Genç Napolyon Bonapart’ın Fransız güçlerine komutanlık ettiği 1796-1797 yıllarında düzenlenen İtalya Seferi, Fransız Devrim Savaşlarında (1792-1802) belirleyici özelliği olan önemli bir sefer olmuştur. Bu sefer, Avusturya’nın yenilgisine, Fransız güçlerinin Kuzey İtalya üzerinde kontrolünün başlamasına, aynı zamanda, savaşın sona ermesine de yol açmış, ama en önemli diğer bir yanı, Napolyon Bonapart gücü ve şöhretini yeni doruklara taşımıştır.
Devrimci Savaşların ilki olan Birinci Koalisyon Savaşı, 1792 yılından beri Fransa Cumhuriyeti ile Fransa karşıtı ülkelerden oluşan bir koalisyon gücü arasında devam ediyordu. Çarpışmaların çoğu Flanders ve Almanya topklarında gerçekleşmiş, İtalyan Cephesi ise daha ziyade bir yan gösteri savaşı niteliğinde kalmıştır. Başkomutanı Bonapart, 1796 yılı Mart ayında, İtalya Cephesini savaştaki en önemli operasyon haline getirmiş, kendisine karşı savaşmak üzere gönderilen her bir Avusturya askeri gücünü yenerek ve Kuzey İtalya haritasını yeniden çizerek tüm Avrupa’yı şaşkına çevirmiştir. Napolyon’un bu parlak seferi, Avusturya’nın 1797 yılı Ekim ayında barış talebinde bulunmasına ve savaşın da sona ermesine neden olmuş, ama aynı zamanda, Napolyon Bonapart’ın da Fransa’nın en etkili şahsiyetlerinden birisi haline getirmiştir.
Kadere
Napolyon Bonapart, 27 Mart 1796 tarihinde, Fransa’nın İtalya Cephesi Ordusunun komutasını almak üzere komuta merkezi Nice şehrine gitmiştir. Orduyu komuta görevini, cazibe sahibi Josephine de Beauharnais ile evlenmeden sadece yedi gün önce, 02 Mart günü almıştır. Genç General Bonapart için bir aylık zaman bir fırtına gibi geçmiştir. Bayan Josephine, Yürütme Organı Fransız Direktuvarı üyesi ve Fransa’nın en güçlü adamlarından birisi olan Paul Barras’ın eski bir metresiydi. Napolyon Bonapart’ın da İtalya Ordusuna komutanlık görevini, sadece Paul Barras’ın eski sevgilisine lütuf olsun diye kabul ettiğine dair söyelentiler olmuştur. Komutan Bonapart, 1793 yılında Toulon Kuşatması komuta görevi sırasında ve 1795 yılında Krallık taraftarı 13 Vendemiaire isyanını bastırmasında Fransız ordusu nezdinde zaten bir itibar kazanmıştı. Napolyon Bonapart, sadece 48 saatlik bir balayından sonra, yeni geline düğün hediyesi olarak, üzerinde “Kadere” yazılı altın bir madalyon bırakarak cepheye gitmek üzere ayrılmıştır.
Napolyon Bonapart, İtalya Cephesi karargâhının bulunduğu Nice şehrine vardığında ilk işi bir askeri birlikte teftiş yapmak olmuştur. Askerler, isyan etme noktasına gelmişlerdi, fahiş fiyat talep eden malzeme ve gıda maddesi tedarikçilerinin sağladıkları düşük oranda asker tayinleri nedeniyle yetersiz beslenme yaşıyorlar ve neredeyse açlıktan dolayı ölmek üzereydiler. Askerler en temel ihtiyaçlarından bile yoksun kalmışlardı; şöyleki, askeri üniforma, tüfek ve süngü gibi teçhizat malzemeleri bile nadiren bulanabiliyordu, taburların tamamı ayakkabısız kalmışlardı. Aylardan beri ordunun maaşları ödenmemişti ve maaşların ödeme günü geldiğinde mandats territoriaux adı verilen değersiz banknotlar şeklinde ödeme yapılmış ve Yürütme Organı Fransız Direktuvarının sağlayabildiği tek şey bu olmuştur. Hastalık, firar ve savaş alanındaki kayıplardan dolayı, 1792 yılında, başlangıçta 106.000 olan asker sayısı 1796 yılı Mart ayı itibariyle 37.600 kişiye ve mevcut top sayısı da 60 âdete düşürülmüştü. Napolyon Bonapart, yetersiz düzeyde donatılmış orduyu kısa sürede savaşabilecek duruma getirmekle görevlendirilmek üzere adeta biçilmiş bir kaftan olmuştur.
