İngiliz tarihçi Edward Gibbon (1737-1794), 1776 ile 1788 yılları arasında Roma İmparatorluğunun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi adlı ufuk açıcı eserini kaleme aldı ve neşretti. Gibbon'ın altı ciltlik eserinin hakim teması Roma İmparatorluğu'nun çöküşünün Roma halkı ve siyaseti üzerindeki negatif tesirleri ile Hıristiyanlığın yükselişi yüzünden olmasıdır.
Edward Gibbon
İstikbalin tarihçisi Edward Gibbon, 1737'de İngiltere'de doğdu. Yine Edward Gibbon adındaki babası, Cambridge'deki Emmanuel College'da eğitim gördü ve Avam Kamarası'nda vazife yaptı. Gibbon'ın annesi Judith 1747'de vefat etti. Her iki ebeveyn tarafından da ihmal edilen Gibbon, ona okuma sevgisini aşılayan bir teyzesi tarafından büyütüldü. Bir sıra öğretmen tarafından tahsil gördükten sonra Ocak 1748'de Westminster College'a girdi. Ancak iki yıl sonra hastalık sebebiyle ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Sonunda iyileşti ve Oxford'daki Magdalen Koleji'ne 1752'de bir Centilmen Halk Azası olarak girdi. Bir dereceye kadar cehalete ve bilgi birikimine sahip olarak tanımlanan Gibbon, okulu akademik misyonuna kayıtsız ve peşin hüküm limanına batmış bir üniversite olarak gördü.
Oğlunun tahsilinin kalitesinden endişe duyan yaşlı Gibbon, onu Oxford'dan aldı ve Kalvinist nazır M. Daniel Pavillidad'ın yanında çalışması için İsviçre'deki Lozan'a gönderdi. Gibbon'ın babası, genç, tembel Gibbon Roma Katolikliğinin tesiri altına girdiğinde endişelenmeye başlamıştı. O zamanlar talimatnameler Roma Katoliklerine karşı tam olarak yürürlükte kalmıştı. Gibbon, Lozan'da Protestanlığa geri döndü ve klasik ve 'modern' edebiyatı okuma yoluna girdi. Siyasi görüşlerinden mütevellit Fransa'dan sürgünde yaşayan Fransız filozof ve Candide'in yazarı Voltaire ile tanıştı. Voltaire'in partilerine ve tiyatro performanslarına sık sık misafir olan Gibbon, Voltaire'e edebi şöhretinin vücut bulmuş hali için hayranlık duyuyordu.
1759'da İngiltere'ye dönerek, babasının yanında South Hampshire milislerinde vazife yaptı. O esnalarda, genç yazar çeşitli mevzularda yazılar kaleme almaya başladı - yazılarının ekseriyeti Fransızcaydı -. Gibbon, pederinin nimetiyle ile 1763 yılının Ocak ayında tekrar İngiltere'den Paris'e gitti ve bir 'edebiyatçı' olarak şehrin önde gelen filozofları Helvetius ve d'Holbach ile münasebet kurmaya başladı. Lozan'a döndüğünde Voltaire ile tekrar tanıştı.
Daha sonra Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'i ziyaret ederek İtalya'ya gitti. Roma İmparatorluğu'nun çöküşü üzerine yazmayı ilk defa bu esnalarda düşündü. Turun genç yazar üzerinde mühim bir tesiri oldu ve babasına siyasi bir şekil olarak imparatorlukların düşmanı ama milletlerin hürriyetinin dostu olduğunu yazdı. 1768'de Kıta Avrupası'ndan ayrıldı ve İngiltere'ye döndü ve burada Avam Kamarası'nın yanı sıra milislerde hizmet vermeye devam etti. İskoç filozof David Hume ile yaptığı bir görüşme esnasında, tarihini Fransızca değil İngilizce yazması için teşvik edildi.
