
Reichstag Yangını, 27 Şubat 1933 tarihinde, Alman Parlamento binasına yönelik muhtemel bir kundaklama saldırı olayıydı. Yangının sorumlusu komünist anarşist Marinus van der Lubbe (1909-1934) adlı kişi gösterilmiş, ancak yaklaşan genel seçimler öncesinde Alman sol kanat partilerini itibarsızlaştırmak üzere Nazi Partisi’nin paramiliter bir oluşumu olan Sturmabteilung (SA-Fırtına Bölüğü) faaliyeti de olabilir.
Şansölye Adolf Hitler (1889-1945) yangın olayını, sıkıyönetim ilan etmek, polis güçlerine yeni tutuklama yetkisi veren ve insanların medeni özgürlüklerine önemli kısıtlamaları getiren bir kararname çıkarmak üzere bir bahane olarak kullanmıştır. Kararnameden kısa bir süre sonra, Hitler’in, Parlamentoyu etkisiz hale getirmesine ve böylece Nazi totaliter rejimini kurmasına olanak sağlayan Yetkilendirme Yasası çıkarılmıştı.
Nazi Partisi’nin İktidara Gelişi
Nazi Partisi’nin (NSDAP), 1932 yılı seçimlerinde, bir önceki seçimlerin yapıldığı Temmuz ayı sonuçlarına göre daha az başarı elde etmesine rağmen, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un (1847-1934), koalisyon hükümeti kurmak ve Şansölye görevini üstlenmek üzere en uygun adayın Nazi Lideri Adolf Hitler olduğunu ikna olması için yeterli sayıda sandalye kazanmıştı. Hitler’in Şansölye Yardımcısı, Katolik Merkez Partisi muhafazakâr politikacı ve eski Şansölye Franz von Papen (1879-1969) olmuştu. İçişleri Bakanı koltuğuna Nazi Wilhelm Frick (1877-1946) atanmıştı. Görevi daha belirlenmeyen Bakan olarak Nazi Hermann Göring (1893-1946) atanmıştı. Hem Papen ve hem de Hindenburg Hitler’den çekiniyorlardı, ancak hükümet kabinesi dışında kalmaktansa, görev alarak içinde kalmasıyla Hitler’i daha iyi kontrol edebileceklerini düşünüyorlardı.
1932 yılında yapılan seçim sonuçları, Hitler’in total iktidar planları açısından büyük bir adım olmuştur, ancak Nazi Partisi, Meclisteki sandalyelerin çoğunluğunu daha kazanamamıştı ve bundan dolayı da siyasi durumu istikrarlı değildi. Hitler, iktidarı hiçbir şekilde paylaşma niyetinde değildi ve bundan dolayı başında bulunduğu hükümet kabinesinde görev alan Nazi olmayan bakanlar sayısından memnun değildi. 01 Şubat günü, 1933 yılı, Mart ayında bir seçim daha yapma çağrısında bulunmuştu. Nazi Bakan Göring, polis gücünü sol görüşlü aktivistleri toplamak üzere görevlendirmişti. Nazi Partisi yarı askeri kanadı olan SA/Fırtına Bölüğü de, rakip siyasi partilere karşı bir sindirme kampanyası başlatmıştı. Ancak, Nazilerin parlamentoda çoğunluğu elde etmeleri için daha fazla sayıda sandalyeye ihtiyaçları vardı. Reichstag Yangını Nazilere mükemmel bir propaganda fırsatı yaratmıştı.
