Veni, vidi, vici! Romalı komutan Jül Sezar'ın Pontus Kralı Farnakis'e karşı doğuda kazandığı büyük zaferin ardından Roma'daki Senato'ya gönderdiği basit mesajdı bu - hem kibri hem de büyük askeri yeteneğini gösteren bir mesaj. "Geldim, gördüm, fethettim!" aynı zamanda Roma Cumhuriyeti'nin lideri olarak geleceğini de simgeliyordu. Başlangıçta hem askeri becerileri hem de liderlik yeteneği nedeniyle övülse de, yavaş yavaş Senato'nun içindeki ve dışındaki pek çok kişinin korkuya kapılmasına neden olmuştu. Sonunda bir suikast planı devreye girdi; dostlar kısa sürede düşman oldu ve diktatör vahşi bir şekilde öldürüldü.
Askeri Başarı ve Reformlar
Jül Sezar Roma'ya zaferle dönmüş ve bir kahraman olarak selamlanmıştı. Romalı bir general olarak görev yaptığı süre boyunca, elli önemli savaşta yaklaşık iki milyon kişiyi öldürdüğünü iddia ediyordu. Roma vatandaşları tarafından sevilse de, Roma Senatosu'nda, özellikle de eski seçkinlerden Optimates mensupları arasında birçok yönden endişeye neden oluyordu. Yakında ömür boyu diktatör (dictator perpetuo) olarak ilan edilecek olan bu adam, askeri komutan olarak sahip olduğu beceriyi Cumhuriyet'e liderlik etme yeteneğine dönüştürdü. Roma halkının ihtiyacını görerek ve onları gerçekten sevdiğini göstererek bir dizi önemli ve gerekli reformu karara bağladı - bu reformlar onu Roma vatandaşlarına daha da sevdirdi. Ordusuna her zaman sadık olan imparatorun ilk icraatlarından biri gazilere toprak vermek oldu. Ardından kent yoksullarına tahıl dağıttı ve aynı yoksulları Anadolu, Yunanistan ve Kuzey Afrika'da yeni edinilen kolonilere taşımayı planladı. Eyalet valilerinin görev sürelerini sınırlandırırken Senato'nun büyüklüğünü artırdı. Bugün hala kullanılmakta olan yeni bir takvim oluşturdu ve eğlence olarak hem gladyatör oyunları hem de ziyafetler düzenledi. Roma şehri şiddet ve yolsuzluktan muzdaripti, üstelik yüksek işsizlikle de boğuşuyordu. Sezar sadece kamusal çalışma projeleri aracılığıyla istihdam sağlamakla kalmadı, aynı zamanda tehlikeli şehir sokaklarını da temizledi. Hatta bir halk kütüphanesi bile açtı.
Bu reformlar onu halk arasında popüler hale getirirken, birçok düşmanını ve hatta bazı dostlarını paniğe sürükledi. Bu adamlara göre çok sevdikleri cumhuriyet artık yoktu, özellikle de Sezar'ın M.Ö. 44 Şubat'ında tamamen anayasaya aykırı bir şekilde ömür boyu diktatör ilan edilmesinden sonra. Roma hızla bir tiran adayının kontrolü altına girerken, artık söz sahibi olmadıklarına inanıyorlardı. Sezar'ın aşırı kibri ve kendini beğenmişliği (örneğin kelleşen başı konusunda çok hassastı) Roma Senatosu'ndaki pek çok kişiyi rahatsız ediyordu. Bu kibir en çok, Romalı komutan Gnaeus Pompey'i Yunanistan'da mağlup ettikten sonra şehre zaferle döndüğünde ortaya çıkmıştı. Sezar zafer giysileri ve defneden bir taçla süslenmiş olarak - ki bu birçok kişi tarafından gereksiz görülmüştü - atını şehre sürdü. Doğudaki savaşlar yabancılara karşı yapılmıştı, ancak Yunanistan'daki zafer, birçok kişinin kendi oğulları ve kızları olarak gördükleri kişilerin ölümüne sebep oldu. Tribünlerden Pontus Aquila, Sezar geçerken ayağa kalkmayı bile reddetti - bu, muzaffer kahramanı çok kızdırmıştı.
