Pek çok medeniyetin kesişim noktasında bulunan Türkiye, arkeolojiseverler için adeta bir cennettir. Birbirini takip eden imparatorluklar ve krallıklar -Hitit, Lidya, Pers, Yunan, Roma, Bizans ve en sonunda Osmanlı- Anadolu toprağında hüküm sürmüştür. Ülkenin sahip olduğu eşsiz kültürel miras, kayda değer doğa manzarası ve yerli halkın misafirperverliği Türkiye ziyaretini fazlasıyla tatmin edici kılmaktadır. Ülkede o kadar çok dağılmış halde arkeolojik harika var ki her gezi insana çok kısa sürmüş hissi veriyor. Bendeniz, nefes kesici yeni yerler keşfetmek üzere Türkiye'ye defalarca kez geri döndüm. Türkiye'nin batısındaki pek çok antik kenti gezmiş biri olarak sizi tarihi öneme ve coğrafi çeşitliliğe sahip Karya yöresinin hazinelerini keşfetmeye davet ediyorum. Bir kıyı kenti olan Miletus ve kehanet merkezi olarak bilinen Didyma gibi birkaç antik kent halihazırda pek çok modern ziyaretçinin ilgisini çekmektedir. Uzak iç bölgelerde bulunan daha az popüler antik kentlerin daha çok bilinenlerden önem açısından aşağı kalır tarafı yoktur.
Karya, günümüz Türkiye'sinin güneybatı kıyısına verilen antik bir isimdir. Karya'nın kuzeydeki komşusu İyonya ve doğudaki komşusu Lidya günümüzde çoğunlukla Muğla ili sınırları içinde yer almaktadır. Yörenin yerli halkı Karyalılar ve Leleglerdi (Karyalıların ardılları). Karyalıların adının antik kaynaklarda sıkça anılmasına karşın haklarında çok az şey kesin olarak bilinmektedir. İlyada destanında Homeros onların Yunanların safında Truvalılara karşı savaştığını yazar. Karya'nın bir kenti olan Halikarnassus'ta doğmuş tarihçi Herodotus ise Karyalıları; savaşçı, denizaşırı seferler yapan Minosluların soyundan gelme bir halk olarak tanımlar. MS 2. Yüzyıl'ın gözü pek Yunan gezgini Pausanias'a göre ise Karyalılar bölgenin yerlisi olup Girit'ten gelen ve sonrasınyerlilerin ismini benimseyen koloniciler ile kaynaşmış bir halktır. Karyalılar da kendilerini Küçük Asya'nın yerlisi saymıştır.
Yörenin coğrafi konumu Karyalıların deniz trafiğini kontrol altına almasında önemli bir rol oynamıştır. Mısır firavunu I. Psammetichus yönetiminde (MÖ 664-610) tüccar olarak faaliyet gösterdikten sonra Lidyalılara tabi olan Karyalılar ilerleyen dönemlerde Pers hakimiyeti altına girmiştir. MÖ 545 yılı itibariyle Karya, Pers Ahameniş İmparatorluğu'nun bir satraplığı haline gelmiştir. Pers hakimiyeti altındaki bölge, Büyük Kiros'a bağlı satraplar tarafından yönetilmiştir. Karya'nın en ünlü kralı, MÖ 4. Yüzyıl'da (MÖ 377-353) etkinlik göstermiş Mausolus'tu. “Mozelyum” olarak bilinen mezarı, antik dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul görmektedir. MÖ 334 senesinde, Büyük İskender Mausolus'un kız kardeşi Ada'nın yardımıyla Karya'yı fethetti ve çok geçmeden bölgenin hakimiyetini eline aldı. Ada, Büyük İskender'i evlatlığı olarak kabul etmiş ve Alinda şehrini onun adına kuşatmıştır. Büyük İskender'den sonra bölge önce Selefkoslar ardından da Bergama Krallığı yönetimine girmiştir. Nihai olarak Karya, Bergama kralı III. Attalos'un (MÖ 170-133) krallığını Roma Devleti'ne devretmesi ile Asya Eyaleti'nin bir parçası olmuştur. Romalılar tüm bölgeyi MÖ 42 senesinde ele geçirmiştir. Karya ismi coğrafi olarak kullanılmaya devam edildiyse bile yönetimsel açıdan bölge Asya eyaletine bağlanmıştır.