Yangın
Parlamento Binası Reichstag, 19.yüzyılın sonlarında inşa edilmişti. 27 Şubat gecesi, binada çıkan yangın sırasında Ana Salon ve etrafındaki birkaç oda yanarak yok olmuşlardı. Bina büyük kubbesinin çökmesinden dolayı, çatıdan açılan delikten gelen hava akımı yangının daha da şiddetlenmesine neden olmuştu. Franz von Papen çıkan yangının görgü tanığı olmuş ve gördüklerini şöyle ifade etmiştir:
Aniden kırmızı bir alev parlamasını fark ettik ve sokaktan gelen bağrışma seslerini duyuyorduk… Pencereden Reichstag kubbesini adeta projektörlerle aydınlatılmış gibi görebiliyorduk. Ara sıra bir alev patlaması oluyor ve bir duman girdabı ana hatlarda kararma yaratıyordu. (Shire, 192)
İngiliz gazeteci Denis Sefton Delmer de Reichstag Binasını yerle bir eden yangına tanık olmuş ve Hitler’in meydana gelen hasarı bizzat incelemek üzere olay yerine geldiğini de görmüştür:
Geçen her dakikada itfaiye araçları yeni konvoyu geliyordu, sokaklarda hızla ilerlerken sirenleri çalınıyordu… Su birikintileri, kömürleşmiş molozlar ve kötü kokulu duman bulutları arasından geçerek odalardan ve koridordan ilerliyorduk. Birisi, sarı, cilalı bir kapıyı açık bırakmıştı ve bir an için görüşme salonunun alev alev yanan ocağına bir göz attık. Bir fırının kapısı açılmış gibiydi… Hitler şöyle bir açıklama yapmıştı, “Şu anda Alman tarihinde büyük bir yeni dönemin başlangıcına tanıklık ediyorsunuz Bay Delmer. Bu yangın sadece bir başlangıçtır” (Body, 108-9).
Reichstag Yangınını kim çıkarmıştı?
Yangını çıkarma sorumlusu Hollandalı bir komünist anarşist Marinus van der Lubbe olarak belirlenmişti. İddiaya göre, gece binaya tırmanmış ve ateşe vermiştir. Van der Lubbe olay yerinde yakalanarak tutuklanmış ve kundaklanmayı itiraf etmişti. Bu olayı Nazilerin komünistlere yönelik politikasına karşı bir protesto olarak yaptığını söylemişti. Ayrıca tek başına hareket ettiğini ve Berlin’de daha önce birkaç kundaklama saldırısı daha gerçekleştirdiğini itiraf etmişti. Bu açıklama, devletin kamuoyuna yaptığı açıklama versiyonuydu. Tarihçi N. Stone’un belirtiği üzere; “o zamanda neredeyse hiç kimse bu açıklamaya inanmıyordu ve bugün bile birçok kişi Reichstag Yangınının tek bir kişinin eylemi sonucu olabileceğine inanmıyor” (60).
Polise göre, devlete karşı eylem planlayan komünist anarşistlerin, birçok tarihçinin birden fazla kişinin dâhil olabileceğini düşündüğü böylesi büyük bir sabotaj olayında, van der Lubbe’nin faili olarak yakalanması ve sorumluluğu üstlenmesi konusuna karar vermiş olmaları da mümkündür. Ancak, Komünist Parti, Alman kamuoyuna yaptığı açıklamada Nazileri, özellikle de haydut SA/Fırtına Bölüğüne suçlama getirerek, Nazi kundakçılarının İçişleri Bakanlığı bünyesinde bulunan Göring’in Ofisinden yeraltı tüneli kazmak marifetiyle gizlice Reichstag Binasına girdiklerini iddia etmiştir. Ayrıca, van der Lubbe’nin ne zaman ve nasıl tutuklandığı ve yangının aslında Reichstag Binasına varmadan önce başlayıp başlamadığı konusunda da tartışmalar hala da devam etmektedir.
Tarihçi W.L.Shirer yangının çıkma nedenine açıklama getirmek üzere üçüncü bir olasılığı da öne sürmüştür: Bağımsız olarak faaliyet gösteren hem van der Lubbe ve hem de SA/Fırtına Bölüğü elemanları aynı gece, tamamen bir tesadüf eseri, aynı anda, Reichstag Binasında yangın çıkarmış olabileceklerini de ifade etmiştir. Olasılıkların en zayıf olanı, dördüncü bir olasılık ise yangının gerçekten de bir kaza sonucunda çıkmış olması ve kundaklama olayına dair kanıtların (mahkemede belirtilen kimyasal maddelerin ve benzinin varlığı) kurgulanmış olması yönündedir. Ağır perdeler gibi yanıcı malzemelerle dolu ve yüksek oranda keresteden yapılmış diğer eski büyük binaların kazara yanarak dumanı artırdığı doğrudur; Viyana Borsası Binasını yok eden 1956 yılı yangınında olduğu gibi.
