle Romanların diğer Avrupalılardan daha ilkel ve saf bir yaşam tarzını sürdürmeyi koruyan yabaniler ve özgür ruhlu göçebeler oldukları klişesi yönünde sürdürmüşlerdir. Bu basmakalıp araştırmalar, kötü niyetli olmasalar bile, cehaletten kaynaklanan çalışmalardır.
Avrupa’da, 20.yüzyılda milliyetçiliğin ve faşizmin yükselişi, Avrupa’daki Roman nüfusunun önemli bir bölümünün yok edilmesiyle sonuçlanan şiddet ve soykırım olaylarına yol açmıştır. Bu soykırım olayları, Avrupalı Roman topluluğuna mensup entelektüellerin, modern Avrupa’nın sosyo-politik çerçevesinde toplu olarak kendilerini savunmalarına izin verecek bir etnik ve ulusal kimlik oluşturmalarını öncelik haline getirmiştir. Bu entelektüel çerçeve, zaman ve coğrafya boyunca Roman toplulukları arasındaki ortaklık yanlarına odaklanma eğiliminde olan modern Roman tarihçiliğinin şekillenmesine yardımcı olmuştur.