İşte karşınızda Karya'da keşfedilmeyi bekleyen 10 antik kent.
Aphrodisias
Kısmi olarak kazılmış güzel Aphrodisias antik kenti, Helenistik ve Roma Dönem Küçük Asya'sının en önemli antik kentlerinden biridir. Şehir Karya'nın iç kesimlerinde, deniz seviyesinden 600 metre yükseklikte bir platoya kurulmuştur. Günümüzde bu sit alanı, Denizli ilinin 80 kilometre batısındaki Geyre köyü civarında bulunmaktadır. Şehrin temelleri, MÖ 2. Yüzyıl'da halihazırda var olan bir ibadet alanın üzerine atılmıştır. Aphrodisias, kentin koruyucu tanrıçası Afrodit'e ithaf edilmiş tapınak ve İmparator Hadrianus (MS 117-138) devrinde ön plana çıkmış heykeltıraşlık okulu ile nam salmıştır.Aphrodisias
Aphrodisias, MÖ 1. Yüzyıl'dan, sonradan İmparator Augustus'un himayesine geçtiği uzun bir dönem boyunca zenginliğini korumuştur. MS 5. Yüzyıl'dan itibaren şehir kademeli olarak tarih sahnesinden silinmiş ve günümüz Türk köyü olan Geyre halini almıştır. Günümüze değin ulaşan eserler kentin bir zamanki ihtişamını gözler önüne sermektedir. 20. yüzyılda yapılan kazılar, içinde Afrodit Tapınağı, tiyatro, büyük agora ve bitişiğindeki bouleuterion (meclis binası), hamam kompleksi, stadyum ve Sebasteion (tanrıça Afrodit, İmparator Augustus ve Julio-Claudian hanedanlığına adanmış tapınak) gibi pek çok büyük kamusal binayı gün yüzüne çıkarmıştır.
Kazılar sırasında bulunan pek çok heykel ve taş eser Aphrodisiaslı heykeltıraşların imzasını taşımaktadır. Bu eserler Aphrodisias Müzesi'nde sergilenmektedir. 1979 yılında ziyarete açılan müze, bir zamanlar Sebasteion portikosunu süsleyen muazzam eserlerin sergilendiği yeni bir sergi salonu ile 2008 yılında genişletilmiştir.
Labraunda
Milas Ovası'na dağların tepesinden bakan bir konumda kurulmuş Labraunda antik kenti, Zeus Labraundos Tapınağı'na ev sahipliği yapmaktadır. Zeus Labraundos Tapınağı, özellikle MÖ 4. Yüzyıl'da Kral Mausolus'un (Karya bölgesi satrapı) ailesi adına yaptırdığı kutsal alan ile birlikte, bölgesinin en önemli mabedi sayılmaktadır. İki geniş “adrone” (törensel ziyafet salonları), iki stoa, iki Roma hamamı, rahiplere ait birkaç konut ve bir nymphaeum gibi MÖ 5. Yüzyıl ve MS 1. Yüzyıla tarihlenen kalıntılar kentte görülebilmektedir.
Tapınağın üst tarafındaki terasta bulunan bir su kaynağı, sembolü çift başlı balta olan Zeus Labraundos kültünün MÖ 7. Yüzyıl'daki çıkış noktası olabilir. Şekil itibariyle bir yıldırım tarafından ikiye bölünmüş halde duran tapınağın üzerindeki dikkat çekici kaya, Labraunda'nın en başından beri kutsal bir alan olarak görülmesine sebep olmuş olabilir. Dahası, kutsal sayılan su kaynağı da bu yarık kayanın altında bulunmaktadır.
Kent dik bir yamaç üzerinde bulunduğu için yapılar beş adet suni teras üzerine inşa edilmiştir. Kenti, Mylasa'ya (günümüz Milas) bağlayan 7,5 metre genişliğindeki kaldırımlı yol, her yıl beş gün süreyle kutlanan kurban törenleri sırasında kullanılıyordu.
