Urdubegiler, imparatorun haremi olan zenana'yı koruyan Babür İmparatorluğu'ndaki bir grup kadın savaşçıydı. Kadın muhafızların kökenleri Hint medeniyetlerinin başlangıcına değin uzansa da, urdubegiler bir Babürlü icadıydı. Urdubegilerin ismi bilinen tek mensubu, Hümayun ve Ekber'in sarayında vazife yapan Bibi Fatima'dır.
Kökenler
Chandragupta Maurya'nın sarayından başlayarak, kadın muhafızlara duyulan ihtiyaçtan bahseden iki mühim metin vardır. İlk metin, Chandragupta Maurya sarayına (MÖ 321-297) Yunan elçisi olan Megasthenes'ten gelmektedir. O, bilhassa avlanırken Maurya kralını koruyan kadınların varlığından bahseder. Kadın avcılar, silahlarla teçhiç edilmiş muharebe arabalarına, atlara ve fillere binerek krala eşlik ediyordu. Batı dünyasında kralın yanında onu korumak için erkek muhafızların olması çok yaygın bir şey olmasına rağmen, kadın muhafızların varlığı Megasthenes için biraz sürpriz olmuştu.
İkinci metin, Chandragupta Maurya'nın danışmanı Kautilya (MÖ 350-275) tarafından yazılan Arthashastra'ydı. Önceki kralların çok sayıda cinayeti sebebiyle kadın muhafızların lüzumundan bahsetmişti. Kautilya haremin tehlikelerini şöyle anlatır:
Haremin iç kısmındayken, kral kraliçeyi sadece yaşlı bir hizmetçi tarafından şahsi saflığı bahşedildiğinde görecektir. Hiçbir kadına dokunmayacaktır (şahsi saflığından haberdar olmadığı sürece); zira kraliçenin odasında saklanan kendi kardeşi Bhadrasena'yı öldürmüştür; annesinin yatağının altına saklanan oğlu, kral Karusa'yı öldürmüştür; kendi kraliçesi bal gibi pirinçle zehir karıştırmış, Kasiraja'yı zehirlemiştir; zehirle boyanmış bir bileziği olan kendi kraliçesi Vairantya'yı öldürmüştür; bölgesinin bir mücevherini zehirle boyayarak, kendi kraliçesi Souvira'yı öldürdü; zehirle boyanmış bir aynayla, kendi kraliçesi Jalutha'yı öldürdü; ve saç tutamının altında saklı bir silahla, kendi kraliçesi Viduratha'yı öldürdü. (1.20, ed. Kangle)
MÖ 340 ile 293 arasında, Kautilya'nın talimatıyla başka bir kadın muharip grubu oluşturuldu. Visha Kanya (Zehirli Kızlar) olarak bilinen bu kadınlar, çocukluktan itibaren küçük dozlarda zehir verilerek eğitildiler ve bu da onların giderek bir müsamaha geliştirmelerine yardımcı oldu. Böylece, bu suikastçılar güzelliklerini ve çekiciliklerini kullanarak avlarını cezbedecek ve ardından Kral'ın düşmanına ölüm öpücüğü vereceklerdi. 9. yüzyıla ait bir Arapça metin olan Secreta Secretorum'a göre, Aristoteles (MÖ 384-322) öğrencisi Büyük İskender'i (MÖ 336-323) genç general Hindistan seferine çıkmadan evvel bu "zehirli bakirelerin" tehlikeleri hususunda uyarmıştı. Başka bir efsaneye göre, Büyük İskender'in ölümü, mağlubiyetinden sonra Kral Porus tarafından kendisine ganimet olarak verilmiş olabilecek bir Visha Kanya ile kucaklaşmasının neticesi olarak tahakkuk etti.
Visha Kanya Hintliydi, lakin diğer kadın korumalar, antik Yunanlıların Amazonlar ve sair muharip kadınların bulunduğuna inandıkları Orta Asya'dan getirilmiş olabilir. Ne yazık ki, birçok kaynak bu silahlı kadınların içtimai geçmişi hususunda kışkırtıcı bir şekilde sessizdir. Antik Hindistan'da, bir kralın kadınlardan oluşan maiyeti onun gücünü, zenginliğini ve statüsünü teşhir ederdi. Böylece, kadın korumalar iki gayeye hizmet ediyor gibi görünüyordu: yalnız kralı korumakla kalmıyorlardı, aynı zamanda ilahi gücün teatral bir teşhirinde kralın statüsüne de katkıda bulunuyorlardı. Bu muharipler var olsa da, Babür zamanına değin tanındıkları belirli bir unvanları yoktu.