Neşredilme
Gibbon'ın çok ciltli tarihi üç ayrı kısımdan oluşuyordu:
- Roma İmparatoru Trajan (MS 98-117)'dan Batı Roma İmparatorluğu'nun düşüşüne kadar
- Bizans İmparatoru I. Justinianus'tan (527-565) Kutsal Roma İmparatoru Charlemagne'a (800-814) kadar
- 9. yüzyıldan 1453: İstanbul'un Fethi'ne.
1776 yılının Şubat ayında, Roma İmparatorluğunun Gerileyiş ve Çöküşü'nün ilk cildi yayınlandı; iyi karşılandı. Gelecekteki baskılar daha sonra 1776, 1777 ve 1781 Haziran'larında geldi. Tabii ki, kısa süre sonra halka açık saldırılar izledi. Penguin History'nin editörü David Womersley'e göre Gibbon, "Yüksek Kilise dogmacılarından muhaliflere kadar her nev'iden dini görüşü rahatsız etmeyi" başarmıştı (xix). Hem kafirler tarafından geç antik çağlardan beri Hristiyanlığa karşı düzelenen tanıdık argümanları tekrar ifade ettiği hem de tarihi kayıtları manipüle ettiği için tenkit edildi.
İkinci ve üçüncü ciltler, ilkinden daha az coşkuyla karşılandı. Muvaffak bir yazar olan Gibbon, tesadüfen Fransız İhtilali esnasında Lozan'a dönmeye karar verdi; Fransa'daki hadiseler onu mutedil bir şekilde cesaretlendirdi, ancak ihtilal ilerledikçe, onun şiddetli karakteri sebebiyle cesareti kırıldı. İngiltere'ye dönen tarihçi 16 Ocak 1794'te öldü.
Çağdaşlarının çoğuna göre o, "İngiliz Voltaire" idi. Bu, onun Hıristiyanlığa ve onun felsefi tarihine - daha seküler, daha az kahramanca ve ilahi takdire daha az bağımlı bir tarih nev'i - karşı düşmanlığına bir referanstı. Antiquity adlı kitabında Norman F. Cantor'a göre Gibbon, tarihçilerin Roma antik çağının gerilemesinin sebepleri üzerinde kafa yormasına yol açan bir kitap yazdı. Cantor, Gibbon'ın iddia ettiği gibi, bunun hem içeriden hem de dışarıdan, yani barbarlardan gelen bir taarruz olduğunu söyledi.
Hakim Temalar
Gibbon, Romalıların yaklaşan tehlikeden ve hasımlarının sayısından habersiz olduğuna inanıyordu. Barbarlardan gelen harici tehdidi anladı ve "Soğuk, yoksulluk ve tehlike ve yorgunlukla dolu bir hayat, Barbarların kuvvet ve cesaretini güçlendirir" (440) diye yazdı. Hıristiyanlığın barbarlara "cennetin kapılarını açtığını" ve onların ahlaki ve siyasi vaziyetlerinde mühim bir değişiklik getirdiğini sözlerine ilave etti.
Yıkılışının hikayesi basit ve açık ve Roma İmparatorluğu'nun neden yıkıldığını sormak yerine, bu kadar uzun süre ayakta kalmış olmasına şaşırmalıyız. (436)
Gibbon, şehir Roma'nın yükselişinin "bir imparatorluğa dönüştüğünü" ve gerilemesinin "aşırı büyüklüğün tabii ve kaçınılmaz tesiri olduğunu" yazdı (435). "Refah, çürüme prensibini kemale erdirdi; fetih boyutuyla beraber dikkat dağınıklığının sebebi çoğaldı" diye ilave etti (435). Bu iddiaya karşı çıkmak için tarihçiler, düşen sadece Batı Roma İmparatorluğu iken, Doğu Roma İmparatorluğu'nun hayatta kaldığına işaret ediyordu. Doğu'daki imparatorluk ve Konstantinopolis'in kuruluşu, Batı'nın yıkımı olmaktan ziyade kendi korunmasına katkıda bulundu. Roma'nın çöküşünün Doğu'nun yükselişiyle hiçbir alakası yoktu - hükümetin selahiyetlerini ortadan kaldırılmak yerine bölünmüştü.