Halicarnassus
Antik dönemlerde Halicarnassus olarak bilinen Bodrum, günümüzde Güney Ege'nin önemli bir turistik merkezidir. Şehir aynı zamanda antik dönemin yedi harikasından biri olan Halicarnassus Mozelyumu'na ev sahipliği yapmaktadır.
Mozele, Hecatomnos hanedanlığına mensup, MÖ 377-353 arası Karya'yı yönetmiş Pers satrapı Mausolus adına yaptırılmıştır. Mausolus; başkenti Mylasa'dan Halicarnassus'a taşımış, Yunan demokrasisini ve kent yapısını örnek alan pek çok şehir kurmuştur.
Mausolus MÖ 353 yılında öldüğünde kız kardeşi ve kraliçesi Artemisia onun adına bilinen dünyanın en görkemli anıt mezarını inşa ettirdi. Yapı 135 feet (41 metre) uzunluğunda olup heykeller ve kabartmalarla süslenmiştir. Anıt depremlerle yıkılmış ve 1494'te Malta Şövalyeleri tarafından Bodrum'daki kale inşaatında malzeme olarak kullanıla dek yüzyıllar boyu harabe olarak kalmıştır. Günümüzde anıt mezar anlamına gelen “mozole” kelimesi, Mausolus'un Latince formundan gelmektedir. Anıta dair pek çok heykel ve kabartma 1856 yılında Londra'daki British Museum'a tanışmış ve o tarihten beri aynı müzede sergilenmektedir. Bir zamanlar anıtın bulunduğu alanda şu an yapının temellerinin görülebildiği bir küçük müze bulunmaktadır.
Mozele'ye yakın bir mesafede bulunan tiyatro, Halicarnassus'a ait en iyi korunmuş yapı olma özelliğine sahiptir. Deniz seviyesinden 50 metre yükseklikte olan tiyatro, adaları ve körfezi gören manzarasıyla seyirciler için büyüleyici bir fon oluşturmaktadır. Tiyatro MÖ 4. Yüzyıl'da Mausolus döneminde inşa edilmiş ve MS 2. Yüzyıl'da genişletilmiştir. Orijinal kapasitesi 10.000 kişilik olduğu tahmin edilen tiyatronun şimdiki kapasitesi 4.000 kişiliktir.
Stratonicea
Stratonicea, iç bölgede kalan Marsyas nehrinin kaynağının civarındaki ovada kurulmuştur. Günümüzde şehrin kalıntıları, Milas'ın 28 kilometre doğusundaki Eskihisar köyü sınırları içindedir. Terk edilmiş yıkıntı köy evlerinin arasında bulunan antik kentin harabeleri ziyaretçilere gizemli ve büyülü bir deneyim sunmaktadır. Kesintisiz 3.500 yıl iskan edilmiş Stratonicea, dünyanın en büyük mermer şehirlerinden biri olup UNESCO'nun Geçici Dünya Kültürel Miras Listesi'nde yer almaktadır. Sürdürülen kazılar unutulmuş kentin tarihini gün geçtikçe daha da aydınlatmaktadır. Bu yılki kazılar, pek çok Bizans dönemi mezarını gün yüzüne çıkarmıştır.
Stratonicea, eski bir Karya yerleşimi olan bu bölgede Selefkoslara mensup Kral I. Antiochos tarafından MÖ 3. Yüzyıl'da kurulmuştur. Şehrin adı, kralın önce üvey annesi sonradan da eşi olan Suriye prensesi Stratonice'i onurlandırmak için seçilmiştir. Selefkoslar devrinde altın çağını yaşayan şehir Strabo'ya göre gösterişli binalarla bezenmişti. Takip eden süreçte şehir Rodoslulara devredilmiş, ardından da MÖ 200 yılında Makedon Kral V. Philip'in kısa bir süreliğine egemenliği altına girmiştir. Rodoslular tarafından MÖ 197'de tekrar ele geçirilen şehir, MÖ 167 yılında bütün Karya bölgesiyle birlikte Roma senatosu tarafından bağımsızlıkları verilene dek Rodosluların hakimiyeti altında kalmıştır. Antik kentte ziyaretçileri 10.000 kişilik tiyatro, Augustus Tapınağı, sütunlu ve mozaikli yol, bir bouleuterion (meclis binası), içinde MS 301 senesine tarihlenen Diocletianus Fiyatlar Bildirisi'ni de bulunduran birden fazla Roma dönemi yazıtı ve muazzam Helenistik gymnasium beklemektedir. Korint nizamlı sütunlarla zengince dekore edilmiş gymnasium MÖ 2. Yüzyıl'ın ikinci çeyreğinde şehrin batı çıkışında inşa edilmiştir. Toplam uzunluğu yaklaşık 180 metre olmakla birlikte bu yapı, antik dünyanın en büyük gymnasium'u olma unvanına sahiptir.
