
İran Devrimi (1978-1979), İran monarşi yönetimine karşı yaygın ve çeşitli sosyal hoşnutsuzluklardan doğan toplumsal bir hareketin adıdır. İran Devrimi, Muhammed Rıza Şah (dönemi 1941-1979) rejimine karşı yapılmış, Pehlevi Hanedanlığının sonunu getirmiş ve İran İslam Cumhuriyeti’nin (1979’dan günümüze kadar) kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
İran Devrimi, Pehlevi Hanadanlığından (1925-1979) önceden süregelen köklü sorunlardan kaynaklanmıştır. Ülkede demokrasi eksikliği, kötü ekonomik koşulların yaşanması, monarşinin ve genel olarak toplumda dinsel ahlaksızlığın olması ve de yabancı güçlerin uzun süre ülkede varlığı konusunda derin bir hoşnutsuzluk vardı. Anayasal devrim (1905-1907), bu sosyal hoşnutsuzlukları dile getirmek ve Kaçar Hanedanlığı (1789-1925) yönetimine karşı protesto olarak gerçekleşmişti. Bu sürede bir Anayasa yapılmış ve seçilmiş temsili bir parlamento olan Meclis de kurulmuştu. Ancak, Şahın yabancı güçlere olan yakınlığı popülerliğini kaybetmişti, bu durum, Kaçarların sonunu getirmiş ve Pehlevi Hanedanlğının kurulmasına yol açmıştı.
Yeni Şah, Şah Rıza Pehlevi (dönemi 1925-1941), dini liderlerin ciddi itirazlarına rağmen, halefi Muhammed Rıza Şah saltanatı döneminde de sürekli olarak devam edecek bir “modernleşme” programını başlatmıştı. Pehlevi Hanedanlığı, zaman zaman popüler olsa da, Batı ahlaksızlığının ve dini kutsala saygısızlığın sembolü haline gelmişti. Protestolar İran toplumunda düzenli bir özellik haline gelmiş ve 1978-1979 devrimi en nihayetinde İran İslam Cumhuriyetinin kurulmasıyla sonuçlanmıştı.
Anayasal Devrim
İran ülkesinde, 19.yüzyılı sonu ve 20.yüzyılın başında laik aydınlar ile Şii din adamları arasında Kaçar Hanedanlığı yönetimine karşı artan bir huzursuzluk meydana gelmişti. Bu huzursuzluk, hanedanlığın dış ekonomik dayatma ve siyasi müdahalelere yeterli direnmediğinin düşünülmesi konusundan kaynaklanıyordu.
Bu hoşnutsuzluk 1905-1907 Anayasal Devrimi’nin olmasına yol açmıştı. Muzaffereddin Şah (dönemi 1896 -1907) yönetimine karşı itirazı olan toplumsal gruplar, İran ülkesindeki çoğu büyük şehirde uzun süreli ekonomik grev ve protesto hareketleri düzenlemişlerdi. 1906 yılı, Ekim ayında, kraliyet gücüne sınırlama getiren ve seçilmiş temsili bir parlamento (Meclis olarak andlandırılır) kurulmasını öngören bir anayasa hazırlanmıştı. Muzaffereddin Şah, bu anayasayı imzaladıktan beş gün sonra, 03 Ocak 1907 tarihinde ölmüştü. Bu Anayasayla, 1907 yılı ilk başlarında çıkarılan, ifade özgürlüğü tanıyan, basın organı ve dernek kurma hakkı sağlayan Ek Temel Yasalarla birlikte, İran’da yeni bir demokratikleşme sürecin işareti verilmiş ve başarıyla taçlandırılıp siyasi bir başkaldırıyla sonuçlanan halk ayaklanması emsali oluşturulmuştu.
Askeri yönetici olarak Rıza Han’ın, İran Kazak Birliğinin iktidarı ele geçirmesine yol vermesinin ardından, Kaçar Hanadanlığı 1921 yılı, Şubat ayında devrilmişti. Rıza Han da tahta geçmiş ve yeni Pehlevi Hanedanı ilk hükümdarı olarak artık Rıza Şah Pehlevi olmuştu.