Başkomutan Napolyon Bonapart, İtalya Ordusu komuta merkezinin bulunduğu Nice şehrinde daha sonra çoğunluğu Napolyon’un başkomutanlık hikâyelerinin önemli aktörleri haline gelecek olan subaylarıyla tanıştırılmıştı. Başkomutan Bonapart’ın Genelkurmay Başkanı, günde 20 saat çalışabilme ve Komutan’ın seri ateş emirlerine ayak uydurabilme becerisiyle ordu kurmaylarının saat gibi çalışmasını sağlayan idari işlerde bir deha Alexandre Berthier olmuştur. Tümen komutanları arasında; eski Kraliyet Ordusunda görevli olup 34 yıllık deneyime sahip kasvetli bir generel olan Jean Sérurier, eski bir paralı asker, dans hocası ve düellocu, bir zamanlar hakeret ettiği nedeniyle bir subayı öldüren Pierre Augereau, ganimet toplama iştahı kadınlara olan arzusuyla eşleşen yetenekli bir general olan André Masséna vardı. Başkomutan Napolyon’un komutası altında kısa bir süre sonra ünlenecek olan diğer subaylar arasında Joachim Murad, Jean-Andoche Junot, Jean Lannes, Barthélemy Joubert ve Auguste Marmon vardı. Tarihçi yazar David G.Chandler’in belirtiği üzere “askeri yetenekleden oluşan bu kadar büyük bir galaksinin aynı zamanda, aynı yerde ve bir arada ordu hizmetinde bulunması nadir bir durumdur.”
Karargâhtaki bu subaylar başlangıçta yeni başkomutandan pek etkilenmemişlerdi. Henüz 26 yaşında olan Napolyon Bonapart, kısa boylu ve ince yapılı olması nedeniyle “bir Generalden daha ziyade bir matematikçiye benzetiliyordu” ve daha yeni evlendiği karısının portresini göstermekten aldığı zevk onun daha çok genç bir subay olduğunu gösteriyordu. Komuta Merkezindeki generaller galaksisi, fazla zaman geçmeden, Napolyon Bonapart’ı hafife aldıklarını anlamışlardı. Başkomutan Bonapart komiserlik statüsünü yeniden düzenlemiş ve rüşvetçi tedarikçileri tehdit ettmiştir. Süvarileri kaldıkları kışlaklardan geri çağırmış, Cenevizli finansörlerden sesizce 3 milyon Franklık bir kredi tahsiasatı almıştır. İsyan eden taburları dağıtmış ve devrim karşıtı şarkılar söyleyen iki subayı askeri mahkemeye vererek disiplini yeniden sağlamıştır. Başkomutan Bonapart kısa bir süre zarfında astlarının saygısını kazanmıştır: Şöyle ki; Masséna’nın meşhur ifadesiyle Bonapart “General şapkasını başına takınca boyu iki feet kadar daha uzanmış gibi görünüyordu” (Roberts, 75).
Başkomutan Bonapart daha sonra bütün askerlerin günlünü kazanmaya çalışmış, askerlerine Almanya ve Flander’deki yoldaşlarına sağlanan zaferleri ve zenginlikleri vaat etmiştir. Şöyle bir açıklama yapmıştır:
Askerler! Aç ve çıplaksınız; hükümetin size çokça borcu vardır, ama size hiçbir şey veremez. Bu kayaların arasında gösterdiğiniz sabır ve cesaret takdire şayandır, oysa size hiçbir zafer kazandırmaz, üzerinize hiçbir parıltı bile düşemez. Sizleri dünyanın en verimli ovalarına götüreceğim. Zengin eyaletler, zengin kasabaların hepsi emrinizde olacak… İtalya Cephesi askerleri! Cesaretiniz veya dayanıklığınız mı eksik kalmıştır? (Chandler,53).