Gibbon'ın imparatorluğun düşüşüne dair analizinin merkezinde elbette din vardı. O şöyle yazdı:
Hristiyanlığın inkişafı ve tesisine dair samimi ama akılcı bir tahkikat, Roma imparatorluğu tarihinin çok mühim bir parçası olarak kabul edilebilir. Büyük beden açık şiddetle istila edilirken yahut da yavaş yavaş çürümeyle altı oyulurken, saf ve alçakgönüllü bir din, nazikçe insanların zihinlerine sızdı ... (121)
Gibbon'ı şüpheci olarak değerlendiren Cantor, "Roma cemiyeti normal şekilde işliyor olsaydı, Kilise kültürünün bu kadar büyük bir menfi tesiri olamazdı" diyerek "Kilise suçludur" iddiasını reddetti (Cantor, 44). Gerilemenin kültürel bir sebebi olduğunu, ancak bunun ne halk ruhunun yozlaşması ne de Hıristiyanlık olduğunu ilave etti. Gibbon, imparatorluğun Hıristiyanlaşmasının, Roma ordusunun savaşçı ruhunu bastıran pasifist kimliği nedeniyle çok mühim bir an olduğuna inanıyordu. Bilhassa Konstantin'in Hıristiyanlığı kabul etmesine ve Roma'nın ideolojik yapısının parçalanmaya başladığı bir 'kültür ihtilali'nin patlak vermesine işaret ediyor:
Cemiyetin aktif faziletleri tasfiye edildi ve askeri ruhun son bakiyeleri manastıra gömüldü ... İnanç, şevk merakı ve daha dünyevi kötülük ve hırs tutkuları, teolojik ahenksizliğin alevini alevlendirdi. (437)
Mamafih daha sonraki tarihçilere göre, Geç Antik Çağ'da dinin ehemmiyetini abartmıştır. Peter Heather, The Fall of the Roman Empire adlı eserinde, Gibbon'ın Hıristiyanlığın imparatorluk üzerinde zararlı bir tesiri olduğu iddiasında ikna edici olmadığını müdafaa eder. Heather, Hıristiyanlığın böyle bir kriz yaratması için hiçbir sebep olmadığına inanıyordu. Augustus'un zamanından beri (MÖ 27'den MS 14'e değin), baş tanrılar Roma'nın dünyayı fethedeceğini ve medenileştireceğini tahmin ettiler. Bunlar aynı şekilde imparatorlara da ilham kaynağı oldular. Konstantin'in Hıristiyanlığa ihtidasından bu yana, devletin bir ilahla münasebeti şaşırtıcı bir şekilde yeniden düzenlendi. Baş tanrı artık bir Hıristiyan tanrısıydı.
Ehemmiyet & Tenkit
Tarihçiler, Gibbon'ın iddiaları üzerinde uzun süredir münakaşa ediyorlar ve hem tarihin hem de yazarının uzun vadeli tesirleri hususunda büyük farklılıklar gösteriyorlar. Gillian Clark, Late Antiquity adlı kitabında, "Roma, bir imparatorluğun gerileyiş ve çöküşünün harika bir misalidir" diye yazmıştır (6). Ve Gibbon, bu konsepti çok tanıdık hale getirdi. Bazı tarihçileri ayıran faktörlerden biri, Gibbon'ın yazdığı zamanın tesiridir. Tarihçi Mary Beard'ın SPQR adlı kitabına göre Gibbon, eski deliller hakkında yeni bir düşünme şekli getirdi. Bunun "İngilizce konuşulan dünyada Roma tarihinin modern araştırmasını başlatan kendine münhasır tarihi bir tecrübe" olduğunu ilave etti (16). O, "tarihçilerin tereddüt etmeden yargılarda bulundukları ve Roma dünyasının yaşamak için kendi dünyalarından daha iyi bir yer olabileceğine inanmaya hazır oldukları bir çağ" olduğuna inanıyordu (431).
