Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı

Tanım

Mark Cartwright
tarafından yazıldı, Nizamettin Karaben tarafından çevrildi
22 Kasım 2024 tarihinde yayınlandı 22 Kasım 2024
Diğer dillerde mevcut: İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca
Makaleyi Yazdır
Nazi-Soviet Pact Cartoon (by David Low, Copyright, fair use)
Nazi-Soviet Paktı Karikatürü
David Low (Copyright, fair use)

Alman-Sovyet Paktı, aynı zamanda adını, her iki ülke Dışişleri Bakanları adlarından almış olmasından dolayı Molotov-Ribbentrop Paktı olarak da bilinir, 1939 yılı, Ağustos ayında imzalanan bir saldırmazlık anlaşmasıdır. Bu Pakt/Anlaşma ile Nazi Almanyası lideri Adolf Hitler’e (1889-1945), Sovyet ordu güçleriyle karşılaşmadan, Polonya’ya ve ardından da Batı Avrupa’ya saldırı düzenleme imkânı sağlanmıştır. Bu arada SSCB lideri Joseph Stalin de (1878-1953) Doğu Avrupa’da hareket özgürlüğü elde etmiş ve yeniden silahlanma politikasına devam etmek üzere değerli bir zaman kazanmıştır.

Alman-Sovyet Saldırnmazlık Paktı ile Orta ve Doğu Avrupa, imzacı iki taraf devlet arasında, iki etki alanına ayırılmıştır: Şöyle ki; özgür ülkelerin doğrudan işgal edilmelerine yol açmış ve İkinci Dünya Savaşı’nın (1938-1945) ilk iki yılında çatışmaların nereden gerçekleşebileceğine dair doğrudan belirleyici olmuştur. Ancak Alman güçlerinin 1941 yılı, Haziran ayında SSCB güçlerine karşı saldırıya geçmeleriyle birlikte bu anlaşma bozulmuştur.

Hitler’in Dış Politikası

SSCB’nin, 1939 yılında, Almanya ile neden anlaşma imzalamış olduğunu, İngiltere veya Fransa ile neden imzalamadığını anlamak için 1930’lu yıllarda Avrupa’da meydana gelen olayların seyrinde yaşanan telaşlı gelişmelere göz atmak gerekir. Adolf Hitler, 1933 yılında, iktidara geldiğinde, komşu ülkelerin topraklarını ele geçirmeye yönelik saldırgan bir dış politika izlemeye başlamıştı. Bu saldırgan politika, Hitlerin 1925 yılında yazdığı Mein Kampf (Kavgam) adlı kitabında bir hedef olarak belirlenmişti; bu hedefiyle Alman halkı için Lebensraum (“yaşam alanı), yani refaha kavuşabileceği yeni topraklara duyulan ihtiyacı tanımlanmıştı. Hitler, ihtiyacı olan toprakları Doğu’da arayacaktı. Bundan başka, uzun zamandan beri Alman halkına, Almanya’nın kaybeden tarafta olduğu Birinci Dünya Savaşını (1914-1918) resmen sona erdiren Versay Antlaşması’nın kendilerine dayattığı aşağılayıcı kayıp ve kısıtlamaları telafi edeceğine de söz vermişti. Saar Bölgesi geri alınmış (1935), Renanya Bölgesine (Rhineland) yeniden asker konuşlandırılımış, Almanya yeniden silahlanmaya başlamış (1936) ve Avusturya Hitler’in Üçüncü Reich (Üçüncü İmparatorluk) yönetim alanına dâhil edilmişti (1938) . Adolf Hitler, 1938 yılında, Çekoslovakya’ya yönelmişti.

ÖNEMLİ BİR KONU; STALİN, 1938 MÜNİH KONFERANSINA DAVET EDİLMEMİŞTİ.