Sezar'ın Onurlandırılması ve Hissedilen Kibri
Bazılarının tepkisine rağmen kendisine sayısız onur nişanı takdim edildi: kurtarıcı ve imparator unvanları verildi; doğum günü resmi tatil ilan edildi; doğduğu ay olan Quinctilis'in adı onuruna Jül (Temmuz) olarak değiştirildi; ve son olarak, hem ülkenin babası hem de on yıl boyunca konsül olarak seçildi. Tüm tören alaylarında Sezar'ın fildişinden bir heykeli Roma tanrılarının heykellerinin yanında taşınacaktı ve tüm bunlara Sezar itiraz etmiyordu. Zaman geçtikçe bu kibir daha da belirgin hale geldi: Senato'ya katılırken özel olarak yapılmış altın bir sandalyede eski Roma krallarının mor giysileriyle oturuyor, çoğu zaman kendisine yaklaşan herhangi bir üyeye saygıdan ayağa kalkmayı reddediyordu. Dahası, Quirinale Tepesi'nde özel bir saray inşa ettirmişti. Onu en iyi tanıyanlar bile muhakeme yeteneğini kaybettiğine inanmaya başladılar - arkadaşları bunun aşırı çalışma, yorgunluk ve epilepsi rahatsızlığından kaynaklandığını söylüyorlardı.
Etrafındakiler onun kibri yüzünden acı çekse de, diğerleri fatih kahramanın bir hükümdardan çok ilahi bir figür haline geldiğine inanıyordu ki bu da birçok geleneksel Roma inancıyla taban tabana zıttı. Bir imparatorluk kültü kavramının henüz birkaç yıl sonra ortaya çıkacağı da unutulmamalıdır. Düşmanların yanı sıra dostların arasında da giderek artan bir düşmanlık duygusu vardı ki, Senato'nun kendilerine küfür gibi görünen bu duruma neden izin verildiğini sorguluyorlardı. Sezar gerçekten de bu övgüyü hak ettiğine inanmış mıydı? Pek çok kişiye göre, artık hem Roma halkına hem de Senato'ya karşı hesap vermek zorunluluğu kalmamıştı ve bir yöneticiden çok bir kral gibi görünüyordu.
Sezar'ın bu artan özgüven duygusu en belirgin şekilde her yıl Şubat ayında düzenlenen Lupercalia festivalinde görüldü. Romalı komutan ve Sezar'a daima sadık olan Mark Antonius, her zamanki mor kaftanıyla süslenmiş "kral" altın tahtında otururken, Sezar'ın başına defne dalından bir taç takmaya çalışmış, ancak Sezar bu jesti reddederek tacı itmiş ve Romalıların kralının yalnızca Jüpiter olduğunu söylemiştir. Ne yazık ki herkes onun bu eyleminde samimi olduğunu düşünmüyordu. Hatta pek çok kişi tüm olayı onun kurguladığına inanıyordu. Sezar kendisini gerçekten kral olarak görse de görmese de, bu unvanla anılmayı her zaman reddetmiştir. Romalı hatip ve yazar Cicero - Pompey'i desteklemiş ve Sezar'dan hoşlanmamasıyla tanınan bir kişi - bu olayların Roma için sonun başlangıcı olduğunu söylüyordu.