Şah Rıza Pehlevi
Rıza Şah Pehlevi’nin başlıca icraat hedefleri; merkezi hükümeti güçlendirmek, İran ülkesini, siyası, sosyal ve ekonomik açıdan Avrupa ülkeleri düzeyine yakın bir hizaya getirerek “modernize etmekti”. “Modernizasyon” programının diğer bir parçası olarak, farklı alanlarda uygulamaya koyup izlediği politikasıyla, dini hiyerarşinin gücüne sınırlama getirmekti. Rıza Şah, 1935 yılında, Tahran’da, Avrupa tarzı bir üniversitenin kurulması da dâhil olmak üzere laik bir eğitim sistemini kurmuş ve kadınların katılımına olanak sağlamıştı. Dini hiyerarşi gücünü sınırlamak üzere daha aktif bir çaba içinde olan Rıza Şah, laik hukuk yapısını oluşturmak amacıyla yasalar kodifikasyonu hazırlayıp uygulamaya koymuş, din adamlarının yargıç olmasını yasaklamış ve belgeleri tastik eden noter görevini din adamlarından alarak devlet lisanslı noterlere devretmişti. Ayrıca, 1932 yılında, Avrupa tarzı bir kıyafet yönetmeliğini yürürlüğe koymuş ve kadınların peçe takması 1936 yılında açıkça yasaklanmıştı.
Rıza Şah, o dönemde çok popüler olmasına rağmen, siyasi muhalefete karşı hoşgörüzsüzlüğünden dolayı daha demokratik bir yönetim isteyen aydınlar ve Şii din adamları ile arası açılmıştı. Polis ve ordu gücü uygulamaları giderek daha şiddetli bir hal almıştı. 13 Temmuz 1935 tarihinde meydana gelen Goharshad Camii İsyanı sırasında askerlerin, Meşhed’deki İmam Rıza Türbesi kutsallığını ihlal ederek Şah’a karşı protesto için orada toplanıp ibadet eden onlarca kişi üzerine ateş ederek öldürmesiyle orduda yaşanan değişim de görülmüştür.
Rıza Şah, İngiltere ve SSCB güçlerinin İran topraklarını işgal etmelerinin ardından, 16 Eylül 1941 tarihinde, tahtan çekilmiş ve oğlu tahta çıkmış, Muhammed Rıza Şah Pehlevi olmuştu.
Petrol ve Mussadık
İran’ın işgal edilmesi, ülkeyi siyasi olarak Batılı güçlere daha da yakınlaştırmış ve bu yakınlaştırma, halkın Pehlevi hükümetine karşı daha fazla hoşnutsuzluğuna yol açmıştı. İran’ın İkinci Dünya Savaşına (1939-1945) katılması; gıda kıtlığı, enflasyonun ciddi bir şekilde artması, yabancı birliklerin ülkede varlığı, yabancı düşmanlığı duygularının artması ve milliyetçi söylemlerin beslenmesi anlamına geliyordu. Dahası, mülk sahibi sıfatıyla çıkarı olan üyelerden meydana gelen Meclis, bu sorunlara bir çözüm yolu bulmada etkili olamamış, sanayi işçileri arasında aktif örgütleme yapan komünist Tudeh Partisine olan desteğin artmasına yol açmıştı.
İran’ın en karlı ihracat ürünü olan petrol, yabancı güçlerin ülke yönetimine müdahil olmalarının alanı haline gelmesine neden olmuştu. Sovyetler ve Amerikan yönetimleri, 1944 yılından itibaren, İran’dan petrol imtiyazı almak amacıyla müzakerelerde bulunmak üzere rekabete girmişlerdi ve bu rekabet durumu, Sovyet propaganda saldırılarına ve askeri işgal faaliyetlerine yol açmıştı. İran yönetiminin SSCB yönetimi ile petrol anlaşması imzalamasından sonra, 1946 yılı, Mayıs ayında, Sovyet Birlikleri İran topraklarından çekilmişlerdi.
