Orta Çağ Japonya'sında (MS 1185-1606) günlük yaşam, birçok insana göre ekmek parası kazanmak, bir aile kurmak, sağlıklı kalmak ve mümkün oldukça hayattaki daha iyi şeylerin tadını çıkarmaya çalışmakla dolu asırlar süren bir mücadeleydi. Üst sınıflar daha iyi ve daha renkli kıyafetler giyer, yabancı pahalı porselenler kullanır, Noh tiyatrosunda eğlenir ve Japonya'nın diğer bölgelerine gidebilirken; alt sınıflar sade pamukla yetinir, pirinç ile balık yer, çoğunlukla sık sık yaşanan kıtlıktan, salgın hastalıklardan ve ülkeyi mahveden iç savaşlardan kurtulmaya çalışmakla meşgul olurlardı. Orta Çağ Japonya'sının birçok kültürel özelliği, yeşil çay içmekten go oyununa, kişisel yemek çubuklarından Obon festivalinde her Temmuz ve Ağustos aylarında atalarını anmaya kadar, bugün de hala devam eder.
Toplum
Japon Orta Çağ toplumu kendi ekonomik işlevlerine dayalı sınıflara ayrılırdı. En üst kısımda samuray veya bushi sınıfı (efendi ve tebaa arasındaki feodal ilişkiye dayanan bir iç ayrım bulunuyordu), toprak sahibi aristokratlar, rahipler, çiftçiler ve köylüler (toprak sahiplerine veya devlete vergi verenler), zanaatkarlar ve tüccarlar vardı. İlginçtir ki, Orta Çağ'da tüccarlar sosyal bakımdan çiftçilerden daha aşağılık sayılıyordu. Kasaplar ve tabakçılar, kadın performans sanatçıları, cenazeciler ve suçlular gibi pis ve 'istenmeyen' mesleklerde çalışanları içeren bir dizi sosyal bakımdan dışlanmış insanlar da vardı. Özellikle dönem içinde sıklıkla meydana gelen iç savaşlar sırasında köylülerin savaşçı olması gibi sınıflar arası hareketlilikler meydana geliyordu, ancak yine de bir sınıfın üyesinin başka bir sınıfın üyesiyle evlenmesinin önünde yasal engeller bulunurdu.
TÜM JAPONLARIN TAKİP ETMESİ GEREKEN ÜÇ İLKE ŞUNLARDI: SORUMLULUK, İTAAT VE SADAKAT.
Kadınlara erkeklere verilen imtiyazlar verilmese de, itibarları ve hakları Orta Çağ boyunca değişime uğradı ve çoğunlukla kocalarının itibarına ve yaşadıkları bölgeye bağlıydı. Miras, mal varlığı, boşanma ve serbest dolaşım özgürlüğü ile ilgili hakların tümü yerine ve zamanına göre değişiklik gösterdi. Her yerde ve sınıftaki ailelerin ortak bir yöntemi de kızlarını daha yüksek itibarlı bir aileye evlendirip kendi ilişkilerinin konumunu iyileştirme amacıyla bir araç olarak kullanmaktı. Başka bir yöntem ise güçlü samurayların kendi kızlarını onlar için uygun evlilikler düzenleyerek rakip savaş beyleriyle bir ittifak sağlamlaştırma aracı olarak kullanmasıydı.
Evlilik
Evlilik, üst sınıflar arasında daha resmi bir meseleydi, kırsalda kalan topluluklarda ise işler daha rahattı, hatta yerleşik yohai geleneği veya aşıklar arasındaki 'gece ziyaretleri' sayesinde evlilik öncesi cinsel ilişkiye izin verilmişti. Antik Japonya'da evli bir adam genellikle karısının aile evinde yaşardı, fakat Orta Çağ döneminde bu olay tersine döndü. Samurayların eşleri söz konusu olduğunda, sefer gibi durumlar sebebiyle kocalarının yokluğunda evi korumaları beklenirdi ve düğünlerinde bu görevin sembolü olarak kendilerine bir bıçak armağan edilirdi. Bu kadınların çoğu dövüş becerilerine hakimdi.