Beard'ın aksine Barry Strauss, Ten Caesars'ında Gibbon'a ve 18. yüzyıldan Roma'ya bakan penceresine daha tenkitçi bir bakış açısına sahipti. Gibbon'ın İmparator Septimius Severus'a (193-211) dair zayıf değerlendirmesiyle alakalı olarak, tarihçinin Aydınlanma Çağı'nda yazan, sonradan görmelere ve yabancılara çok az sempati duyan bir züppe olduğunu söyledi. Bununla berabere, Aydınlanma'ya daha yakından bakmak, Gibbon'ın görüşlerinin kökenlerini anlamaya yardımcı olabilir. Aydınlanma Çağı, 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa entelektüel ve felsefi düşüncesine hakim oldu ve insan zihnini ve aklını vurguladı. John Locke, Voltaire, Jean-Jacques Rousseau ve Montesquieu'nun zamanıydı. Gibbon üzerinde büyük tesiri olan Fransız filozoflar, insan aklının ilerlemesinin, insan gayretinin her sahasında inkişafıyla serbest bırakacağına inanıyorlardı. Başlıca hedefleri Katolik Kilisesi idi.
Bununla beraber, birçok tarihçi için Gibbon'ın yazdığı zaman, hem düşünmesi hem de yazması için çok mühimdi. Pax Romana'sında Adrian Goldsworthy, Gibbon'un Roma İmparatorluğu'nun "erdem ve bilgeliğin rehberliğinde mutlak güç tarafından idare edildiğini" iddia ettiği Gerileyiş ve Çöküş'ten bir satır iktibas etti. Goldsworthy, bu görüşün cömert olduğuna inanıyordu ve ana temasının - imparatorluğun gerileyiş ve çöküşünün izini sürmek - ve 18. asır perspektifinden o kadar da mantıksız olmayan ehemmiyetini pekiştiriyordu. Gibbon'ın zamanındaki Avrupa'nın büyük ve küçük krallıklar arasında bölündüğünü, güç için rekabet ettiğini ve umumiyetle savaş halinde olduğunu, ancak Roma'nın "aynı sofistike Greko-Romen kültürünü paylaşarak" bu bölgeyi fethettiğini ilave etti (9).
Gibbon'ın gözünde İmparatorluk hakkındaki her şey korkunç değildi. İmparatorluğun düşüşünden önceki dönemi tenkit ederken, 2. yüzyıl imparatorlarına büyük övgüler yağdırdı. Hem Beard hem de Goldsworthy, Gibbon'ın methiyesini aktardı:
"İnsan ırkının tarihinde insan ırkının halinin en mesut ve müreffeh olduğu devri belirlemesi için bir adam çağrılsaydı, hiç tereddüt etmeden Domitian'ın ölümünden Commodus'un tahta çıkışına değin geçen müddeti isimlendirirdi." (Beard, 401)
Beş iyi imparatorun devri olan Pax Romana'nın zamanıydı: Nerva, Trajan, Hadrian, Antonius Pius ve Marcus Aurelius. Gibbon'a göre hepsi büyük saygı görüyordu. Gibbon'dan da iktibas yapan Strauss, bu müddet zarfında imparatorluğun zirvesinde olduğunu ve 1776'da yazarken Gibbon'un bir noktaya temas ettiğini kabul etti ve yazdı.
Tarihçiler, batıdaki imparatorluğun gerileyiş ve çöküşünün dış ve iç faktörlerden kaynaklandığı konusunda hemfikirdir:
- şehrin çürümesi - vergilerden elde edilen gelirin azalması, aşırı nüfustan, zayıf ve mebzul liderlikten, yüksek işsizlikten ve salgın hastalıklar
- barbarların akını - ekseriyeti Hıristiyan olmasına rağmen.
Gibbon bu faktörleri inkar etmese de, imparatorluğun gerilemesinden ve çöküşünden Hıristiyanlığı mesul tutma hususunda tamamen yalnızdır.