Dünya’da barışın olmasını destelemek üzere Birinci Dünya Savaşından sonra kurulan Milletler Cemiyeti’nin (bugünkü Birleşmiş Milletler Örgütü öncüsü), saldırgan güçlü devletlerin, zayıf kalan diğer devletlere saldırmalarını önleme konusunda yetersiz kaldığı kanıtlanmıştı. Diğer devletlerin bu zayıflık durumu, özellikle Japonya’nın 1931 yılında Çin Mançuryasını, İtalya’nın 1935 yılında Habeşistan’ı (Etiyopya) işgal etmeleriyle belirginleşmişti. Milletler Cemiyeti, Hitler’in saldırgan tavrına karşı anlamlı herhangi bir cevap verememişti. Almanya doğuya doğru genişleme poltikası izlerken, SSCB lideri Joseph Stalin de bütün bu olayları dehşetle izlemiş olmalı.

Europe on the Eve of WWII, 1939
İkinci Dünya Savaşı Arifesinde Avrupa, 1939
Simeon Netchev (CC BY-NC-ND)

Münih Konferansı

Adolf Hitler’in, Çek Südet Bölgesini (Sudetenland) Almanya’nın bir parçası olması gerektiği yönündeki çağrıları, Çek Krizi olarak bilinen olayı tetiklemiştir. SSCB ve Fransa yönetimleri ile Çekoslovakya’yı dış saldırılardan koruma sözü veren bir anlaşma imzalanmışlardı, ancak Fransa önce harekete geçerse, ondan sonra SSCB de harekete geçme durumu söz konusu idi. Hitler, Fransa’nın önce harekete geçmesinin pek olası olmadığını düşünüyordu, özellikle de İngiltere olmadan; çünkü İngiltere, her ne pahasına olursa olsun, savaştan kaçınmaya kararlı görünüyordu. Fransa Başbakanı Edouard Daladier de (1884-1970) ülkesinin savaşa hazırlıksız olduğunun farkındaydı.

Önemi açısında belirtilmesi gereken bir konu; Joseph Stalin, 29 ve 30 Eylül 1938 tarihlerinde düzenlenen Münih Konferansına davet edilmemişti. Britanya, Fransa, İtalya ve Almanya liderleri, Hitler’in Çekoslovakya ile ilgili işgal hırsından dolayı, olası bir savaşı önlemek üzere Münih kentinde bir araya gelmişlerdi. İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain (1896- 1940) Stalin’e güvenmiyordu. Çekoslovakya yönetimi de Münih’e davet edilmemişti, çünkü katılımcı tarafların kararı Südet Bölgesini Hitler’e teslim etmek yönünde olmuştu. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) izolasyonist bir politika izlerken, Britanya ve Fransa, askeri açıdan Almaya ile savaşa girmeye hazır değillerdi, bu durumlarından dolayı barışçı bir siyaset izleme (appeasement) politikası uyguluyorlardı ve Hitler’in taleplerine, son olacağı umuduyla, adeta boyun eğiyorlardı. Geçmişe dönüp bir göz atacak olursak, Hitler, bütün Avrupa’yı ele geçirme politikasında kararlı olduğu için, izlenen yatıştırma (barışçı) politikasının aslında aptalca olduğu görülecektir. Münih Anlaşması, Alman güçlerinin Çekoslovakya topraklarından geriye kalanını da egemenliği altına almaya saygı gösterilmeye taahhüt edilmesini öngörüyordu. Bu taahhüt, Hitler’in 1939 yılı, Mart ayında, Çekoslovakya topraklarını işgal etme niyetinin açığa çıkmasıyla yeterince belirgin hale gelmişti. Hitler, daha sonra 1939 yılında, Polonya’yı işgal etme politikasını dile getirmeye başlamıştı. Münih Konferansı beklentisi ve yatıştırma politikası umutları artık net olarak parçalanmıştı.