Boşanma durumları her zaman bir mektup aracılığıyla evliliğini sonlandırmaya karar verebilecek erkeklerin lehineydi. Eğer çift dostane şartlarda kalırsa, karşılıklı anlaşma sağlanabiliyordu, ancak nihayetinde erkekler bu konularda karar verme gücüne sahipti. Eğer ortada bir aldatma kanıtı varsa, karısı idam bile edilebilirdi. Bir eşin herhangi bir yasal korumaya başvurma hakkı olmadığından, çoğu kadının aldatan ve şiddet gösteren kocalarından kaçmak için tek seçeneği bir manastıra katılmaktı.
Aile
Japonya'daki temel aile yapısı ebeveynleri ve onların çocuklarını, büyükanne ve büyükbabalarını, diğer kan bağı olan akrabalarını, hizmetçilerini ve onların çocuklarını kapsayan ie'den (ev) oluşuyordu. En büyük erkek çocukları genellikle ie'nin mülkünü miras alır, ancak erkek çocuklarının olmaması, ailenin reisi (koshu) olarak hareket etmesi için bir yabancının getirilmesini gerektirebilirdi - erkek çocukları genelde bu nedenle evlat edinilirdi - yine de bir kadın da bu rolü üstlenebilirdi. Koshu'nun karısı ailenin en kıdemli kadınıydı ve ev işlerinin idaresinden sorumluydu. İe'nin iyiliği herhangi bir bireyin iyiliğinden öncelikli olması gerekirdi ve hepsinin takip etmesi gereken üç ilke şunlardı: sorumluluk, itaat ve sadakat. Bu sebeple, aile içindeki tüm mülk herhangi bir bireye ait değil, tamamen ie'ye ait olarak sayılırdı. Ebeveynlerine, büyükanne ve büyükbabalarına karşı olan evlatlık görevi (oya koko) özellikle olumlu bir duyarlılık olarak yetiştirilirdi.
Eğitim
BİRÇOK VARLIKLI SAMURAY, DİN ADAMLARI VE ALİMLER TARAFINDAN ERİŞİLEBİLİR OLAN KLASİK ÇİN VE JAPON EDEBİYATI İÇERİKLİ KÜTÜPHANELER KURDULAR.
Çiftçiler ve zanaatkarların çocuklarına anne babaları tarafından yaşamları boyunca çalışarak edindikleri pratik beceriler öğretilirdi. Örgün eğitim konusunda ise, bu önceden aristokratik ailelere veya Budist manastırlarına katılanlara özgü bir ayrıcalıktı, ancak Orta Çağ'da, yükselen samuray sınıfı çocuklarını da büyük ölçüde Budist tapınaklarının sunduğu okullarda eğitmeye başladı. Yine de, okuryazar insan sayısı üst sınıflarda bile toplam nüfusun yalnızca küçük bir kısmıydı ve rahipler, seküler dünyadaki evrak işlerine yardımcı olmaları için oldukça fazla çağrılırlardı.
Erken Orta Çağ döneminde çocuklar eğitimlerini öğretmenlerden veya tapınaklar tarafından düzenlenen sınıflardan alırlardı, ancak modern anlamda en azından bir ünlü okul vardı, MS 1439 yılında samuray Uesugi Norizane tarafından kurulan ve 16. yüzyılın ortalarında 3000 kişiye ulaşan Ashikaga Okulu. Burada çocuklar her savaşçının yüreğinde olan iki dersi öğrenirlerdi: Askeri Strateji ve Konfüçyüs Felsefesi. Birçok varlıklı samuray, din adamları ve alimler tarafından erişilebilir olan klasik Çin ve Japon edebiyatı içerikli kütüphaneler kurdular ve bunlar Edo döneminde (MS 1603-1868) sık sık önemli öğrenim merkezleri haline geldi. Bunun ünlü örneklerinden birisi ise Hojo Sanetoki tarafından MS 1275 yılında kurulan Kanazawa Kütüphanesi idi. Diğer bir eğitim kaynağı da Hristiyan misyonerler tarafından MS 16. yüzyılda kurulan okullardı.