Suikast Planı Ortaya Çıkıyor
Cumhuriyeti bu müstakbel kraldan kurtarmanın zamanı gelmişti ve böylece bir kumpas fikri doğdu. Ancak Sezar'ı devirmek için değil, öldürmek için kurulan bu kumpas tehlikeli bir görevdi. Başarısız olurlarsa hain olarak damgalanacaklarını bile bile, Roma Cumhuriyeti'nin ömür boyu diktatörünü öldürmeyi planlamaya kim cesaret edebilirdi? Tabii ki Sezar'ın eski düşmanları - hem yüksek makam hem de çıkar peşinde koşan Pompey'in dostları ve destekçileri - vardı. Bunun yanında, pek çok kişinin Sezar'ın dostu olduğunu düşündüğü, sadakatleri için ödüllendirilmekle birlikte politikalarının çoğundan, özellikle de eski, muhafazakâr Optimates'i devirmekteki tereddütlerinden hoşlanmayan insanlar vardı. Dahası, Pompey'in destekçileriyle barış yapma girişimlerini de onaylamıyorlardı. Ve son olarak, Cumhuriyete ve onun eski geleneklerine saygı duyan idealistler vardı. Tek tek nedenleri farklıydı ama hep birlikte cumhuriyetin kurtuluşunun Sezar'ın ölümüne bağlı olduğuna inanıyorlardı.
Elebaşlar
Komplonun önde gelen dört adamı hem dost hem de düşmanlardan oluşan sıradışı bir birleşimdi. İlk iki adam Sezar'a hizmetlerinden dolayı yeterince ödüllendirilmediklerine inanıyordu: Gaius Trevonius imparator vekili ve konsül olarak görev yapmış ve Sezar'la birlikte savaşmıştı; Desimus Cunius Brütüs Albinos ise Galya valisiydi ve Galyalılara karşı zaferler kazanmıştı. Sonraki iki komplocu açıkça Sezar'ın dostu değildi: Hem Krassus hem de Pompey'e deniz komutanı olarak hizmet etmiş olan ve bazılarının komployu tasarladığına inandığı Gaius Cassius Longinus (Sezar kesinlikle ona güvenmiyordu) ve son olarak, Pompey'e de hizmet etmiş olan ve Cassius'un kayınbiraderi olan açgözlü ve kibirli Marcus Junius Brütüs.
Brütüs, Sezar'ın metresi Servilia'nın oğluydu (bazıları yanlış bir kanıyla onun Sezar'ın oğlu olduğuna inanmıştı) ve Romalı hatip Cato'nun kızı Portia ile evliydi. Pompey'in güçlü bir destekçisi ve Sezar'ın açık sözlü bir eleştirmeni olan Marcus Porcius Cato (ya da Genç Cato) MÖ 46'da Kuzey Afrika'dayken intihar etmişti. Komutan Thapsus'ta kazandığı zaferden sonra Sezar'a teslim olmayı reddetmişti. Cato'nun ölümünden sonra hem Cicero hem de Brütüs ölen Romalı için övgü dolu methiyeler yazdılar. Cicero'ya göre Cato Roma erdeminin zirvesiydi ve bu Sezar'ı kızdıran bir ifadeydi. Tüm bunlara rağmen, Sezar Brütüs'e inandı, onu affetti ve konsüllüğe giden yolda bir basamak olan praetorluk pozisyonu için onu destekledi. Elbette başka suikastçiler de vardı: Sezar'a karşı ilk darbeyi vuracak olan tribün üyesi Publius Servilius Casca; diktatörün kaburgalarına son darbeyi vurduğu varsayılan Gaius Servilius Casca (kardeşi); ve son olarak, saldırının başladığını işaret eden Bitinya valisi Lucius Tillius Cimber. Bu adamlara göre güç, ne pahasına olursa olsun Sezar'dan alınmalı ve Roma Senatosu'na geri verilmeliydi.