İran’da, 1948 yılında, petrolün millileştirilmesine yönelik popüler arzuda artış olduğuna dair tanıklık ediliyordu. Çünkü İngiliz hükümetinin Anglo-İran Şirketinden, İran yönetiminin telif hakkından daha fazla gelir elde ettiği açıkça ortaya çıkmıştı. İran Ulusal Cephe Lideri Muhammed Mussadık’ın (1951 yılı, Nisan ayında Başbakan olarak atanmıştı) başkanlık edip yönettiği Meclis, 15 Mart 1951 tarihinde, İran petrol endüstrisinin millileştirilmesini oya sunup onaylamıştı.
Başbakan Mussadık popülaritesi, Batı karşıtı politikaları ve petrol sanayısinin millileştirilmesi konusunda uzlaşmaya yanaşmaması, kendisi ile İran Şah’ı arasında sürtüşme olmasına yol açmıştı. ABD ve İngiltere yönetimleri, 1953 yılı, Haziran ayında, ortaklaşa düzenledikleri Ajax Operasyonunda, demokratik yollarla seçilmiş Başbakan Mussadık’ı iktidardan devirmek amacıyla güçlerini birleştirmişlerdi. ABD ve CIA ile işbirliği yapan Muhammed Rıza Şah, Başbakan Mussadık’ı görevinden almış ve İran’da dört gün süren isyan yaşanmış ve bu sıralarda Rıza Şah da ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. ABD ve İngiltere’nin finansman sağladığı Şah yanlısı ordu birlikleri, 19 Ağustos 1953 tarihinde, Mussadık güçlerini yenmiş, Rıza Şah yeniden İran’a dönmüş ve Mussadık cezaevine gönderilmişti.
Muhammed Rıza Şah iktidarı kendi elinde toplamaya çalışırken, siyasi baskı dönemi yaşanmıştı. Milliyetçi ve komünist partilerin faaliyetleri bastırılmış, medya organlarına kısıtlama getirilmiş, Gizli Polis Teşkilatı (SAVAK) daha da güçlendirilmiş ve seçimler daha kolay bir şekilde kontrol altına alınmıştı.
Din Adamlarının Rahatsızlığı
Şii din adamları, Pehlevi Hanedanlığının İslam’a olan bağlılığın olmayışından (ya da eksikliğinden) giderek daha fazla hoşnutsuz oluyorlardı. Rıza Şah saltanatından beri sürdürülen modernleşme projesi, özellikle Avrupa giyim tarzı kurallarının uygulamaya konulması ve geleneksel İslami değerlerin aşınmasının bir sembolü olarak yorumlanan peçenin yasaklanması, sürekli olarak dini hiyerarşinin eleştiri konusu oluyordu. Orta düzey bir din adamı olan Ruhullah Humeyni, 1944 yılında, Şah’ın modernleşme projesine ve din karşıtı politikalarına saldıran Keşf el-Asrar (Açığa Çıkan Sırlar) adlı bir kitap yayınlanmıştı.
Din-laiklik tartışmaları, Anayasa Devriminden bu yana, İran’daki siyasi manzaranın düzenli bir özelliği haline gelmişti. Muhammed Rıza Şah, 1963 yılında, “Beyaz Devrim” ilan etmesinin ardından bu tartışma konuları tekrar öne çıkmışlardı. Altı maddelik modernizasyon programı; toprak reformu, ormanların ve meraların millileştirilmesi ve de kamuya ait fabrikaların özel şirketlere satılmasını içeriyordu. Ayrıca, bu programla kadınlara oy kullanma hakkının tanınması ve Müslüman olmayanların resmi bir görevde bulunmalarına izin verilmesi de öneriliyordu; bu konu, çoğu Şii din adamının kabul edilemez bulduğu bir öneriydi. Ayetullah Humeyni, 1963 yılı, Haziran ayında, Muhammed Rıza Şah ve “Beyaz Devrim’e” saldıran bir konuşma yaptığı için Kum kentinde tutuklanmıştı. Tutuklanmasının ardından, Başbakan Mussadık’ın on yıl önce devrilmesinden bu yana, en şiddetli seyreden ve sonunda Şah tarafından ağır bir şiddet uygulamak suretiyle bastırılan, ülke çapında üç günlük protestolara yol açmıştı.