Savaş sonrası dönemde Nuremberg Duruşmaları’nın yapıldığı 1945-1946 yıllarında Nazilerin en üst düzeyde görevli isimlerin araştırma konularından biri olması ve o zamandan beri tarihçilerin yoğun bir şekilde araştırma yapmaya devam etmesine rağmen, van der Lubbe’nin iddia ettiği gibi yangın olayını kendisinin başlatmadığına dair kesin ve tartışmasız herhangi bir kanıtın bulunmadığını da belirtmek önemlidir. Nuremberg Mahkemeleri konuyla ilgili ilginç bazı tanıklıkları gündeme getirmiştir; özellikle o dönemde Prusya İçişleri Bakanlığında görevli Hans Gisevius, “Reichstag Binasını ateşe vermeyi ilk düşünen kişi Geobbels’dir” (Shirer 193) diye yemin etmiştir. Hitler’in Propaganda Bakanı Goebells (1897-1945), İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) sonunda intihar etmiş olmasından dolayı iddialara cevabı alınamamıştır. Buna karşılık Alman Genelkurmay Başkanı General Franz Halder, daha net bir açıklama yaparak Herman Göring’ın çıkan yangında aslında kendisinin sorumlu olduğunu açıkça kabul ettiğini ifade etmiştir:
Führer’in doğum günü için 1942 yılında düzenlenen bir öğle yemeğinde, konuşmanın seyri Reichstag Binasına ve binanın sanatsal değeri konusuna gelmişti. Göring’in bağırarak konuşmayı böldüğünü ve şu ifadeyi kullandığını kulaklarımla duymuştum: “Reichstag hakkında gerçekten bir şey bilen tek kişi benim, çünkü binayı ben ateşe verdim”. Bu açıklamasından sonra elinin iç kısmıyla uyluk kemiğine vurmuştu (Shirer, 193).
Nuremberg duruşmalarında yargılanan Herman Göring, hem verdiği röportajlarında ve hem de mahkeme sürecinde Halder’in iddia ettiği gibi bir açıklama yaptığını reddetmiştir. Ve böylece yangın gizemi anlaşılmadan kalmıştır. Yangını aslında kim başlatmış olursa olsun, Hitler, her durumda, düşmanlarına saldırmak üzere bu fırsatı değerlendirmeye kararlı olduğundan dolayı, kısa bir süre sonra bu olay önemini kaybetmişti. Hitler, yangın haberini ilk duyduğu zaman, “Komünistler yapmıştır. Bundan sonra biz de saldıracağız” diye haykırdığı söylenir (Gellately, 146).
Mahkeme
Reichstag Yangını Davası Leipzig’de, Alman Yüksek Mahkemesinde görülüyordu. Naziler, meydana gelen yıkımın boyutunu göz önüne aldıklarında, sadece van der Lubbe’yi değil, ona yardım etmekle suçladıkları dört kişinin de yargılanması gerektiğini düşünüyorlardı. Bu sözde suç ortakları şunlardı: Komünist Parti’nin Parlamento Başkanı Ernst Torgler ve üç Bulgar Komünisti; Popov, Taney ve Georgi Dimitrov (1882-1949, daha sonra Bulgaristan Başbakanı olmuştu). Söz konusu bu sözde dört suç ortakları Alman Yüksek Mahkemesince suçsuz bulunmuşlardı ve Hitler’in canını sıkan bu durumdan dolayı, Mahkemenin gelecekte vatana ihanet davalarına bakma yetkisi hemen iptal edilmişti. Togler, her fırsatta yeniden tutuklanmış ve devlet düşmanı olarak gözaltında tutulmuştu; hiç serbest kalmadan yıllar sonra cezaevinde ölmüştür. Van der Lubbe ise suçlu bulunmuş ve giyotin ile infaz edilmiştir.