Alışveriş
Japonya'da MS 14. yüzyıldan itibaren pazarlar gelişmiştir, öyle ki çoğu şehirde tüccarların kendi bölgelerinde dolaştığı ve çiftçilerin fazla mallarını sattığı haftalık veya ayda üç kez kurulan pazarlar vardı. Artan tarım teknikleri ve araçları sayesinde gıda maddelerine erişim her zamankinden daha kolaydı. Mallar diğer mallarla takas edildi ve madeni paralar (Her ne kadar Çin'den ithal edilse de) gittikçe daha fazla kullanılmaya başlandı. Pazarlar, para birimleri, ağırlıklar ve ölçüleri standartlaştırarak bir vergi geliri kaynağı edinilebileceğini gören yerel otoriteler tarafından teşvik edildi. Yerel pazarlarda bulunan gıda dışı ürünler arasında çanak çömlek, araç gereçler, mutfak eşyaları ve ev mobilyaları yer alırdı. Başkentteki ve diğer büyük şehirlerdeki pazarlarda Ming porseleni, Çin ipeği, Kore pamuğu ve ginsengi, Tayland ve Endonezya'dan gelen baharatlar veya Japon yapımı mücevherler ve silahlar gibi daha egzotik ürünler satılabilirdi
Yeme Alışkanlıkları
Orta Çağ'da çoğu üst sınıf Japon ve keşiş günde iki öğün yemek yerdi - biri öğlen, diğeri ise akşamın erken saatlerindeydi. Alt sınıflar günde dört öğün yemek yiyebilirdi. Erkekler genellikle kadınlardan ayrı yerdi ve bir kadının kocasına hizmet etmesi ile evin en büyük gelininin evin kadın reisine hizmet etmesi gibi belirli görgü kuralları vardı. Yemekler, yerde oturan kişinin önüne konulan bir tepsiyle servis edilirdi. Sonrasında lake ahşap, değerli metaller veya fildişinden yapılan yemek çubukları ile yenilirdi.
Budizmin aristokrasi üzerindeki etkisi çok güçlüydü ve bu çoğunlukla et yemenin (en azından alelen) uygun bulunmadığı anlamına gelirdi. Samuraylar ve alt sınıfların böyle bir çekincesi yoktu ve güçleri yettikçe et tüketirlerdi. Genellikle insanlar için temel gıda maddeleri pirinç (aşırı miktarda - öyle ki birisi için bir öğünde üç porsiyon yemek sıradışı bir durum değildi), sebze, yosun, deniz ürünleri ve meyvelerdi. Soya fasulyesi sosu ve ezmesi, aynı vasabi (bir çeşit bayır turpu), sansho (dikenli dişbudak ağacının öğütülmüş tohumları) ve zencefil gibi yemeğe ekstra tat vermek için kullanılan popüler seçeneklerdendi. Genellikle yemekten sonra yeşil çay servis edilirdi, ancak bu çaylar Japon Çay Seremonilerinde kullanılan ince toz şeklinden farklı olarak sert yaprak şeklinde kaynatılırdı. Sake, diğer adıyla pirinç şarabı, herkes tarafından kullanılan bir içkiydi ancak Orta Çağ döneminde özel günler için kullanılmaya başlandı.