Soyetler Biriğinin bir diplomatı şöyle bir ifade kullanmıştı; SSCB’nin Münih sürecinden uzak kalması “ayağımızı çürük bir tahtaya basmamak” anlamına geliyordu (Taylor, 237). Ayrıca, Joseph Stalin’e göre, 1936 yılında, SSCB’ye saldırı olması halinde, ne diğer büyük güçler ve ne de Milletler Cemiyeti yardıma geleceklerdi. Almanya ile bir saldırmazlık anlaşması yapmak, SSCB’yi savaştan uzak tutmak için en iyi ihtimal görünüyordu. Hitler ile anlaşma, geçici bir soluklanma olsa bile, Stalin’e yeniden silahlanmak üzere değerli bir zaman kandırabilir ve iki devlet arasında tampon bir bölge oluşturmak üzere bir az daha toprak müzakeresi yapılabilirdi. Dahası, Almanya, İngiltere ve Fransa arasında herhangi bir saldırı olması halinde, üç ordu güçleri birbirlerini o kadar zayıf duruma düşürebilirlerdi ki, Stalin de bu durumdan tam olarak faydalanabilirdi.

The Rise of Nazi Germany, 1919 - 1939
Nazi Almanyası'nın Yükselişi, 1919-1939
Simeon Netchev (CC BY-NC-ND)

Değişen İttifaklar

Adolf Hitler, 1936 yılında, İtalya faşist diktatörü Benito Mussolini (1883-1945) ile ittifak yaptığında, Güney kanadını güvence altına almış oluyordu. Bu ittifaka Roma-Berlin Ekseni adı verilmişti. Hitler ve Mussolini, Münih Konferansına gayri resmi olarak, yaklaşan olası bir savaşta birbirlerine destek olacakları konusunda anlaşmışlardı. İtalya ve Almanya, 22 Mayıs 1939 tarihinde, askeri bir ittifak anlaşması imzalamışlardı; yani, “Çelik Paktı”. Hitler, daha sonra, Doğu kanadını da güvence altına almaya çalışmıştı. Almanya, İtalya ve Japonya arasında 1936-1937’de imzalanan Anti-Komitern Paktı, imparatorluk inşaasında karşılıklı işbirliği ve komünizme karşı birleşik cephe anlaşması, Hitler’in, Batı Avrupa’yı önünden süpürürken SSCB’yi uzakta tutmanın avantajlarını görmekten alıkoyamamştır. Stalin de Polonya ile 1932 yılında saldırmazlık anlaşması imzalamış, ancak bu anlaşma onu Hitler ile Plonya’nın ne kadarını ele geçirebileceğini görmek için pazarlık yapmaktan alıkoymamıştır. Aslında her iki diktatör de fırsatçı pragmatist olmaktan başka kişi değillerdi.

HİTLER’E GÖRE, STALİN’İN MOLOTOV’U BAKAN OLARAK ATAMASI, BİR TÜR MÜZAKERE ŞANSININ VAR OLDUĞU GÖSTERGESİ OLUYORDU.

Bu arada İngiltere’de, 1939 yazında, SSCB’nin Hitler’e karşı çok faydalı bir müttefik olabileceği yönünde güçlü bir hissiyat vardı. SSCB ile anlaşma yapılmasının önemli destekçileri arasında muhalif parti İşçi Partisi ve Winston Churchill (1874-1965) gibi isimler de vardı. İngiltere’de, 1939 yılı, Haziran ayında yapılan bir anket, İngiliz halkından % 84’ünün Stalin ile ittifak yapılmasını desteklediği anlaşılmıştı. Ancak Başbakan Chamberlain, Stalin karşıtı tutumu konusunda kararlıydı ve Stalin’in silahlı kuvvetlerini acımasız bir şekilde tasfiye ettiği için, her halükarda, müttefik olarak zaten pek işe yaramayacağı düşünüyordu. İngiltere Dış İşleri Bakanalığında daha alt düzeyde bir görevi William Strang, oradaki ruh halini anlamak üzere Moskova’ya gönderilmişti, ancak ilerlemenin önünde kalıcı bir engel, Sovyetlerin başka bir ülke saldırısına maruz kalması durumunda, Polonya hükümetinin Sovyet birliklerinin kendi savunmalarını yapmak üzere, Polonya topraklarına girmelerine izin vermeyi reddedecek olmasıydı. En nihayetinde, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında gönülsüz olarak yapılan görüşmeler sona ermişti.