Lagina
Stratonicea'dan birkaç kilometre uzakta bulunan Lagina antik kenti, Karya'daki en önemli kutsal alanlardan biridir. 11 kilometre uzunluğundaki Kutsal Yol (törensel yol) bu iki şehri birbirine bağlamaktadır. Lagina'nın dini bir merkez olarak inşası her ne kadar Selefkoslar devrine tekabül etse de necropolis'ten alınan veriler şehrin MÖ 7. Yüzyıl'dan itibaren iskan edildiğine işaret etmektedir. Tapınakta ibadet edilen tanrıça sihir, cadılık, ay, gece, kavşakların ve geçitlerin efendisi Hekate'ydi. Tanrıça, tasvirlerinde genellikle üçlü formda - ya üç yüzlü ya da üç vücutlu olarak- görülmektedir. Tanrıça Hekate adına düzenlenen sayısız festivalde, üzerinde dini ayinleri yöneten yöneticilerin isimlerinin yazılı olduğu bir anahtar Lagina'daki tapınaktan Stratonicea'daki bouleuterion'a bir tören alayı eşliğinde gönderilmekteydi.
Geniş bir temenos (tapınağın etrafındaki kutsal alan) ile sınırlandırılmış ve Dor nizamlı bir stoa (üstü kapalı yürüyüş yolu) ile çevrelenmiş ünlü Hekate Tapınağı, şehrin merkezini oluşturmaktadır. Giriş kapısı, önde yarı dairesel formda sütunlar bulunduran bir propylea (anıtsal giriş kapısı) idi. On basamaklı bir merdiven propylea'dan kaldırımlı bir yola ve oradan da sunağa uzanıyordu.
MS 2. Yüzyıl'ın son çeyreğinde inşa edilmiş 21m x 28m boyutlarındaki Hekate Tapınağı'nın kısa tarafında sekiz, uzun tarafında ise on bir adet Korint nizamında sütun bulunmaktadır. Doğu frizde Zeus'un hayatı, batı frizde Gigantomachia'nın (tanrılar ve insanlar savaşı), güney frizde Karya tanrılarının ve kuzey frizde ise Amazonomachia (Yunanlar ve Amazonların savaşı) gibi Yunan ve Karya mitolojisinden seçilmiş tasvirlerin görülebildiği bir tapınaktır. Tapınağı baştan sona saran bu kabartmalar İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.
Nysa
Nysa antik kenti (Nysa Ad Meandrum) Ege'nin derin vadilerine saklanmış gerçek bir hazinedir. Karya'nın kuzeyinde önemli bir merkez olan Nysa, bir İyonya şehri olan Efes'ten 50 kilometre doğudadır. Günümüzde ise şehir iyi korunmuş bir ören yeridir. Tanrı Dionysos'un burada doğduğu rivayetinden yola çıkılarak şehre Nysa adının verildiği düşünülmektedir. Roma hakimiyeti altında altın çağını yaşayan şehir bu dönemde Coğrafyacı Strabo'ya (MÖ 63- MS 25) bir süreliğine ev sahipliği yapmıştır. Strabo şehrin birleşmiş üç yerleşimden oluştuğunu belirtir. Buna ek olarak şehrin adının bir zamanlar Athymbra olduğunu ancak MÖ 2. Yüzyıl'da büyük ihtimalle Kral I. Antiochus Soter'in eşini onurlandırmak için Nysa olarak yeniden adlandırıldığını yazar. Nysa bir dağın iki yamacına konumlanacak şekilde iki ayrı bölümde planlanmıştır.
