Antik Yunan felsefesi, ilk olarak M.Ö. 6. yüzyılda geliştirilen ve gözlemlenebilir olguların ''İlk Neden''lerine odaklanan bir düşünce sistemidir. Bu sistemin Miletli Thales (M.Ö. 585) tarafından geliştirilmesinden önce dünya, antik Yunanlılar tarafından, tanrılar eliyle yaratılmış bir olgu olarak yorumlanmaktaydı.
Thales, tanrıların varlığını inkâr etmeksizin, varoluşun ''İlk Neden''inin su olduğu önermesini ileri sürmüştü. Bu önerme dinsizlik suçlamalarına yol açmamıştı çünkü su, dünyayı çevreleyen hayat verici bir unsur olarak Yunan dininde zaten tanrılarla ilişkilendiriliyordu. Thales'in öğrencileri Anaksimandros (M.Ö. 610 - 546) ve Anaksimenes (M.Ö. 546) onun gerçekliğin doğasına dair yapmış olduğu çalışmalarını ve incelemelerini sürdürmüşler ancak ''İlk Neden'' olarak farklı unsurlar öne sürmüşlerdi.
Bu üç isim Antik Yunan felsefesi olarak bilinen ve Thales'in ilk denemelerinden Atinalı Sokrates'in (y. M.Ö. 470/469-399) zamanına kadar felsefi spekülasyonlarla uğraşan ve farklı düşünce ekolleri geliştiren kişiler olarak tanımlanan Sokrates Öncesi Filozoflar tarafından geliştirilen sorgulama yolunu başlatmıştır. En ünlü öğrencisi Platon'a (M.Ö. 424/423-348/347) göre Sokrates (M.Ö. 470/469-399), felsefenin kapsamını yalnızca ''İlk Neden''i değil, aynı zamanda bireyin kendi iyiliği ve daha geniş anlamda toplumun iyiliği için kendini geliştirme yönündeki ahlaki ve etik yükümlülüğünü de ele alacak şekilde genişletmiştir. Platon'un çalışmaları, öğrencisi Stagira'lı Aristoteles'e (y. MÖ 384-322) Platon'unkini temel alan ancak ondan önemli ölçüde farklı, kendi vizyonuna uygun öğretilere dayanan kendi ekolünü kurması için bir esin kaynağı olmuştur.
Aristoteles daha sonraları Büyük İskender'in (M.Ö. 356-323) hocalığını yapacak ve Büyük İskender İran'ı fethederek Yunan felsefesinin kavramlarını günümüz Türkiye'sinden Irak ve İran'a, Rusya'ya, Hindistan'a ve Mısır'a kadar tüm Doğu'ya yayacak ve burada filozof Plotinos (MS 202-274) tarafından formüle edildiği şekliyle Yeni Platonculuk olarak bilinen düşünce ekolünün gelişimini etkileyecektir. Plotinos'un (MS 202-274) Platon'dan geliştirdiği ''İlahi Akıl'' ve gözlemlenebilir dünyayı etkileyen daha yüksek bir gerçeklik görüşü, Havari Pavlus'un (MS 5-64) İsa Mesih'in misyonu ve taşıdığı anlamı kavrayıp yorumlamasını etkileyecek ve Hristiyanlığın gelişiminin temelini atacaktır.
Platon'unki kadar Hristiyanlığa da kaynaklık edecek olan Aristoteles'in eserleri, MS 7. yüzyılda İslamiyet'in kurulmasından sonra İslam düşüncesinin ve Museviliğin teolojik kavramlarının formüle edilmesinde de etkili olacaktır. Yunan felsefesi günümüzde de dünyanın dört bir yanındaki inanç sistemlerinin, kültürel değerlerin ve hukuk kurallarının temelini oluşturmakta ve bunların gelişimine büyük ölçüde katkıda bulunmaktadır.
Antik Yunan Dini
Antik Yunan dini, gözlemlenebilir dünyanın ve içindeki her şeyin, insanlara rehberlik etmek ve onları korumak için onların yaşamlarıyla yakından ilgilenen ölümsüz tanrılar tarafından yaratıldığını; bunun karşılığında insanlığın da kendilerine lütufta bulunan bu tanrılara dua ve ibadet yoluyla teşekkür ettiğini ve bunun da zamanla tapınaklar, din adamları ve ritüeller yoluyla kurumsallaştığını savunmaktaydı. Yunan şair Hesiodos (M.Ö. 8. yüzyıl) bu inanç sistemini Teogoni adlı eserinde ortaya koymuş, Yunan şair Homeros (M.Ö. 8. yüzyıl) ise İlyada ve Odysseia'sında kapsamlı bir şekilde tasvir etmiştir.