Bu sözler, özellikle henüz savaşa girmemiş bir ordunun başında bulunan bir general için çokça cesur sözlerdi. 10 Nisan günü, yani Başkomutan Bonapart seferini başlatmasından beş gün önce, 53.000 kişilik Avusturyalı ve Piedmontlu bir askeri gücün kendisine bir saldırı düzenleyeceği haberini almıştır. Tam da bu zaman, General Napolyon Bonapart’ın kendi kaderiyle yüzleşme zamanı olmuştur.
Küçük Onbaşı
Piedmont-Sardunya Krallığı 1793 yılından beri Fransız Cumhuriyeti ile savaş halindeydi ancak kalbiyle kavga taraftarı değildi. Piedmontlular, komutanları Johan Beaulieu’nun da aynı şekilde güvenmemesi konusunda uyarılan Avusturalyalı müttefiklerine güvenmiyorlardı. General Napolyon Bonapart’ın bu durumda asıl amacı iki ordunun arasını açmak ve her birini sırası geldikçe yenmekti. 12 Nisan günü, şaşırtıcı bir hızla hareket ederek, düşman hattının tehlikeli derecede genişlediği bir dağ köyü olan Montenotte’ye saldırmıştır. General Masséna, tümenini yağan yağmur altında düşmanın sağ kanadı tarafından mevzilendirip sevk ve idare ederek kuşatma harekâtı başlatmıştır. Bu saldırı harekâtından sonra General Bonapart, ordunun Başkomutanı olarak kazandığı ilk zafer olmuştur; bu çatışmada 800 Fransız askerine karşılık Avusturya-Piedmont cephesi 2.500 askerini kaybetmiştir.
Başkomutan Bonapart sonraki günlerde, Millesimo (13 Nisan) ve Dego’da (14 Nisan) müttefik güçleri iki defa daha yenmiş ve bölgeden çekilen Piedmont ve Avusturya ordularının aralarını açarak ayırmayı başarmıştır. Bir hafta sonra Mondovi Muharebesinde (21 Nisan) Piedmont ordusunu yenerek bölgeyi işgal etmiş ve Başkent Torino’ya giden yolun tamamı açılmıştı. Piedmont-Sardunya Krallığı barış talebinde bulunmuş ve 28 Nisan günü Cherasco Mütarekesini kabul etmiştir. Napolyon Bonapart, bir aydan kısa bir sürede düşman tarafı savaşma imkânından yoksun bırakarak saf dışı etmiştir. Artık Avusturyalılarla da yüzleşme zamanı gelmiştir.
Başkomutan Napolyon Bonapart’ın, Cherasco Antlaşmasının bir parçası olacak şekilde, Po Nehri üzerinde Valenza’daki köprüyü kullanmasına olanak veren “gizli” bir madde eklediği istihbaratı sızdırılımış ve bu konuda bir haber geçidin korumasını sağlayan Avusturyalı General Beaulieu’ya ulaştırılmıştı. Ancak, sızdırılan bu istihbaratın aslında gerçek olmayıp Piaceza’da nehri geçen Bonapart’ın bir hile oyunuydu. Avusturya güçleri 110 Km (70 Mil) doğuda gafil avlanmış ve Milano’ya giden yolu korumak üzere geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Fransız güçleri 10 Mayıs günü Lodi kasabasında Adda Nehrini geçen Avusturya güçlerini takibe almış ve önlerini kesmişlerdi. Fransızlar alana geldiklerinde Avusturya ordusunun çoğu zaten karşıya geçmiş ve kasabada yalnızca artçı bir kuvvet kalmıştı. Avusturya artçı kuvveti, General Lannes komutasında el bombacılar birimi tarafından geri püskürtülmüştü, ancak Başkomutan Bonapart, gelinen bu aşamada, Avusturya güçleri onu yok etmeden önce Adda üzerindeki köprüyü ele geçirme durumuyla karşı karşıya kalmıştır. Albay Dupas komutasında bir jandarma bölüğü, saldırıyı yönetmek üzere neredeyse intihar etmek anlamına gelebilecek bir görevi kabul etmiş ve Fransız güçleri akşam saat 05’te Avusturya güçlerini kurşun yağmuruna tutarak köprüye çılgınca bir saldırı düzenlemişlerdi. Fransız askerleri, sığ sulara girip Avusturya topçularına ateş ederken, peş peşe dalgalar halinde yayılan Fransız saldırıları marifetiyle en sonunda hedef köprüyü ele geçirmişlerdir.