Dağ yamacında dağınık vaziyette Helenistik Dönem'e, Roma ve Bizans Dönemi'ne ait önemli kalıntılar görülmektedir. Roma İmparatorluğu Devri'nde yeniden inşa edilmiş tiyatro; Dionysos'un hayatını, Persephone (tanrıça Demeter'in kızı) ve yeraltı tanrısı Hades'in kutsal evliliğini (theogamia) tasvir eden kabartmalarla ünlüdür. 35 sıra mermer oturağıyla tiyatronun kapasitesi 12.000 kişilikti.
MS 2. Yüzyıl'a tarihlenen kütüphane, Efes'teki Celsus Kütüphanesi'nden sonra Türkiye'nin en iyi korunmuş kütüphanesidir. Sellerle kısmen tahrip edilmiş Nysa stadium'u 30.000 kişiliktir. Helenistik gerontikon (ihtiyar meclisi), MS 2. Yüzyıl'da 700 kişiye varan kapasitesiyle odeon olarak kullanılmıştır.
Nysa'nın önde gelen diğer yapıları agora (alışveriş yeri), gymnasium ve Roma hamamıdır. Tünel şeklinde tasarlanmış Nysa Köprüsü, Pergamon Köprüsü'nden sonra kendi türünün antik devirdeki en büyük ikinci örneğidir.
Zeus Lepsynos Tapınağı
Muğla'nın Milas ilçesindeki Euromos antik kentinde bulunan Zeus Lepsynos Tapınağı, Prigyadaki Zeus Aizanoi Tapınağı ile birlikte Türkiye'nin en iyi korunmuş tapınakları arasındadır. MÖ 6. Yüzyıl'ın erken dönemlerine tarihlenen temenos'u ile tapınak, İmparator Hadrian döneminde MS 2. Yüzyıl'da eski bir Karya mabedi üzerine inşa edildi. Ne yazık ki tapınak (muhtemelen 1800 yıl önceki ekonomik buhran nedeniyle) hiçbir zaman tam olarak bitirilemedi. Bunu, halen ayakta olan yivsiz sütunlardan anlayabilmekteyiz. Yerel zenginler tapınağın tamamlanması için maddi yardımda bulunup isimlerini sütunlardaki plakalara kazıtmış olsa da bu yardım yeterli değildi. Bir yazıtta, fizikçi ve aynı zamanda yönetici olan Menecrates'in tapınağın otuz sütunundan beşini ve Leo Quintus isimli başka bir yöneticinin de yedi adet sütununu bağışladığı yazılıdır.
“Güçlü” anlamına gelen Euromos, MÖ 5. Yüzyıl'da Mylasa'dan sonraki en önemli Karya şehriydi. Şehir; halen izleri görülebilen bir tiyatro ve dikdörtgen şeklinde, çevresi sütunlarla örülü stoa ile kaplı bir agora'ya sahipti. Sadece Zeus Tapınağı şehir surlarının güney dışında bulunmaktaydı. Yapının kısa kenarında altı sütun, uzun kenarında ise on bir Korint nizamlı sütun bulunmaktadır. Günümüzde on altı sütun ayakta olarak görülebilmektedir. Küçük ölçekte 1969'da başlatılan kazılar hala devam etmektedir. Türkiye'den bir arkeoloji heyeti tapınağı düşmüş sütunlarıyla birlikte restore etmeyi planlamaktadır.
Alabanda
Aydın'ın Çine ilçesinin 7 kilometre batısında, MÖ 4. Yüzyıl'da kurulan Alabanda'nın ismini anlatıya göre bir at yarışını kazanan kahraman Alabandus'tan aldığı rivayet edilmektedir. Alabanda ismi iki tane Karca sözcüğün birleşiminden oluşmaktadır: ala (at) ve banda (zafer). 20. Yüzyıl'da başlatılan kazılar iki tapınağın temellerini, bir adet Helenistik tiyatroyu, dikdörtgen şeklindeki bir bouleuterion'u ve bir hamam-gymnasium kompleksini gün ışığına çıkarmıştır.