İran hükümeti, 1964 yılı, Ekim ayında, İran’da görev yapan ABD askeri personeli ve ailelerine diplomatik dokunmazlık tanıyan ve esas itibariyle Amerikalıların İran mahkemelerini aşmalarına olanak sağlayan bir yasa tasarısı önermişti. Bu yasa tasarısı, özellikle ABD’yi Batı ahlaksızlığının cisimleşmiş hali olarak gören din adamları arasında pek de beğenilmemişti. 1964 yılı, Nisan ayında ev hapsi kıstlamasından serbest kalan Humeyni, Kum kentinde geniş bir izleyici kitlesinin önünde yasa tasarısına saldıran bir konuşma (vaaz) yapmıştı. Verdiği bu vaazın kayıtları yaygın bir şekilde kitleye dağıtılmış ve Şah karşıtı dini bir hareketin olmasına önemli ölçüde dikkat çekmişti. Humeyni, bu vaazından birkaç gün sonra tutuklanmış, Türkiye’ye sürgüne gönderilmiş ve daha sonra 1965 yılı, Ekim ayında Irak’a taşınmıştı.
Ayetullah Humeyni, sürgün günlerinde de Şah karşıtı açıklamaları yayınlamaya devam etmişti. 1960’ların sonlarında öğrencilere bir dizi ders vermiş ve bu dersler daha sonra Velayet-i Fakih (İslam Hukukçularının Yönetimi) adlı bir kitap olarak basılıp dağıtılmış, bir yönetim şekli olarak monarşinin, İslamiyet ile hiç bağdaşık olmadığını savunmuştur.
Bu arada, yasal muhalefet etkisiz kaldığı için İranlı gençler, rejime karşı faaliyet gösteren birkaç yeraltı gerilla örgütü kurmuşlardı. Rejim güçleri, bu grupların çoğunu zor kullanarak dağıtmış, ancak iki büyük örgüt faaliyetlerine devam edebilmişlerdi: İdeolojik olarak Marksist-Leninist ve anti-emperyalist olan Halkın Fedaileri Örgütü (Fedayan-ı Halk); İslami düşünceyi siyasi mücadelenin temeli olarak gören Halkın Mücahitleri Örgütü (Mücahidin-ı Halk). Her iki örgüt de, Şah rejimini baltalamak üzere benzer taktikleri uygulamışlardı: polis karakollarına saldırı düzenlemek, ABD, İngiltere ve İsrail bürolarını bombalamak, İran güvenlik görevlilerini ve ABD askeri personelini suikast düzenleyerek öldürmek.
Siyasi Kargaşa ve Huzursuzluk
1976 yılına gelindiğinde İran ekonomisi sıkıntılı bir dönem geçiriyordu. İran Şah’ı, OPEC krizinden sonra, petrol geliri artışını, ülke sanayisi, altyapısı, insan ve kurumsal kaynakları haricinde kullanmaya çalışıyordu. Bu icraatı, yaygın ekonomik ve sosyal bozulmalara neden olmuştu. Hükümet, daha geniş bir modernizasyon programının bir parçası olarak artan fonları, özel ortaokulları ve toplumsl kolejleri millileştirmek, gelir vergilerini indirmek ve iddialı olarak sunduğu bir sağlık sigortası planı uygulamak üzere kullanmıştı. Ancak, bu program, artan enflasyon ve yükselen konut fiyatlarıyla etkili mücadele etmeye yönelik olmamıştı.
İran’da,1978 yılına gelindiğinde, 45.000’i Amerikalı olmak üzere, 60.000’den fazla yabancı vardı. Bu durum, Şah’ın modernleşme programını, ülkenin İrani karakterini, İslami değerlerini ve kimliğini aşındırdığı yönündeki yaygın algıyı güçlendiriyordu. Siyasi baskı, artan halk muhalefeti ve eğitimli sınıfları daha da yabancılaştıran tek partili bir devletin kurulmasına bir yanıt olarak artmıştı. İnsan hakları savunma örgütleri, 1977 yılından itibaren, ABD Başkanı Jimmy Carter’ın mücadele etmede dış politikasının bir parçası haline getirdiği insan hakları ihlallerine dikkat çekmeye başlamışlardı. İran Şah’ı da, siyasi tutukluları serbest bırakmak ve vatandaşlar için yeni yasal koruma tedbirleri ilan ederek cevap vermişti. Bu yeni siyasi özgürlük uygulamalrından faydalanan Ulusal Cephe, İran Özgürlük Hareketi ve diğer siyasi gruplar tekrar harekete geçmek üzere örgütlenmeye başlamışlardı.