İnsanlar, tüm bitkiler ve hayvanlar gibi, mevsimleri düzene sokan ve varoluşun ''İlk Neden''i olarak görülen Olimpos Dağı tanrıları tarafından yaratılmıştı. Günümüzde Yunan mitolojisi olarak bilinen hikayeler, hayatın çeşitli yönlerini ve tanrıların nasıl anlaşılması ve onlara nasıl tapılması gerektiğini açıklamak için geliştirilmişti ve bu nedenle, bu kültürel iklimde, bir ''İlk Neden'' aramak için entelektüel veya manevi bir motivasyona gerek yoktu çünkü bu zaten iyi yapılandırılmış ve tanımlanmıştı.
Yunan Felsefesinin Kökenleri
Miletli Thales, kendi kültürünün teolojik ''İlk Neden'' tanımını benimsemek yerine, gözlemleyebildiklerinden geriye doğru giderek doğal dünyanın oluşmasına neyin sebep olduğuna dair mantıklı bir sorgulamada kendi nedenini araması sebebiyle kendi kültürüne sırt çevirdiği izlenimini yaratmıştı. Ancak daha sonraki filozofların, tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin sorduğu soru, onun zihnindeki bu sorgulamaların nasıl başladığıdır. Günümüz akademisyenleri bu soruya verilecek yanıt konusunda hiçbir şekilde hemfikir değildir ve genel olarak iki farklı görüş mevcuttur:
- Thales, yeni bir sorgulama yöntemi geliştiren özgün bir düşünürdür.
- Thales, felsefesini Babil ve Mısır kaynaklarından beslenerek geliştirmiştir.
Mısır, Thales'in zamanında Babil de dahil olmak üzere Mezopotamya şehirleriyle köklü bir ticaret ilişkisine sahipti ve hem Mezopotamyalılar hem de Mısırlılar suyun, varoluşun temel unsuru olduğuna inanıyorlardı. Babil yaratılış hikayesi (Enûma Eliš'ten, yazılı olarak M.Ö. 1750) tanrıça Tiamat'ın (deniz anlamına gelir) hikayesini ve tanrı Marduk tarafından yenilgiye uğratılmasını ve ardından onun kalıntılarından dünyayı yaratmasını anlatmaktadır. Mısır yaratılış hikayesinde de su, dünyanın ortaya çıktığı, tanrı Atum'un kontrolü altına aldığı ve sonunda diğer tanrıların, hayvanların ve insanların yaratılmasıyla sonuçlanan düzenin tesis edildiği bir ilkel kaos unsuru olarak öne çıkar.
Antik Yunan felsefesinin Küçük Asya kıyılarında yer alan İyonya'daki Yunan kolonilerinde doğmuş olduğu uzun zamandır bilinmektedir, zira Sokrates öncesi ilk üç filozofun hepsi İyonya'daki Milet'ten çıkmıştır ve aynı zamanda Milet Okulu ilk Yunan felsefi düşünce okuludur. Thales'in felsefesini ilk olarak nasıl tasarladığına dair standart açıklama yukarıda alıntılanan ilk açıklama olmuştur. Ancak ikinci teori aslında daha mantıklıdır çünkü hiçbir düşünce okulu boşlukta gelişmez ve M.Ö. 6. yüzyıl Yunan kültüründe gözlemlenebilir olguların nedenlerine ilişkin entelektüel sorgulamaya değer verildiğini veya teşvik edildiğini gösteren hiçbir kanıt yoktur.
Akademisyen G. G. M. James, Pisagor'dan Platon'a kadar daha sonraki birçok filozofun Mısır'da eğitim gördüğünün ve felsefelerini kısmen orada geliştirdiklerinin düşünüldüğünü belirtmektedir. James aynı zamanda, Thales'in de Mısır'da eğitim görmüş ve bu pratiği diğerlerinin uygulayacağı bir gelenek haline getirmiş olabileceğini öne sürer. Durum tam anlamı ile böyle olsa da, Thales'in Babil'de eğitim gördüğü bilinmesine rağmen bunu kesin olarak destekleyecek herhangi bir belge yoktur. Oradaki çalışmaları sırasında Mısır felsefesinin yanı sıra Mezopotamya felsefesi hakkında da bilgi sahibi olmuş ve büyük olasılıkla ilham kaynağı da bu olmuştu.