Lodi Muharebesinin tek başına pek bir önemi yoktu; Avustura güçleri zaten geri çekiliyorlardı ve her iki taraf da eşit düzeyde kayıplar vermiştir. Fransız askerleri savaşta kararlı cesaret göstermişler ve bu savaş kısa sürede Napolyon Bonapart efsanesinde önemli bir yer edinmiştir. Başkomutan Bonapart’ın Lodi’deki zaferinden sonra ona “Küçük Onbaşı” gibi sevimli bir takma ad veren askerlerinin sevgisini kazanmıştır. Bu savaş aynı zamanda Napolyon Bonapart’ı kaderinin büyüklüğüne ikna etmiş görünüyordu. Bonapart daha sonra şunları yazacaktı;
Bundan böyle, artık kendimi sıradan bir general olarak değil, bir milletin kaderini tayin etmek üzere çağrılan bir komutan olarak görüyordum. O zaman ulusal sahnede gerçekten belirleyici bir aktör olabileceğimi anladım. Tam da bu nokta da yüksek hırsın ilk kıvılcımları çakılmıştı. (Roberts, 91).
Başkomutan Napolyon Bonapart’ın bu kadar popüler hale gelmesinden endişe duyan, Paris’te bulunan, Yörütme Organı Fransız Direktuvarı, Bonapart’a İtalya Ordusu komutasını Alpler Ordusu başında bulunan daha deneyimli General Kellermann ile paylaşması önerisinde bulunmuştur. General Napolyon ise sadece komutasını paylaşmayı reddetmekle kalmamış, aynı zamanda, gerekirse istifa edebileceğiyle tehdit etmiştir. En başarılı generallerini kaybetme rizkini göze almak istemeyen Direktuvar bu planından vazgeçmiştir.
Milano’ya Girme
Fransa’nın İtalya Ordusu, 15 Mayıs 1796 tarihinde, Avusturya Ordusunun ortadan kaybolmasını görmekten memnun kalan yerel halkın büyük bir şenlik gösterisi ve alkışları eşliğinde Milano’ya girmiştir. Napolyon Bonapart hemen Milano Hükümetini, Transpadance Cumhuriyeti olacak şekilde yeni bir “Kardeş Cumhuriyet” veya Fransa uydu devleti olacak şeklinde yeniden düzenleme yapmıştır. Yeni Cumhuriyetin Anayasasının hazırlanmasına yardımcı olmuş, İtalyan Jakobenlerini hükemet sıralarında görevlendirmiş ve Fransa yanlısı siyasi kulüplerin kurulmasını sağlamıştır. Bu özgürleşme maskesine rağmen, Başkomutan Bonapart’ın hala maaş ödemesi yapması gereken bir ordusu vardı, Milano, Para ve Modena düklerinden toplam 20 milyon Frank tahsisat toplamıştı. Böylece İtalya Ordusuna 1793 yılından bu yana ilk kez nakit ödeme yapılmıştır. Napolyon Bonapart, generallerinin şehri yağmalayıp paha biçilmez sanat eserlerini alarak Paris’e göndermelerine göz yummuştur.