Giyim
Üst sınıftan kadınlar Japon kültürünün belki de en ünlü gardırop eşyası olan kimonoyu giyerlerdi. 'giyilecek şey' anlamına gelen kimono, belden geniş bir bant veya obi ile bağlanan dokuma ipek bir giysidir. Hem erkekler hem varlıklı kadınlar için giysiler ipek, uzun ve bol kesim olma eğilimindeydi, her ikisi için de bol pantolon giyebilir ayrıca kadınlar etek pantolon da giyebilirdi. Kadınlar uchiki adı verilen uzun bir elbise giyerken, erkekler ise haori adı verilen kısa ceketleri veya Muromachi döneminde (MS 1333-1573) moda olan uzun ceketleri (uchikake veya kaidori) giyerlerdi. Azuchi-Momoyama döneminde (MS 1568/73-1600) erkekler, özellikle samuraylar, genellikle kolsuz kıyafetin altına kamishomo adı verilen pantalonlar giyerlerdi. İnce kıyafetler Edo döneminde daha ayrıntılı hale gelecek olan bitki, çiçek, kuş ve manzara desenleriyle güzelce işlenirdi.
Alt sınıflar tipik olarak benzer ancak daha sade renkli ve keten ya da kenevirden dokunmuş giysiler giyerlerdi, yazın tarlada çalışırken ise hem kadınlar hem de erkekler peştamal tipi giysiler dışında bir şey giymezlerdi. MS 14. yüzyılın sonlarından itibaren pamuklu giysiler tüm sınıflar için çok daha yaygın hale geldi. Ayaklarına ya tahta ve halat ya da deriden yapılan sandaletler (zori) giymeyi tercih ederlerdi. Daha soğuk havalarda ise hasır çizme (zunbe) giyerlerdi. En yaygın şapka türü bir çok formu bulunan ve hasırdan yapılan kasa idi, hatta bazıları giyen kişinin statüsünü gösterirdi.
Bir statü sembolü haline gelen el yelpazesi (uchiwa) ve özellikle katlanır yelpaze (ogi) hem kadınlar hem de erkekler için popüler bir aksesuardı. Kadınlar saçlarına bambu, tahta, fildişi veya kaplumbağa kabuğundan yapılmış bazen de altın veya incilerle süslenmiş taraklar ya da tokalar takarlardı. Hem erkekler hem de kadınlar için de beyaz ten arzu edilen bir şeydi, bu yüzden beyaz pudra (oshiroi) kullanılırdı. Şık kadınlar çiçek bazlı bir macunla veya kırmızı bir rujla (beni) alt dudaklarına nokta koyarlardı. Aynı zamanda kaşlarını alıp yeniden çizerlerdi. Bu dönemde kadınlar ve samuraylar ohaguro olarak bilinen bir işlemle dişlerini karartmaya meyillilerdi. Dövmeler MS 18. yüzyılda moda olsa da, Orta Çağ'da suçlulara karşı bir ceza olarak kullanılırdı - suçu herkesin görmesi için yüzüne ve kollarına yazılırdı.
Eğlence
Orta Çağ eğlenceleri Edo döneminden itibaren kendi alanında daha geniş bir cazibe kazanmadan önce Şinto tapınaklarında yapılan sumo güreşlerini içerirdi. Doğancılık, balıkçılık, horoz dövüştürücülüğü, bir daire içinde oyuncuların topu havada tutmasını gerektiren bir çeşit futbol oyunu (kemari), hentbol (temari), tahta raketler kullanılan badminton (hanetsuki) ve dövüş sanatları (özellikle at biniciliği, eskrim ve okçuluk içerenler) o zamanlar oldukça popüler uğraşlardı. İç mekan oyunları arasında en popüler iki masa oyunu go ve shogi idi. Go oyunu iki oyuncunun kareli bir tahta üzerinde belirli bir alanı kontrol etmek amacıyla beyaz veya siyah taşları hareket ettirdiği bir oyunken, shogi bir çeşit satrançtı. Batıdaki muadillerinden çok farklı olsa da, üzerinde şiirler (karuta) veya çiçek ve hayvanlar (hanafuda) bulunan iki popüler deste ile beraber kart oyunları da oynanırdı. Kumar, sık sık kart oyunlarıyla ilişkilendirilirdi. MS 14. yüzyıldan itibaren, maskeli aktörlerin müzik eşliğinde stilize edilmiş hareketler sergilediği, kutlu tanrılar ve kahramanların hikayelerini anlattığı Noh tiyatrosu da başka bir eğlence biçimiydi. Çocuklar topaçlar, oyuncak bebekler ve uçurtmalar gibi başka yerlerde popüler olan geleneksel oyuncaklarla oynarlardı.