Sonuçlar; Kararname ile Yönetim
Joseph Goebells’in yangından sonraki günde yazdığı günlüğünde şöyle bir ifade yer alır; “Şimdi harekete geçeceğiz” (Dülffer, 33). Hitler, yaşanan felaketi kesinlikle istismar etmeye ve faaliyet gidişatını anarşist eylemlere karşı kategorisine dâhil ederek birçok insanın zaten kuvvetli olan şüphesine bir yenisini daha eklemeye çok hevesliydi. Dahası, Naziler, komünistlerin devrimden başka bir şey istemediklerini iddia ediyorlardı. Goebells’in büyük bir ustalıkla yönettiği Nazi propaganda makinesi, hareketi olabildiğince istismar ederek ve Nazi Partisi siyasi yelpazesinde yer alan muhaliflere saldırmak üzere büyük vitesle yol alıyordu.
Şansölye olarak Hitler, yangından sonraki gün, bir acil durum Kararnamesi olan Halkı ve Devleti Koruma Kararnamesi (diğer adıyla Reichstag Yangın Kararnamesi) Parlamentodan geçirmişti. Hitler’in, daha fazla anarşist eylemlerin gerçekleşmemesi ve Alman halkının korunması için gerekli olduğunu söylediği bu kararname, aslında bir sıkıyönetim ilanı oluyordu. Bu kararname ile SA-Fırtına Bölüğüne ve diğer bir Nazi paramiliter oluşumu olan (Schutzstaffel) SS-Muhafız Birliğine geniş bir toplumsal yelpazede yeni polisiye tedbirleri alma yetkisi vermiş ve Eyalet Polisine tutuklama yapma konusunda daha fazla yetki tanınmıştır. Bundan böyle vatana ihanet suçlaması ölüm cezası gerektiriyordu. SA ve SS Teşkilatları ve de Eyalet Polisi, Nazi düşmanı olarak görülen herkesi tutuklamaya başlamışlardı. Tutuklananların çoğu, yargılama konusunda herhangi bir umut olmaksızın toplama kamplarına gönderiliyordu. Ayrıca, 28 Şubat günü Komünist Partisine yasaklama getirilmişti. Tarihçi J. Dülffer’in özetlediği şekliyle, siyasi eğilimleri ne olursa olsun, çok geniş kapsamlı sonuçları olan kararname hükümleri icrasından etkilenmeyen hiçbir Alman vatandaı kalmamıştı.
Bu kararname ile Hukuk Devleti bir bütün olarak askıya alınmış ve 1945 yılına kadar Nasyonal Sosyalist Rejimin “temel yasası” olarak yürürlükte kalmıştır. Weimer Cumhuriyeti Anayasasıyla tanınan en önemli temel haklar askıya alınmıştı. Şöyle ki; kişisel özgürlükler, düşüncenin serbestçe ifade edilmesi, örgütlenme ve toplantı yapma özgürlüğü ve yazışma mahremiyeti. Mesnetsizce arama yapılması, kişisel mülklere el konulması ve kısıtlama getirilmesi – hepsi de mümkün hale gelmişti.(33)
Somut olarak, çıkarılan kararname ile vatandaşların artık özgür basın faaliyetlerinden yararlanmayacakları, polis müdahalesi korkusu olmadan kamusal alanlarda açıkça konuşma yapamayacakları veya protesto hakkını kullanmak üzere gruplar halinde toplanamayacakları anlamına geliyordu. Devlet, gerekçe gösterilmeksizin, istediği zaman, insanların evlerinde arama yapabilir, özel mektupları, telgrafları izleyebilir ve telefon görüşmelerini dinleyebilir. “Sosyal kargaşaya neden olan”, silah taşıyan herkes yargılanabilir ve de idam edilebilir.