Başkomutan Napolyon Bonapart, 21 Mayıs günü Avusturaya Generali Beaulieu’un başında bulunduğu Mantua /Mantova’ya doğru yola çıkmıştır. Ancak, bölgeden ayrılır ayrılmaz, kısa bir süre sonra Milano ve Pavia’da isyanların patlak verdiğine dair haberler almıştır. Komutan Bonapart hızla geri dönmüş ve İtalyan isyancılarına şiddetli bir misilleme yapmıştır. Pavia kenti kapılarına hücüm etmiş ve askerlerinin birkaç saat boyunca hiçbir kısıtlama olmaksızın şehrin yağmalanmasına izin verirken, General Lannes da asi Binasco kasabasından intikam almış, şehrin tüm erkeklerini vurup evlerini ateşe vermiştir. Bu türden bir vahşete maruz kalma yaptırımı, işgal altındaki İtalya’nın geriye kalan kısmında Fransız “kurtarıcılarına” meydan okuma maliyetinin ne olabileceği konusunda uyarmayı amaçlıyordu.
Mantua’yı Kuşatma
Mantua/Montova şehri, Alp geçitlerini koruyan ve Avusturya’nın kuzey İtalya üzerindeki kontrolünün anahtarını elinde bulunduran dört kaleden oluşan Dörtgen şeklinde bölgenin bir parçasıydı. Napolyon Bonapart, bu nedenle, takviye edilmiş bir orduyla 02 Haziran günü Mantova şehrini kuşattığı zaman, Avusturya için şehrin düşmesini önlemek hayati derecede önem taşıyordu. Yedi Yıl Savaşları gazisi Mareşal Dagobert von Wurmser’e 50.000 askerin komutası görevi ve ne pahasına olursa olsun Mantua Kuşatması etkisini hafifletmesi emri verilmişti. Mareşal Wurmser, daha hızlı hareket edebilmek amacıyla, ordusunu farklı birliklere bölerek savaşma kararını almıştı: Teğmeni General Quasdanovich komutasındaki 18.000 asker Garda Gölünün batı yakasına doğru ilerleyecek, Wurmser ise geri kalan 32.000 kişilik askeri gücüyle doğu yakasına doğru yönelecekti. Napolyon Bonapart bu ilerleyişin haberini aldığı zaman, bu güçlerin tekrar birleşme imkânı bulamadan her bir birliği yenmesi gerektiğini farkındaydı.
Başkomutan Napolyon Bonapart Temmuz ayı sonunda 179 adet top ve taşımada kullandığı hayvan mevcudiyetini bırakıp cephanelerini göllere boşaltarak Mantua Kuşatmasını sona erdirmiştir. 03-04 Ağustos günleri İkinci Lonato Muharebesinde Quasdanovich’i yenmiş ve ertesi günde Castiglione Muharebesinde Wurmser komutasında Avusturya güçlerini yenmiştir. Avusturya güçleri, Bonapart’ın kuşatmayı sürdürmek üzere Mantova’ya dönmesinin önüne geçememiş, her iki taraf savaşta yaklaşık olarak 5.000 kişilik bir askeri gücü kaybettikten sonra geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Mareşal Wurmser gücünü yeniden toparlanmış ve Ağustos ayı sonunda yeniden saldırıya geçmiştir. Napolyon Bonapart ile bir dizi savaşta karşılaşmış ancak 08 Eylül günü Bassano Muharebesinde mağlup olmuştur. Hala kuşatmayı hafifletmeyi ümit eden Mareşal Wurmser, Mantova’ya doğru çekilmiş ancak General Masséna komutandaki güçlerden aldığı başka bir yenilgi onu şehre girmeye zorlamıştır. Mareşal Wurmser, komutasındaki askerlerinin de mevcuda eklenmesiyle garnizonun tamamını beslemeye yetecek kadar gıda maddesi ve malzemesi kalmamıştı. Napolyon Bonapart’ın kuşatma harekâtını yeniden başlattığı zamanda, Avusturya güçleri kısa bir süre sonra at eti yemeye başvurmak zorunda kalmışlardır. Çok geçmeden hastalık ve yetersiz beslenmeden dolayı günde yaklaşık olarak 150 askerin yanı sıra sayısı belirsiz sivil kişiler de ölüyorlardı. Yaşanan bunca acılara rağmen, Avusturya Mareşalı Wurmser hala teslim olmayı reddediyordu.