Bu tapınaklardan ilki MÖ 2. Yüzyıl'da İyonik nizamda yapılmış, iki yanında on üç mermer, ön ve arkada sekiz mermer sütun bulunan Apollo Isotimos Tapınağı'dır. Bu alanda üzerinde Yunan-Amazon savaşının (Amazonomachia) tasvir edildiği dört panelden oluşan bir friz ile tapınağın Apollo Isotimos ve Tanrısal İmparatorlar'a ithaf edildiğini belirten bir yazıt bulunmuştur.
İkinci tapınak ise aşağıdaki ovadan biraz yüksekteki tepenin yamacına; kısa kenarında altı, uzun kenarında ise on bir Dor nizamlı sütun olacak şekilde inşa edilmiştir. 2011 yılındaki kazılarda çift başlı baltalı (labyrs) bir sunak ve Karyalı Zeus Chrysaoreus'a (Altın Kılıçlı Zeus) ait bir atribü bulunana değin tapınağın, önceki kazılarda bulunan Artemis-Hekate figürü sebebiyle Artemis'e ithaf edildiği düşünülüyordu. Güncel veriler, tapınağın Zeus'a adanmış olduğuna işaret etmektedir.
Alinda
Alabanda'nın yanında bulunan Alinda kenti tarihte Büyük İskender ve Karyalı Ada'nın karşılaştığı kent olarak bilinmektedir. MS 4. Yüzyıl'ın sonlarına tekabül eden bu olay ile şehir Karya tarihinde dramatik bir iz bırakmıştır.
Tepeden aşağıdaki verimli Karpuzlu köyü ovasına bakan harabenin dikkat çekici eserleri arasında kent surları, iyi korunmuş tiyatro, birkaç kule ve en önemlisi büyük Helenistik agora sayılabilmektedir. Agora yapısı 90 metre uzunluğunda ve orijinalinde üç katlı olarak dizayn edilmiş ve ilk iki katı iyi korunmuş bir yapıdır.
MÖ 2. Yüzyıl'ın başına tarihlenen tiyatronun ayaktaki iki galerisi ve oturaklarıyla iyi korunmasına karşın yüzeyi çoğunlukla otlar ve zeytin ağaçlarıyla kaplıdır. Yaklaşık 3.400 kişilik güneye bakan tiyatro, Karpuzlu köyüyle vadinin büyüleyici manzarasını sunmaktadır.
Ek olarak tepenin zirvesinde, iki katlı Helenistik gözetleme kulesi, küçük bir tapınağın temelleri ve dört kemerle desteklenen çok iyi durumdaki Roma su kemeri görülebilmektedir.
Iassos
Iassos, güneyde Halicarnassus'tan kuzeyde Didyma'ya uzanan Iassos Akıntısı'nın (günümüzde: Güllük Akıntısı) civarında kurulmuş, pek çok devirde iskan edilmiş büyük bir antik kenttir. Önceleri bir ada yerleşkesi olan şehir zamanla ana kayaya bağlanıp yarım ada şeklini almıştır. Efsaneye göre şehir MÖ 9. ya da 8. Yüzyıl'da Argoslu (Dor) Yunanlar tarafından kolonileştirilmiştir. Ancak arkeolojik veriler şehrin Neolitik Dönem'den itibaren iskan gördüğünü ve Minos-Miken yerleşimleri açısından Küçük Asya özelinde büyük önem taşıdığını ortaya koymuştur. Günümüze dek kalan kalıntıların pek çoğu zenginliğin sonradan da devam ettiği Helenistik Dönem ve Roma/Bizans Dönemleri'ne aittir.
20. Yüzyıldaki kazılar; agora, Hadrianus ve Antoninus Pius devrine tarihlenen bouleuterion'un temelleri, şehrin koruyucu tanrıçası Artemis Astias'a adanmış ve şehirdeki en iyi korunmuş eser olma özelliğini taşıyan tapınak gibi pek çok yapının gün ışığına çıkarılmasına katkıda bulunmuştur. Agora yapısında ziyaretçileri Bizans dönemine ait pek çok mezar ve bina karşılamaktadır.
“Eski Balık Pazarı” olarak bilinen alanda bulunan Korint nizamlı, tapınak formlu,Roma Dönemi'nden kalma dikkat çekici anıt mezar, açık hava müzesi olacak şekilde MS 1995 yılında restore edilmiştir.