Babürlüler ve Harem
Haziran 1492'de, 12 yaşındayken Babür, Fergana eyaletini (günümüz Özbekistan'ı civarında küçük ama münbit bir eyalet) miras aldı. Ne yazık ki, siyasi kargaşa sebebiyle tahtını kaybetti ve bu yüzden kalesini kurduğu Kabil'e gitti. Daha sonra 1505'te ilk defa Hindistan'a gitti ve bu daha sonra birkaç başka sefere yol açacaktı. Babür'ün haremi, maceraları sırasında onunla beraber seyahat eden göçebe bir haremdi, bu sebeple emniyeti sağlamak bir mecburiyetti. Belki de önceki Hint krallarının kadın korumalarını öğrenerek, parda (örtü anlamına gelir) takmayan ve kolayca hareket etmelerine imkan tanıyan özel bir kadın grubu olan urdubegileri kurdu.
Harem ve Babürlü Hanedanlığı'nın sonuna kadar onu idare edecek kaideler ancak Ekber (hükümdarlığı 1556-1605) zamanında düzgün bir şekilde tesis edildi. Muhteşem Babürlüler kitabı (s. 37-38) zenananın nizamını şöyle anlatıyor:
Zanana'daki hayat, küçük bir şehrinki kadar muhtelif, karmaşık ve çok tabakalıydı. Umumiyetle, anneler, büyükanneler, eşler, kız kardeşler, kızlar, teyzeler ve sair kadın akrabalar dahil olmak üzere muhtelif Babürlü mahallerinde barındırılan birkaç bin kadın vardı. Ayrıca, 'hizmetçi kadınların' sayısı çok fazlaydı ve cariyeler, hizmetçiler, köleler, kadın muhafızlar, casuslar, eğlendiriciler, kahinler ve belirsiz müddetler boyunca kalan çeşitli ziyaretçileri ihtiva ediyordu. Çoğu hesaba göre, kadın dairelerindeki hayat fiziken güvenliydi, malen güvenliydi, siyaseten nispeten istikrarlıydı ve maddi lükslerle, günlük ve mevsimlik eğlencelerle ve çok büyük ölçüde devamlı kadın arkadaşlığının iniş çıkışlarıyla doluydu. (37-38)
Babürlü zenanası mefhumu akla gelen zevk bahçelerinden çok uzak olsa da, hareme giriş gerçekten sınırlanmıştı. Zenana'da yaşayan birçok kadın parda tatbirk ediyordu. Gull-i-Hina makalesinde Babürlü kadınlarının nasıl davranması gerektiğini şöyle anlatıyor:
Asil kadınların kamu hayatları, inziva yasalarınca idare ediliyordu. Parda pratiği veya kadınların peçe yahut duvarın arkasına kapatılması, eski ve ortaçağ Hindistan'ında zaten biliniyordu ve tarih boyunca birçok üst sınıfça kullanılmıştı. Babürlüler zamanında, inziva aristokrat aileler için kabul görmüş bir hayat şekliydi. (464)
Artan nüfus sebebiyle, zenana'nın düzgün işleyişini sürdürmeye yardımcı olacak insanlara ihtiyaç duyuluyordu. Hadımlar hariç, angalar (süt anne), daroghalar (matronlar), mahaldarlar (gözetmenler) ve urdubegiler (silahlı kadın muhafızlar) gibi evli ve umumiyetle kendi evlerinde ikamet eden kadın vazifeliler de vardı.
Urdubegiler tahsilli savaşçılardı ve genelde pardayı tatbik etmeyen kabilelere aittiler, bu sebeple muayyen hallerde erkekler tarafından görülebilirlerdi. Yay ve ok, mızrak ve kısa hançer ve kılıç kullanımı gibi bütün silahların kullanımına dair eğitilmişlerdi.