İtalya derinliklerinde terk edilme
Avusturya güçleri Kasım ayında kuşatmayı kaldırmak amacıyla üçüncü bir saldırı girişimde bulunmuşlardır. Napolyon Bonapart’ın daha sonra İtalya harekâtındaki en yetenekli düşmanı olarak öveceği 61 yaşındaki Macar General Joseph Alvinczi bu harekâta komuta ediyordu. General Alvinczi 02 Kasım günü Piave Nehrini geçmiş ve Quansdanovich komutasındaki güçleri Bassano üzerinden Vicenzan şehrini almak üzere göndermişti. Napolyon Bonapart 06 Kasım günü İkinci Bassano Muharebesinde Quasdanovich güçlerinin ilerleyişini durdurmaya çalışmış ancak düşman gücünün sayıca üstün olduğunu fark edince geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu geri çekilme hareketi Başkomutan Bonapart kariyerindeki ilk gerçek yenilgi olmuştur. Vicenza’ya geri dönen Bonapart, General Vaubois komutasındaki bir Fransız tümeninin Cembra ve Calliano yakınlarında ezici bir yenilgiye uğradığı haberini almıştır. Askeri disiplini yeniden tesis etme ihtiyacını duyan Bonapart, Vaubois’yi komutanlık görevinden almış ve askerlerine şöyle hitap etmiştir : “39. ve 85. Piyade taburu askerleri, artık Fransız Ordusuna ait olmaya uygun değilsiniz” …. Genelkurmaybaşkanı bayraklarınız üzerinden “bu askerler artık İtalya Ordusunun bir parçası değildir” diye yazmış olmalıdır (Roberts, 120). Aşağılanmış bu yarı tugaylar, daha sonraki savaşlarda olağanüstü bir güçle savaşmışlardır.
Başkomutan Napolyon Bonapart, 12 Kasım günü, Avusturaya birliklerinin saldırısına karşı Verona’yı tutmuş ve ertesi gün her iki taraf da dinlenmeye geçmişlerdir. Bonapart’ın Fransız Direktuvarına yazdığı ümitsiz mektubunda belirtildiği üzere bu dinlenme süresi, düzenlenen seferin en kasvetli zamanı olmuştur: “Belki de….benim ölüm saatim yaklaşıyor….İtalya’nın derinliklerinde terk edilmiş durumdayız” (Chandler, 103). Ancak Başkomutan Bonapart’ın yenilgiyi kabul etmeye niyeti yoktu; 15 Kasım günü Arcole Muharebesinde General Alvinczi güçlerine saldırı düzenlemiş ve çatışmaların çoğu Adige Nehri üzerindeki bir köprü etrafında gerçekleşmiştir. Augereau komutasında askerlerin köprüyü ele geçirme amaçlı ilk saldırı girişimi geri püskürtüldükten sonra Napolyon Bonapart eline bir bayrak almış ve ikinci saldırıyı bizzat kendisi yönetmiştir. Saldırı köprüde çıkmaza girmiş ve Komutan Bonapart’ın yaveri onun hemen yanında öldürülmüştür. Komutan Napolyon Bonapart köprüden aşağıya, bataklık zemine düşmemiş olsaydı muhtemelen kendisi de orada öldürülecekti. Bu saldırı iki gün daha sürmüş ve bu sırada 3000 kişilik askeri güç öldürülmüştür, ancak Fransızlar köprüyü ele geçirmiş ve savaşı kazanmışlardır.