Plan
Brütüs, Sezar'ın suikastı için önemli bir destek bulunduğuna inanıyordu. Bu adamlar yakalanmamak için küçük gruplar halinde gizlice bir araya geldiler. Suikastçilerin şansına, Sezar M.Ö. 45 yılının Ekim ayında, kimsenin kendisine saldırmaya cesaret edemeyeceğini düşünerek İspanyol korumasını görevden almıştı. Suikastçiler, Sezar ordusunu Partlara karşı üç yıl sürecek bir sefere çıkarma planları yaparken ve 18 Mart'ta yola çıkarken, saldırının çabuk ve hızlı olması gerektiğini fark ettiler. Ama nerede ve ne zaman saldırmalıydılar? Sezar Appian Yolu'nda ya da halka açık bir yerde at sürerken mi saldırmalıydılar; Via Sacra'da (Kutsal Yol) evine yürürken mi saldırmalıydılar; gladyatör oyunlarına katılırken mi saldırmalıydılar? Uzun tartışmalardan sonra nihai karar, M.Ö. 15 Mart 44'te, yani Mart'ın İdesi'nde, Pompey Tiyatrosu'ndaki (normal Roma Senatosu onarılıyordu) Senato oturumu sırasında saldırmak oldu. Saldırganlar silahlarını akıllıca seçmişlerdi - kılıç yerine çift ağızlı bir hançer ya da yaklaşık yirmi santimetre uzunluğunda bir kama (pugio). Hançerler yakın temas için daha iyiydi ve elbiselerinin altına gizlenebiliyordu.
Saldırı
Eğer kehanetlere inanıyorsanız, Sezar'ın o gün Senato toplantısına katılmaması için bir dizi neden vardı. İlk olarak, Rubicon kıyısında otlayan Sezar'ın atlarının ağladığı görüldü. Ardından, bir kuş elinde bir defne dalıyla Pompey'in tiyatrosuna uçtu ama daha büyük bir kuş tarafından çabucak yutuldu. Sezar'ın karısı Calpurnia rüyasında onun kollarında kan kaybından öldüğünü görmüş. Ve son olarak, Spurinna adında bir kahin onu en geç Mart'ın İdes'inden önce tehlikeye karşı dikkatli olması konusunda uyarmıştı. Ne yazık ki Sezar kehanetlere pek inanmıyordu. Tarihçi Suetonius şöyle yazmıştır: "Bu uyarılar ve biraz da rahatsızlığı, planlarına devam edip etmeme ya da toplantıyı erteleyip ertelememe konusunda bir süre tereddüt etmesine neden oldu." Ölüm gününde Sezar gerçekten hastaydı ve Suetonius'un dediği gibi Senato toplantısına katılma konusunda tereddütlüydü, ancak suikastçı Decimus evine geldi ve kendisini bekleyenleri hayal kırıklığına uğratmaması için onu teşvik etti.
Senato'ya giderken Sezar'a büyük bir kalabalık eşlik etti. Tam tiyatroya girerken Artemidorus adında bir adam eline küçük bir parşömen tutuşturarak onu yaklaşan tehlikeye karşı uyarmaya çalıştı, ancak Sezar bunu görmezden geldi. Diktatör içeri girdi ve tahtına oturdu. Sezar'a eşlik edecek olan Markus Antonius, planlandığı gibi Trebonius tarafından dışarıda bekletiliyordu. Tiyatroda 200 senatörün yanı sıra on tribün ve bir dizi köle ve sekreter de hazır bulunuyordu. Cimber hiç şüphelenmemiş olan Sezar'a yaklaştı ve ona sürgündeki kardeşi adına bir dilekçe verdi; Sezar elbette onu selamlamak için ayağa kalkmadı. Cimber Sezar'ın giysisini tuttu ve geri çekti. Sezar'ın "Neden? Şiddet bu." dediği rivayet edilir. Casca bıçağıyla ilk darbeyi indirdi; Sezar hemen ellerini kaldırıp yüzünü kapatarak kendini savunmaya çalıştı. Geri kalan suikastçılar şok geçiren Sezar'ın etrafını sardılar - Cassius yüzüne, Decimus kaburgalarına vurdu. Sezar, ironik bir şekilde eski düşmanı Pompey'in heykelinin dibine yığılıp öldü. Toplamda yirmi üç kez darbe almıştı. Suetonius saldırıyı şöyle anlatır:
... tam o anda Casca kardeşlerden biri arkasına geçti ve hançerini bir hamlede boğazının hemen altından sapladı. Sezar Casca'nın kolunu kavradı ve bir kalemle deldi; tam sıçrıyordu ki bir başka hançer göğsüne saplandı.