Seyahatler
Japonya'nın dağlık arazileri ve bakımlı yol ağı eksikliğinden dolayı Orta Çağ'da seyahat sınırlıydı. Her ne kadar bu durum pahalı seyahat ajanslarına para verebilen ve buna zamanı olanlarla sınırlı olsa da, bu şekilde seyahat edebilen bir grup ise hacılardı. Rahip Kukai (MS 774-835) tarafından düzenlenen 88 tapınaklık tur ve Bodhisattva Kannon'a tapanların katlanmaya teşvik edildiği 33 tapınaklık tur gibi belirli hac rotaları vardı. Edo dönemine kadar seyahat çoğunlukla yaya olarak yapılırdı, at veya öküzlerden oluşan gruplar malların taşındığı arabaları çekerken, haberciler daha hızlı atlara binerlerdi. Su yolları, hem insanları hem de özellikle kereste, pamuklu kumaş, pirinç ve balık gibi malları taşımak için önemli bir araçtı. Zenginler bir tahtırevan (kago) - uzun bir direğin her iki ucunda bir tane olmak üzere iki taşıyıcının olduğu ve arasında bir bambu veya tahta sandalye bulunan araç - ile taşınırdı. Daha maceracı insanlar için hem Çin hem de Kore ile deniz ticareti vardı ve özellikle keşişler fikirleri incelemek ve manastırlarına götürmek için sıklıkla gidip gelirlerdi. Hem haydutlar hem de denizlere musallat olan wako korsanları sayesinde Orta Çağ boyunca deniz ve kara seyahatleri tehlikeli kalmaya devam etmiştir.
Ölüm ve Cenaze Merasimleri
Aynı bugün Japonların dünyada en uzun yaşam beklentisi oranlarına sahip olması gibi, Orta Çağ'da da bu konuda herkesin önündelerdi. Örneğin Batı Avrupa'da en fazla 40 yıl olan ortalama yaşam beklentisi Japonya'da (en iyi yer ve dönemde) 50 civarındaydı. Kıtlık, pirinç ağırlıklı diyetten dolayı oluşan vitamin eksikliği, çiçek ve cüzzam gibi hastalıklar, atık bertarafının yetersiz olduğu yerlerde gelişen parazitlerin neden olduğu hastalıklar ve savaşlardan kaynaklanan yaralanma ve ölüm riski gibi kaçınılması veya üstesinden gelinmesi gereken zorluklar devam etti. Orta Çağ'da ölülere uygulanan en yaygın muamele ise ölü yakma (kaso) idi.
Birisi öldüğünde çoğu Japon, merhumun ruhunun 'Karanlıklar Diyarı' veya shigo no sekai'ye gittiğini düşünürdü. Bu ruhların zaman zaman yaşayanların dünyasını yeniden ziyaret ettiğine de inanırlardı. Budizm'i takip edenler insanların ya bir tür cehenneme gittiğini ya reenkarne olduğunu ya da Budist Cennetine yani Saf Toprak'a gittiğine inanırlardı. Atalarını unutmayıp her yıl Temmuz veya Ağustos aylarında düzenlenen Bon festivallerinde üç günlük bir ziyaret ile ailelerine döndükleri düşünülerek onları onurlandırırlardı.
This content was made possible with generous support from the Great Britain Sasakawa Foundation.