Zafer
Başkomutan Napolyon Bonapart Arcole Muharebesinden sonra Mantova kuşatmasını sürdürmüştür. Şehir garnizonunda bulunan 18.500 askerden yalnızca 9.800 kişi göreve uygun bulunmuş ve şehirdeki erzaklarının 17 Ocak gününe kadar tükenmiş olacağı bekleniyordu. Avusturya kuşatmayı istiyor idiyse bunu bir an önce yapmak zorundaydı. Dördüncü ve son saldırı girişimi General Alvinczi komutasındaki güçler tarafından yapılmış ve her iki ordu 14 Ocak 1797 tarihinde Rivoli Muharebesinde bir kez daha çarpışmışlardır. Bu çarpışma yankı uyandıran bir Fransız zaferi olmuştur. Fransızlar 3000 askerini kaybederken, Avusturya güçlerinden 4000 kişi öldürülmüş veya ağır yaralanmış; yakalanan diğer 8000 kişi daha kaybedilmiştir. Rivoli Muharebesi Mantova’nın son umutlarını da boşa çıkarmış, nihayet 02 Şubat günü teslim olmuşlardır. Kuşatmanın başlamasından itibaren binlerce sivilin yanı sıra 16.300 Avusturya askeri açlık ve hastalıktan ölmüştür.
Mantova şehrinin düşmesi Napolyon Bonapart ordusunun nihai hedefi olan Viyana yolunun açılmasına neden olmuştur. Başkomutan Napolyon Bonapart 10 Mart 1797 tarihinde 40.000 kişilik askeri bir gücü Tirol üzerinden Klagenfurt’a ve ardından da 160 Km (100 Mil) mesafede Viyana’nın kulelerini görebilecekleri Styria’daki Loeben şehrine sevketmiştir. Başkomutan Bonapart, Avusturya İmparatorunun kardeşi Arşidük Charles’a karşı küçük çaplı birkaç savaşa girmiş, ancak, Avusturya güçleri, hala Ren Nehrindeki Fransız orduları tehditi altında olduklarından dolayı büyük çaplı bir savaş riskini göze alıp cesaret edememişlerdir. Avusturya barış talep etmeye karar vermiş ve Napolyon Bonapart da 02 Nisan günü Loeben’de ateşkes teklifini kabul etmiştir. Bu ateşkesin ayrıntıları 17 Ekim 1797 tarihinde Formio Antlaşması ile kesin bir hal almıştır. Böylece Birinci Koalisyon Savaşı da sona ermiştir.
Başkomutan Napolyon Bonapart, Yörütme Organı Fransız Direktuvarına danışma zahmetine bile girmeden, Fransa Cumhuriyeti adına müzakereler yaparak haddini aşmıştır. Avusturya’ya, Belçika’nın ve Ren Nehrinin sol yakasını Fransızların kontrolü altında olduğunu ve ayrıca İtalya’da yeni bir kardeş cumhuriyet olan Cisalpine Cumhuriyetini kurulduğunu kabul ettirmiştir. Napolyon Bonapart, Avusturya’nın toprak kayıplarını telafi etmek üzere ideal bir kurbanlık kuzu olarak tarafsız Serene Venedik Cumhuriyetine ait toprakları teklif etmiştir. Böylece Venedik, Avusturya ile Cisalpine Cumhuriyeti arasında paylaştırılmış ve Serene Cumhuriyeti 1.200 yıllık sakin varlığı sona ermiştir.
Sonuç
Başkomutan Napolyon Bonapart komutasında 1796-1797 yıllarından düzenlenen İtalya Seferi yeni bir çağın başlangıç şafağı olmuştur. İtalya seferi, Fransa’nın, Fransız Devrim Savaşları zaferine önemli ölçüde katkıda bulunurken, diğer yandan da, belki de Napolyon Nonapart kişiliğinin oluşmasındaki rolü nedeniyle daha da önem arz etmektedir. Napolyon Bonapart, giderek Başkent Paris’te ünlenmiş ve aynı zamanda kendisini tüm Avrupa’da ün kazanmış olarak bulmuştur. Başkomutan Napolyon’un mareşalleri olarak görev yapacak olan generallerin birçoğu İtalya seferi sonrasında şan ve ün kazanmışlardır. Henüz 28 yaşında bile olmayan Başkomutan Napolyon Bonapart, kuzey İtalya haritasını değiştirmiş, bölge cumhuriyetlerine hayat vermiş, Avrupa’nın önde gelen askeri güçlerinden birisini küçük düşürmüş ve ülkesi Fransa’da popülerliğini doruğa çıkarmıştır. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen Napolyon Bonapart’ın efsanevi komutan olma hikâyesi daha yeni başlıyordu.