Molotov ve Ribbentrop

Soyet Dış İşleri Bakanı Vyacheslav Molotov (1890-1986), 1917 Bolşevik Devrimi gazisiydi ve Vladimir Lenin (1870-1924) lideri olduğu hükümet yönetimi döneminde siyasi deneyim kazanmıştı. Molotov, 1939 yılı, Mayıs ayında Max Litvinov’dan (1876-1952) devraldığı bir pozisyon olan Dışişleri Halk Komiseri olarak Stalin’e bağlı olarak görev yapmıştı. 1930’lu yıllar boyunca Dış İşleri Bakanlığı görevini yürüten Litvinov, SSCB’nin Milletler Cemiyetine girmesini sağlamış, hem İngiltere ve hem de Fransa’yı potansiyel olarak kollektif güvenlik konularını içeren bir politikanın izlemesini tercih etmeye sevk ederek Nazi Almanya’sına karşı güçlü ve kesin bir pozisyon almıştı. Hitler’e göre, Stalin’in, Dış İşleri Bakanı olarak Molotov’u ataması, Almanya ve SSCB arasında artık bir tür müzakere şansının olduğunun bir göstergesi oluyordu. Diğer yandan, Molotov da sert konuşan bir müzakereci sıfatıyla haklı bir üne sahipti (adı “çekiş” anlamında).

Vyacheslav Molotov
Vyacheslav Molotov
Netherlands National Archives (Public Domain)

Dış İşleri Bakanı Molotov’un Almaya’daki mevkidaşı Joachim von Ribbentrop (1893-1946) idi ve 1938 yılı, Şubat ayından beri bu görevi yerine getiriyordu. Ribbentrop da Birinci Dünya Savaşı gazisiydi ve yurtdışında görev deneyimi de vardı; bu deneyimine İngiltere’de Büyükelçi olarak görev yaptığı bir dönem de dâhildir. Tanıştığı hemen hemen herkesi bir şekilde gücendirmeyi başarabilmişti; en azından İngiltere Kralı VI. Georg’a (1936-1952) Nazi selamı vermesi gibi. Ribbentrop hakkında olumlu bir şey söyleyen birisini bulmak zordu, ancak, Hitler’e son derece sadık olup, 1935 yılı İngiltere-Almanya Deniz Anlaşması müzakerelerinde öncülük etmiş ve Japonya’nın Anti-Komitern Paktını imzalamasında da etkili olmuştur.

Nazi - Sovyet Paktı’nın Özellikleri

Almanya ve SSCB yönetimleri, 1939 yılı, Haziran ayında, en azından resmi olarak, diplomatik görüşmelere başlamışlardı. Bu görüşmeler aslında sadece ticaret konularını ilgilendiriyordu. Bakan Ribbentrop, Ağustos ayında, Almanya’nın Moskova Büyükelçisine, doğrudan mevkidaşı Molotov’a iletilmek üzere, bir mesaj ilettiği zaman işler daha da hızlanmaya başlamıştı. Measj şöyle idi;

Almanya ile Rusya arasında gerçek anlamda herhangi bir çıkar çatışması bulunmuyor… Baltık Denizi ile Karadeniz arasında her iki taraftan tam anlamıyla memnuniyet sağlanarak, çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. (Taylor,314).