1977 yılında yapılan protesto hareketleri, esas olarak orta sınıf ve laik özellikte iken, 1978 yılı ilk yarısından itibaren yapılan protesto hareketlerini dini kişilikler yönetiyor, daha geleneksel gruplardan ve kentsel işçi sınıfından destek alıyorlardı. Protestocular giderek daha hesaplı şiddet yaptırımlarına başvuruyorlar, rejimin en itiraz edilebilir özelliklerini hedef alıyorlardı. Örneğin, gece klupleri ve sinemalar ahlaki yozlaşmanın ve Batı etkisinin sembolü, bankalar ise ekonomik sömürünün sembolü ve polis karakolları Pehlevi rejimi şiddetinin temsilcileri oluyorlardı.
Şah karşıtı sloganlar ve posterler Ayetullah Humeyni’yi devrimin yüzü, ideal bir islam devletinin önerilen lideri olarak değerlendiriyorlardı. Hümeyni, sürgün günlerinde de daha fazla gösteri çağrısı yapmaya devam etmiş ve rejimle herhangi bir uzlaşmaya karşı uyarıda bulunmuştu. 1978 yılı, Ağustos ayında, Rex Sinemasında dindar öğrencilerin başlattığı iddia edilen bir yangında 400’den fazla kişi ölmüştü. Yangının aslında dindar öğrencilerin değil de, gizli polis faaliyeti olduğu yönündeki bir söylentinin çıkması ardından hükümetin popülaritesi daha da azalmıştı.
Devrim
İran’da, 04 Eylül 1978 tarihinde, Ramazan ayı sonunda, hükümet karşıtı gösteriler yayılmaya başlamış ve giderek daha radikal bir tona da bürünmüştü. Hükümet, Tahran’da ve 11 başka şehirde sıkıyönetim ilan etmişti. Jale Meydanı Katliamı, 08 Eylül, Cuma günü, Muhammed Rıza Şah birliklerinin Tahran’da, Humeyni yanlısı 20.000 protestocudan oluşan bir kalabalık üzerine ateş açmasıyla gerçekleşmişti. Hükümetin verdiği resmi ölü sayısı 84 ile 122 arasında değişiyordu, ancak gerçek rakam yaygın olarak tartışma konusu olmuş ve gerçek sayı muhtemelen çok daha yüksek olmuştur. İran ülkesinde bu katliam günü, Kara Cuma olarak bilinmeye başlanmış ve hükümette karşı daha büyük bir hoşnutsuzluğun olmasına yol açmıştı.
Humeyni’nin, 1978 yılında, Saddam Hüseyin yönetimince Irak’tan sınır dışı edilmesi ve ABD’nin bölgede tekel olmasından çekinen Fransa’ya kabul edilip taşınmasından sonra muhalif hareketinin küresel medya organlarında daha geniş bir şekilde yer alması imkânı tanınmış, daha iyi telefon bağlantısı kurulmuş olması muhalif hareketler arasında koordinasyonunun daha iyi olmasını sağlamıştı.