Yetkilendirme Yasası
SA-Fırtına Bölüğü, 05 Mart 1933 tarihinde yapılan seçimlerde rakip partilerin kampanyalarını engelleme ve oy verme merkezlerinde seçmenleri sindirme gibi olağan eylemlerini gerçekleştirmişti. Naziler, seçimde oyların % 44’ünü alarak 288 sandalye (mevcut 608 sandalyeden) kazanmışlardı ve bu kazanımları da son oylamadan 92 daha fazla olmuştu. Çoğunluğu daha elde edememişlerdi, ancak 52 sandalye kazanan muhafazakâr-milliyetçi Alman Ulusal Halk Partisi (DNVP) ile güçlerini birleştirerek yeterli çoğunluk sağlanabilmişti. DNVP, Ulusal Halk Partisine Alfred Hugenberg (1865-1951) başkanlık ediyordu.
Yangından sonra Reichstag/Parlamento Binası kullanılmaz hale gelmiş, Alman Parlamentosu, görevini icra etmek üzere Kroll Opera Binasında toplanmaya başlamıştı. Nazi yönetimindeki yeni hükümet de, konumunu güçlendirmek üzere zaman kaybetmemişti. En sonunda, rakip sol partilerine gözdağı verilmesine ve devrim karşıtı Nazi propagandasına rağmen, rakip partiler oyların % 30’undan fazlasını almışlardı. Yetkilendirme Yasası (Halkın ve İmparatorluk Sıkıntısını Giderme Yasası) 23 Mart 1933 tarihinde kabul edilmişti. Yetkilendirme Yasasının kabul edilmesi için parlamentonun üçte ikisinin desteği gerekiyordu ve bu destek, Komünist Parti milletvekillerinin toplantılara katılmalarının yasaklanması, SA ve SS teşkilatlarının Nazi olmayan diğer üyeleri korkutmaları sonucunda sağlanmıştı. Dört yıllık bir zaman sınırı verilen Yetkilendirme Yasası (asla uygulanmayan bir sınır), Hitler’in artık parlamentodan geçmesine gerek kalmadan yasaları çıkarabileceği anlamına geliyordu. Tarihçi Shirer’ın belirtiği üzere, Reichstag Parlamentosu “savaşa kadar sadece bir düzine kadar sayıda toplanmış, yalnızca dört yasa “çıkartılmıştı”, hiçbir tartışma veya oylama yapılmamış ve Hitler’in dışında hiçbir konuşma yapılmamıştı” (274). Almanya’da demokrasi resmen ölmüştü.
Mart ayının sonunda Yahudi işletmelerine boykot uygulanmış, rakip bütün siyasi partiler yasaklanmış, Yahudiler Devlet Memurluğu görevinden men edilmişlerdi. Hitler, büyük işletmelerin mallarına saldırı olmayacağına, modernizasyon yeni büyük sözleşmelerinin yakında ortaya çıkacağına ve sendikal birliklerin yasaklanacağına dair söz vererek büyük işletmelerin desteğini alınmıştı. Propaganda Bakanlığı kurulmuştu. Hinderburg 1934 yılı, Ağustos ayında öldüğü zaman, Hitler, Almanya’nın hem Cumhurbaşkanı ve hem de Şansölyesi olmuştu. Ordu, Hitler’e bağlılık yemini etmişti. Naziler artık tam güce sahip olmuşlardı ve Almanya’nın 1945 yılında, II. Dünya Savaşında yenilgisinin ardından bu güç başkasına devredilecekti. Demokrasi bir kez daha yeniden inşa edilen Reichstag/Parlamento Binasına geri gelmişti. Alman Devleti, Marinus van der Lubbe’yi, 2008 yılında tam olarak af edilmekle ödüllendirilmişti, ancak Reichstag Binası yangınını kimin çıkardığına dair tartışma bugün de hala devem etmektedir.