William Shakespeare'in güzel sözlerine rağmen, Sezar "Et tu, Brute!" (Sen de mi , Brütüs!) demedi. (Brütüs hançerini ölmekte olan diktatöre saplarken "Sen de mi, Brütüs!" demedi, "Sen de mi, çocuğum!" dedi. Orada bulunan diğer senatörler tiyatrodan kaçtılar. Sonrasında Roma'da büyük bir karmaşa yaşandı. Suetonius, Sezar'dan hoşlanmayan bazılarının öldürülen liderin cesedini ele geçirip Tiber'e atmak, mallarına el koymak ve yasalarını iptal etmek istediklerini, ancak Markus Antonius'un soğukkanlılığını koruyarak bu tür planları engellediğini yazar.
Suikast Sonrası
Suikast, büyük bir planın tüm özelliklerini taşımasına rağmen, sonrasına hazırlık yapmak için çok az girişimde bulunulmuştu. Suikastçiler Capitoline Tepesi'ne ve Jüpiter Tapınağı'na doğru yola çıktılar. Brütüs tepenin eteğindeki bir kürsüden konuşarak kalabalığı boşuna sakinleştirmeye çalışıyordu. Bu arada köleler Sezar'ın cesedini sokaktan evine taşıdılar; insanlar geçerken ağladılar. Antonius kısa bir methiye konuşması yapmış olsa da, 20 Mart'taki cenaze töreni Shakespeare'in tasvir ettiğinden farklı bir gösteriydi. Aile mezarının yakınındaki Mars Alanı'nda bir ateş yakılmıştı; ancak Sezar'ın cesedi halk tarafından hızla ele geçirildi ve Forum'a götürülerek çok daha basit bir ateşte yakıldı. Küller Mars Alanı'na ve aile mezarına geri götürüldü; şehir yas tutmaya devam etti. Suetonius, On İki Sezar adlı eserinde Sezar'ın kendisine karşı düzenlenen komplodan haberdar olabileceğini ve bozuk sağlığı nedeniyle kendisini bilerek saldırıya maruz bıraktığını yazmıştır. "Neredeyse tüm otoriteler onun ölüm şeklini memnuniyetle karşıladığına inanmaktadır... Uzun sürecek bir sondan nefret ediyordu - ani bir son istiyordu."
Brütüs, Sezar'ın ölümünün eski Roma ruhunu geri getireceğine inanıyordu; ne yazık ki şehir şoktaydı ve insanlar giderek daha düşmanca davranmaya başladı. 17 Mart'ta Senato, Mark Antonius'un ısrarıyla bir uzlaşma arayışına girdi: Sezar'ın yasalarına dokunulmazken, komplocular için af çıkarılacaktı. Ne yazık ki barış mümkün olmadı, komplocular Roma'dan kaçtılar ve sonunda hepsinin sonu geldi. Suetonius öldürülen liderle ilgili bölümünü şöyle bitirir: "Hepsi ölüme mahkûm edilmişti... ve hepsi farklı şekillerde ölüme kavuştu - bazıları gemi kazasında, bazıları savaşta, bazıları da Sezar'ı haince öldürdükleri hançerleri kullanarak kendi canlarını aldılar." Roma tarafında, Sezar'ın evlatlık oğlu genç Octavian sadece savaş hazinesini değil, aynı zamanda ordunun desteğini de aldı. Mark Antonius (Kleopatra'nın yardımıyla) ve Octavian arasındaki son çatışma Octavian'ı Roma İmparatorluğu'nun ilk imparatoru Augustus olarak iktidara getirecekti.