Bakan Molotov mesajı almış ancak iki devlet arasındaki müzakerelerin uzun bir süre alacağını ve üç aşama gerektireceğini belirtmişti: Bir ticaret anlaşması, bir saldırmazlık paktı ve ardından toprak konusunda bir anlaşma. 01 Eylül günün Polonya’yı işgal etmeyi tam olarak planladığı için zaman sıkıntısı çeken Hitler, (ordu zaten seferber olmuştu, ancak sonbahar yağmurları operasyonu aksatmaktaydı), doğrudan Stalin’e hitaben, Doğu Avrupa’da SSCB’ye serbestlik tanımaya hazır olduğunu bildirmişti. İki devlet arasında, 21 Ağustos günü, bir ticaret anlaşması yapılmıştı. Bakan Ribbentrop daha sonra Moskova’ya davet edilmişti. Her iki Dış İşleri Bakanı, 23 Ağustos 1939 tarihinde, dikkat çekici kısa bir sürede, Moskova’da Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı olarak bilinen anlaşmayı imzalamışlardı. Stalin’in ifade ettiği üzere, bu Anlaşma, “Nazi Hükümeti altı yıl boyunca, Sovyet yönetimi üzerine adeta kovalarca pislik dökmesinden sonra, Alman-Sovyet Dostluk Anlaşması güvenceleri olarak beklenmedik bir anda kamuoyuna sunulamazdı” (Toylar,318). Bu Anlaşma, iki liderin birbirlerine karşı mesafeli kaldıkları ve karşılıklı olarak zarar görmeyecekleri şekilde silahlardan uzak olmalarını öngören, lafı dolandırmaksızın açık ve kesin olarak her iki lider açısından pragmatik bir ilişki olacaktı. Bu Anlaşma, taraf iki devletten biri, diğerine saldırmayacağını ve ayrıca, şayet her iki devletten biri üçüncü bir tarafın saldırısına uğrarsa, anlaşmaya taraf diğer devletin üçüncü taraf devlete veya müttefiklerine hiçbir şekilde yardım etmeyeceğine dair vaadı içeriyordu.

Joachim von Ribbentrop
Joachim von Ribbentrop
Bundesarchiv, Bild 183-H04810 (Public Domain)

İki devlet arasında, kısa bir süre sonra, Orta ve Doğu Avrupa konusunda daha geniş bir anlaşma yapılmıştı. Ardından, 28 Eylül günü, Alman-Sovyet Dostluk, İşbirliği ve Sınır Belirleme Anlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşmaların hepsine geleneksel olarak, müşterek bir şekilde, Molotov-Ribbentrop Paktı veya Alman-Sovyet Paktı denilmektedir.

Nazi-Sovyet Saldırmazlık Paktının sadece bir kısmı, iki devletin birbirlerine saldırmayacakları vaadi ile ilgili idi, diğer devletler ise potansiyel hedef olarak kabul edileceklerdi. Anlaşmalardaki gizli protokoller, Almanya ve SSCB’nin komşularına saldırmalarını, Orta ve Doğu Avrupa’yı aralarına etkili bir şekilde paylaşmalarını gerektiriyordu. Bu gizli protokoller, 1945 yılında Alman arşiv belgelerinin ele geçirilmesinin ardından ancak açığa çıkarılmışlardı. Sovyetler, 20.yüzyılın sonuna kadar söz konusu gizli protokollerin varlığını reddetmişti. SSCB Doğu Polonya, Besarabya, Finlandiya, Estonya ve Letonya’da (Litvanya daha sonra listeye eklenmiş) hareket özgürlüğüne sahip olacaktı. Almanya, Batı Polonya’da ve Güneydeki devletlerde bazı çıkar alanlarına sahip olacaktı. Son olarak, “Stalin, Hitler’e endüstriyel ekipman ve makine alımı karşılığında stratejik malzeme ve gıda maddeleri vaadinde bulunmuştu” (Boatner, 687).