Urdubegilere dair bir başka bilgi de, Babürlü sarayında vazifeli Fransız diplomat François Bernier tarafından yazılan Moğol İmparatorluğu'ndaki Seyahatler'de bulunur. Yazılarında Şah Cihan'dan (hükümdarlığı 1628-1658) Şah Cehan ve Prenses Cihanara'dan Begüm-Saheb olarak bahseder. Seyahatnamesinde, Hükümdar Şah Cihan'ın oğlu Evrengzib'e saraya davet gönderdiği veraset muharebesinden bahseder:
Tedbirli Prens de Şah Cihan'a güvenmiyordu; çünkü Begüm-Saheb'in onu ne gece ne de gündüz terk ettiğini; mesajı kendisinin yazdırdığını ve kalede, sarayda çalıştırılan iri yarı ve kuvvetli Tatar kadınlarının, kaleye girer girmez ellerinde silahlarla ona taarruz etmek gayesiyle toplandığını biliyordu. (61)
Kaynaklardan, prenslerin Urdubegilerden korktukları açıktır; hükümdara olan sadakatleri onları hesaba katılması gereken vahşi bir güç haline getirmişti. Dolayısıyla, Evrengzib saraya dikkatsizce girmedi, urdubegilerin eline düşerse canlı olarak geri dönemeyeceğinin farkındaydı.
Bibi Fatıma
Babür imparatorları hayatları hakkında şümulu kayıtlar bırakmış olsalar da, hükümdar ve haremlerini koruyan urdubegilerden nadiren bahsedilir. Kayıtlarda görünen tek ad, Hümayun (1530-1540 ve 1555-1556) ve Ekber devirlerinde baş silahlı kadın olan Bibi Fatıma'dır. İmparator Hümayun devrindeki hizmeti, üvey kız kardeşi Gülbadan Begüm tarafından yazılan Hümayunname'de kaydedilmiştir. Urdubegilerin birinci vazifesi emniyeti sağlamak olabilir ama Hümayunname'deki birkaç bahis, onlara başka vazifeler de verilmiş olabileceğini gösteriyor. Hümayun, kızlarından birine evlenme teklif etmek için Harem'e elçiler göndermek istediğinde, vazife için seçilen iki mensup Hâce Celaleddin Mahmud ve Bibi Fatıma'ydı.
1546'da Hümayun hastalandığında, genç prense bakacak sadece birkaç güvenilir kişi vardı. Prenses Gülbadan'ın yazdığı gibi: "Dört gün boyunca baygın olduğu söylendi. Harem'in silahlı bir kadını (ordū-begi) olan Māh-çūçak ve Bibi Fatıma tarafından emzirildi (180)" Bibi Fatıma'nın hayatının kitapta bahsedilen bir diğer tarafı da kızının adı olan Zuhre'dir. Yıllarca süren hizmeti, kızının iyi bir evlilik yapması sağlanarak mükafatlandırıldı; Hümayun'un karısı Hamide'nin kardeşiyle evlenmesi tavsiye edildi. Hümayun'un oğlu İmparator Ekber döneminde Bibi Fatıma bir defa daha anılır, ancak bu sefer çok daha üzücü bir sebepten ötürü:
Şimdi, 1564'te Bibi Fatıma, Ekber'e, Hâce Mu'azzam'ın kızı olan karısı Zuhre'yi öldürmekle tehdit ettiği için ağıt yaktı. İmparator bunun üzerine Hâce'ye evine geleceğini haber verdi ve mesajı yakından takip etti. İçeri girerken, Hâce, Zuhre'yi bıçakladı ve ardından bıçağını bir meydan okuma gibi sadık takipçilerin arasına fırlattı. (65-66)
Bu hadiseye rağmen, Bibi Fatıma'nın Ekber'in emrinde hizmet etmeye devam ettiği farzedilebilir çünkü onun ayrıldığına dair hiçbir şey belirtilmemiştir.
Urdubegilerden, Babürlü biyografilerinin metinlerinde umumen bahsedilir, lakin urdubegilerin adıyla bilinen tek mensubu, bir kadının kaleme aldığı bir kitap olan Hümayunname'da ortaya çıkar. Belki de Gülbadan, Bibi Fatıma'nın katkılarının anılmaya değer olduğunu ve onun katkısının gelecek nesillerce tanınmayı hak ettiğini düşünüyordu.