Kamu sektörü ve petrol endüstrisinde çalışan işçiler, daha iyi ücret ve çalışma koşulları talep ederek düzenli olarak büyük ölçekli grev yapmaya başlamışlardı. Grev hareketleri, daha geniş çaplı Şah karşıtı gösterilere ivme kazandırdıkça, bu talepleri siyasi değişim çağrılarına dönüşmüşlerdi. Yakıt ve hammadde kıtlığı, ulaşım imkânların olmayışı, Kasım ayına kadar özel sektörün neredeyse bütün işlemlerinin durmasına yol açmıştı. Şah, İran toplumu üzerindeki kontrolünün zayıfladığını fark ederek okulları ve üniversiteleri kapatmış, gazeteleri askıya almış ve Tahran’da 4 veya daha fazla kişinin bir arada toplanmasına yasaklama getirmişti. Humeyni’nin ortağı Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri de dâhil olmak üzere 1000’den fazla siyasi tutuklunun serbest bırakılması emrini vermek suretiyle barış getirmeye çalışmıştı. Ancak, bu şartlı teslimiyet girişimi istenen etkiyi yaratmamıştı. Humeyni, verilen vaatleri değersiz olarak nitelendirmiş ve protestoların devam etmesini istemişti. Grevler yeniden başlamış ve hükümetin de yeniden tamamen kapanmasına yol açmıştı.
10 ve 11 Aralık günlerinde, yüzbinlerce insan ülke çapında rejim karşıtı yürüyüşlere katılmış ve protestocularla Şah’ın birlikleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştı. Şah, daha sonra, Muyhammed Rıza Şah’ın ülkeyi terk etmesi şartıyla Pehlevi Hanedanlığı altında bir hükümet kurmayı kabul eden Ulusal Cephe Lideri Şapur Bahtiyar ile görüşmelere başlanmıştı. Meclis, 03 Ocak 1979 tarihinde, Şapur Bahtiyar’ın bir hükümet kurması lehinde oy kullanmış ve Bahtiyar, 06 Ocak günü, oluşturduğu yeni kabinesini Şah’ın onayına sunmuştu. Muhammed Rıza Şah,16 Ocak günü, İran’dan kaçmış ve haber yayıldıkça ülke çapında kutlamalar başlamıştı.
Bahtiyar Hükümeti
Başbakan Şapur Bahtiyar, basına getirilen kısıtlama ıuygulamaları kaldırarak, siyasi bütün tutukluları serbest bırakarak ve SAVAK Teşkilatının feshedilmesine söz vererek kabinesi ile Şah Rejimi arasına hemen mesafe koymaya çalışmıştı. Bu hükümet uzlaşısı ılımlı din adamlarının desteğini alırken, Humeyni yanlısı ve sol ideolojilerin öncülük ettikleri çoğu göstericiler monarşiyi sona erdirmeye kararlı olmaya devam etmişlerdi. Ulusal Cephe, Şapur Bahtiyar’ı, Pehlevi rejimine teslim olduğu gerekçesiyle partiden ihraç etmiş ve Humeyni de mevcut hükümeti yasadışı ilan etmişti. Humeyni, 29 Ocak günü, monarşi hakkında bir “sokak refarandumu” çağrısında bulunmuş ve Tahran’da bir milyondan fazla insanın katıldığı bir gösterinin olmasına yol açmıştı.
Ayetullah Hümeyni, en sonunda, 01 Şubat günü, İran’a dönmüş ve çoşkulu bir şekilde karşılanmıştı. Ertesi gün yaptığı bir konuşmasında Mehdi Bazargan’ı geçici hükümetin başbakanı olarak atamıştı. Sonraki günlerde, silahlı kuvvetlerin Şapur Bahtiyar’a olan sadakatı azalmış, 8 ve 9 Şubat günlerinde Hava Kuvvetleri de Humeyni’ye yeni sadakatını bildirmişti. Hava Üssü cephaneliği açılmış ve silahlar kalabalığa dağıtılmıştı. 11 Şubat gününde, kıdemli askeri komutanlar silahlı kuvvetlerin “tarafsızlığını” ilan etmişlerdi, bu durum esasen önceki hükümete verilen desteğin çekilmesi anlamına geliyordu ve öğleden sonra geç saatlerde Şapur Bahtiyar saklanmak zorunda kalırken Başkent isyancıların eline geçmişti: Pehlevi Hanedanlığı yıkılmıştı.