Pakta Tepki

İngiltere ve Fransa’daki politikacı ve diplomatlar bu tehlikeli yeni gelişmeler karşısında şok olmuşlardı. SSCB’deki komünistler haricinde, diğer ülkelerdeki çok sayıda komünist, Almanya’daki komünistlere defalarca saldıran Hitler ile müzakere yaptığı için Stalin’den uzak kalmayı tercih etmişlerdi. Ne Chamberlain, ne de Daladier, Hitler’in yaygın olarak bilinen anti-komünist pozisyonundan yüz seksen derece dönmüş olduğuna inanmışlardı. Stalin’in, Hitler’in Batıya saldırması için ona “boş çek” yazdığı söyleniyordu. Hitler, Alman-Sovyet Paktının hem İngiltere’yi ve hem de Fransa’yı, bir önceki baharda verdikleri Polonya’yı koruma sözünde geri adım atmaya yönelteceğini ummuş bile olabilir. Nazi liderinin 1939 yılı, Ağustos ayında, generallerine söylediği gibi, “Batı’nın müdahale etmeme olasılığı hala çok yüksek orandaydı. Acımasız bir kararlıkla riski göze almalıyız …. Doğu bize tahıl, sığır, kömür, kurşun ve çinko sağlayacak” (Hite, 394-5). Hitler, İngiltere ve Fransa konusunda yanılmıştı. İngiltere hükümeti, 22 Ağustos günü, Almanya ile SSCB arasında yapılacak herhangi bir ittifakın İngiltere’nin Polonya’yı savunma yükümlülüğünü değiştirmeyeceğine dair kesin bir açıklama yapmıştı. Almanyadaki Fransız Büyükelçisi de 25 Ağustos gününde Hitler’le yaptığı yüz yüze görüşmede aynı güvenceyi vermişti.

Molotov & Ribbentrop, 1939
Molotov ve Ribbentrop, 1939
Mikhail Mikhaylovich Kalashnikov (Public Domain)

Savaşın Çıkması

Hitler, Polonya’yı 01 Eylül 1939 tarihinde işgal etmişti. İngiltere ve Fransa, söz verdikleri gibi, 03 Eylül günü, Almanya’ya savaş ilan etmişlerdi ve böylece İkinci Dünya Savaşı da başlamış oldu. SSCB Kızıl Ordu göçleri, 17 Eylül günü, Polonya’nın doğu yarısını işgal etmişlerdi. Mantıksız bir bahane ileri sürülmüştü; sadece, Polonya’da bulunan Belarus ve Ukrayna Slavlarının geleceğini korumak üzere Polonya’ya girmişlerdi. Polonya silahlı kuvvetlerinde modern silahların eksikliği de zaten bu işgal faaliyetini kanıtlıyordu. Alman bombardıman uçakları, İşgalin ilk iki gününde, Polonya Hava Kuvvetlerinin çoğunu yok etmişlerdi. Alman Hava Kuvvvetleri ve Mekanize Kara Kuvvetlerini birleştirme ve yüksek hızda saldırma şeklindeki yıldırım savaşı taktikleri meyvelerini vermişti. Krakov 06 Eylül günü ele geçirilmiş, Başkent Varşova, 27 Eylül günü teslim olmuştu. Esas çatışmalar 07 Ekim günü sona ermişti. Polonya toprakları, Bug Nehri boyunca bölünmüştü, ancak Almanya’nın aldığı pay biraz daha büyük olduğu için, SSCB’de Litvanya da istediğini yapabilirdi. Yeni sınırlar, 28 Eylül günü, Alman-Sovyet Dostluk, İşbirliği ve Sınır Belirleme Anlaşmadında çizilmişti. SSCB, Estonya, Letonya ve Litvanya’yı bağımlı devletler yapmıştı, ancak Finlandiya Kızl Ordu’nun saldırılarına inatle direnmişti (1949 yılı, Mart ayında bir Barış Antlaşması imzalandı).