Sonrası – Bazargan ve Geçici Hükümet
Ayetullah Humeyni’nın yayınladığı bildiri ile Mehdi Bazargan, 1979 yılı, Şubat ayında devrimci rejimin ilk başbakanı olmuştu. Ancak ülke hala da devrimci duygularla alev alev yanıyordu, yani hükümetin toplum veya kendi bürokrasisi üzerinde çok az kontrolü vardı. Devrim sırasında yüzlerce yarı bağımsız devrimci komitenin kurulmasından bu yana artık etkili bir merkezi otorite bulunmuyordu.
Humeyni, kendisini mevcut hükümete bağlı görmüyordu; kendi politikasının açıklamasını yapmıştı; hükümet temsilcilerini atamış ve Başbakan Mehdi Bazargan olmadan yeni kurumları tesis etmişti. Başbakan artık iktidarı, Humeyni’nin 1979 yılı, Ocak ayında kurduğu bir kurum olan Devrim Konseyi ile paylaşmak zorunda kalacaktı. Eski rejimlerle işbirliği yapanları yargılamak ve cezalandırmak üzere yeni devrim mahkemeleri kurulmuştu. Bu aşamadan itibaren, asker ve polis memurlarının, SAVAK ajanlarının, kabine bakanlarının ve Mecliste görevli milletvekillerinin infazları hergün gerçekleşiyordu. Mahkemelerin sert faaliyetleri çok tartışmalı oluyordu ve Mehdi Bazargan, 14 Marta günü, devrim mahkemelerinin faaliyetlerini askıya alınması konusunda ısrar ediyordu. Ancak, 05 Nisan günü, Devrim Konseyi, mahkemeleri yeniden yetkilendirilmişti. Mehdi Bazargan’ın istifa ettiği 1979 yılı, Kasım ayından önce 550’den fazla kişi infaz edilmişti.
Ayetullah Humeyni, İran’ı İslamlaştırma girişimlerinde, din adamlarına sadık ve hızla güçlenen bir askeri güç olan İslam Devrim Muhafızları Kolordusu da dâhil olmak üzere çeşitli kurumları ihdas etmişti. Başbakan Bazargan ise fiilen güçsüz hale gelmişti. Ülkenin monarşi sonrası siyasi sitemini belirlemek üzere 30 ve 31 Mart 1979 tarihlerinde ulusal düzeyde bir referandum yapılmıştı. Ancak oylama gizli değildi ve oy pusulasında sadece bir tür siyasi sistem vardı: İslam Cumhuriyeti. Humeyni, 01 Nisan günü, İran İslam Cumhuriyetinin kurulduğunu ilan etmişti. Anayasa; din adamlarının egemenliği için bir temel oluşturmak ve Humeyni’ye fakih (Devrim Lideri ve Peygamber mirasının varisi diye bilinir) olarak nihai yetki vermek üzere yeniden yazılmıştı.
Ayetullah Humeyni, popülist vaizler ve sol partiler, İran’da zaten yaygın olan Amerikan karşıtı duyguların alevini körüklemişlerdi. Eski Şah Muhammed Rıza Pehlevi, tıbbi tedavi görmek için 1979 yılı, Ekim ayında, ABD’de kabul edilmişti. Şah’ın ABD’de kabul görmesi, İran İslam Cumhuriyeti yetkililerini endişelendirmişti, çünkü hastalığının, devrime karşı bir darbe girişimi için ABD’nin desteği almak amacıyla kullanılacağından korkuluyordu. Başbakan Mehdi Bazargan, Cezayir’de, ABD Başkanı Carter’ın ulusal güvenlik danışmanıyla görüştükten kısa bir süre sonra, yüzbinlerce kişi Tahran’da protesto gösterisi yapmıştı. “İmam Çizgisinde” bazı öğrenciler ABD Büyükelçiliğini işgal ederek 52 ABD diplomatını rehin almışlardı. Protestolar başladıktan 2 gün sonra, Başbakan Bazargan da, 06 Kasım 1979 tarihinde, görevinden istifa etmişti. Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerinin yapılması beklenirken, Devrim Konseyi, Başbakanlık görevini devralmıştı. İran’da rehine krizi 444 gün sürmüş ve ABD-İran ilişkilerinin tamamen bozulmasına neden olmuştu.