Hitler en sonunda Doğuya doğru yönelmiş ve 22 Haziran 1941 tarihinde Barbarossa Harekâtıyla SSCB güçlerine saldırı düzenlemişti. Naziler bir kez daha zayıf bahaneleri uydurmuş ve SSCB güçlerinin Alman topraklarında sabotaj eylemleriyle Alman-Sovyet Paktı ruhunu bozduklarından ve Doğu Avrupa’da asker yığınağı yaparak Üçüncü Reich yönetimini doğrudan tehdit ettiklerinden yakınmışlardı. Stalin de, kendi cephesinden, Hitler’i, Alman askerlerini Romanya ve Bulgaristan’a seferber ederek paktı bozmakla suçlamıştı. Tarihçi W.L. Shirere şöyle ifade etmişti: “Hırsızlar, ganimet konusunda kavga etmeye başlamışlardı” (801).

Stalin, bu olayda, SSCB’nin savaşa girmesindeki gecikmeyi Doğu Avrup’daki SSCB’nin Batı sınırlarındaki savunmaları artırmak üzere kullanmamıştı. Stalin’in bu durumdaki esas niyeti kesin olarak bilinmiyor, ancak Almanya’nın Batı Avrupa seferinin Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi birkaç yıl sürmesini beklemiş olabilir ve Almanya’nın 1940 yılına kadar Hollanda ve Fransa’yı işgal etme hızı karşısında hazırlıksız yakalanmış olabilir. Almanya ile SSCB arasındaki mücadele milyonlarca cana mal olmuştur. En sonunda, Almanya İkinci Dünya Savaşını kaybettiğinde, Stalin de, Hitler’e karşı diplomatik manevralarının galibi olduğunu kanıtlamıştı, çünkü 1945 yılına gelindiğinde SSCB sadece Doğu ve Orta Avrupa’nın değil, aynı zamanda Almanya’nın Doğu yarısının da kontrolünü ele geçirmişti.

Sorular & Cevaplar

Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı neden önemlidir?

Alman-Sovyet Paktı önemliydi çünkü Hitler’in, SSCB’ye karşı Doğu Cephesinde savaşmasına gerek kalmadan Polonya’ya ve ardından Batı Avrupa ülkelerine saldırabilme imkânını sağlıyordu.

Stalin, Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktını neden imzalamıştır?

Stalin, Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktını imzalamıştır çünkü bu anlaşma ile SSCB, en azından geçici de olsa, Almanya ile bir savaşa girmesinden uzak tutuluyordu. Ayrıca, İngiltere ve Fransa, Almanya’nın Polonya’yı tehdit eden işgaline karşı bir duruş sergileyip sergileyemecekleri kesin olmadığından güvenilmez müttefikler gibi görünüyorlardı.

Çevirmen Hakkında

Nizamettin Karaben
Tarih; Dinler Tarihi/Teopolitik; Siyasi Tarih; Sosyal Antropoloji; Mitoloji; Dilbilimi; Ekonomi Politik; Edebiyat konuları ilgi alanlarım.

Yazar Hakkında

Mark Cartwright
Mark, tam zamanlı yazar, araştırmacı, tarihçi ve editördür. Özel ilgi alanları arasında sanat, mimari ve tüm medeniyetlerin paylaştığı fikirleri keşfetmek yer almaktadır. Siyaset Felsefesi alanında yüksek lisans derecesine sahiptir ve WHE Yayın Direktörüdür.

Bu Çalışmayı Alıntıla

APA Style

Cartwright, M. (2024, Kasım 22). Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı [Nazi-Soviet Pact]. (N. Karaben, Çevirmen). World History Encyclopedia. alınmıştır https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-23759/alman-sovyet-saldirmazlik-pakti/

Chicago Formatı

Cartwright, Mark. "Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı." tarafından çevrildi Nizamettin Karaben. World History Encyclopedia. Son güncelleme Kasım 22, 2024. https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-23759/alman-sovyet-saldirmazlik-pakti/.

MLA Formatı

Cartwright, Mark. "Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı." tarafından çevrildi Nizamettin Karaben. World History Encyclopedia. World History Encyclopedia, 22 Kas 2024. İnternet. 04 Şub 2025.