Sokrates Öncesi Filozoflar
Thales, gerçekliğin doğasına ilişkin akılcı ve ampirik bir sorgulama vizyonunu ilk kez nasıl geliştirmiş olursa olsun, başkalarına da aynı şeyi yapmaları için ilham veren entelektüel bir hareket başlatmıştı. Bu filozoflar Sokrates'ten önce yaşadıkları için Pre-Sokratik olarak adlandırılırlar ve akademisyen Forrest E. Baird'in formülasyonunu takiben, başlıca Pre-Sokratik filozoflar şunlardır:
- Miletli Thales - M.Ö. 585 civarı
- Anaksimandros - M.Ö. 610 - M.Ö. 546 civarı
- Miletli Anaksimenes - M.Ö. 546 civarı
- Pisagor - M.Ö. 571 - M.Ö. 497 civarı
- Kolofonlu Ksenofanes - M.Ö. 570 - M.Ö. 478 civarı
- Heraklitos - M.Ö. 500 civarı
- Parmenides - M.Ö. 485 civarı
- Elealı Zenon - M.Ö. 465 civarı
- Empedokles - M.Ö. 484 - M.Ö. 424 civarı
- Anaksagoras - M.Ö. 500 - M.Ö. 428 civarı
- Demokritos - M.Ö. 460 - M.Ö. 370 civarı
- Leukippos - M.Ö. 5. yüzyıl
- Protagoras - M.Ö. 485 - M.Ö. 415 civarı
- Gorgias - M.Ö. 427 civarı
- Critias - M.Ö. 460 - M.Ö. 403 civarı
İlk üçü varoluşun ''İlk Neden''ine odaklanmıştır. Thales bunun su olduğunu iddia etmiş, ancak Anaksimandros bu savı ebedi bir yaratıcı güç olan daha yüksek bir kavram olan apeiron - "sınırsız, engin, sonsuz ya da belirsiz" (Baird, 10) - fikri lehine reddetmiştir. Anaksimenes, Thales'in suyu öne sürmesi ile aynı gerekçeden ötürü havayı ''İlk Neden'' olarak öne sürmüştür: ona göre hava, çeşitli biçimlerdeki diğer tüm elementlerin en temel bileşenidir.
''İlk Neden'' kavramının tanımı, sayının ''Hakikat'' olduğunu iddia eden Pisagor tarafından reddedilmiştir. Sayıların başlangıcı ya da sonu olmadığı gibi dünyanın ya da kişinin ruhunun da yoktur. Kişinin ebedi ruhu birçok inkarnasyondan (cisimleşme, canlanma) geçerek bilgelik kazanır ve Pisagor bunun sonunda ruhun daha yüce bir ruhla (Tanrı) birleştiğini öne sürse de, bu yüce ruhu nasıl tanımladığı belirsizdir. Ksenofanes buna ''İlk Neden'' ile ve aynı zamanda dünyanın yaratıcısı olan tek bir Tanrı olduğu iddiasıyla cevap verir. Ksenofanes, Olimpos Tanrılarının antropomorfik (insan biçimi) görüşünü ''Saf Ruh'' olarak tektanrıcı bir Tanrı görüşü uğruna reddetmiştir.
Genç çağdaşı Heraklitos bu görüşü reddetmiş ve "Tanrı" yerine "Değişim " fikrini ortaya atmıştır. Heraklitos'a göre yaşam bir değişimdi - değişim de "yaşam"ın ta kendisiydi - ve her şey sadece varoluşun doğası gereği meydana gelmiş ve yok olmuştu.
Parmenides bu iki görüşü, gözlemlenebilir gerçekliğin tümünün tek bir maddeden oluştuğu, yaratılmadığı ve yok edilemeyeceği felsefi görüşünü savunan Monizmi öğreten Elea düşünce okulu çatısı altında birleştirmiştir. Parmenides'in düşüncesi, çokluğun duyuların bir yanılsaması olduğunu ve gerçekliğin aslında tek olduğunu kanıtlayan, bir dizi mantıksal paradoks yaratan öğrencisi Elealı Zenon tarafından geliştirilmiştir.
Empedokles, selefinin felsefesini kendi felsefesiyle birleştirerek dört elementin birbiriyle çatışan doğa güçleri tarafından meydana getirildiğini, ancak yaratıcı ve yenileyici bir güç olarak tanımladığı sevgi yoluyla sürdürüldüğünü iddia etmiştir. Anaksagoras bu fikri almış ve "tohumlar" kavramını geliştirmiştir. Bu kavram, hiçbir şey benzemediği şeyden meydana gelemez ve her şey o şeyi oluşturan parçacıklardan ("tohumlar") oluşur diye özetlenebilir.
Onun "tohum" teorisi, Leukippos ve öğrencisi Demokritos tarafından atom kavramının geliştirilmesini etkileyecek ve her şeyin temel "tohumunu" araştırırken, tüm evrenin ''atamos'' olarak bilinen "bölünemezlerden" oluştuğunu iddia edecektir. Atom teorisi Leukippos'a kadercilik teorisinde ilham vermiştir; atomlar nasıl gözlemlenebilir dünyayı oluşturuyorsa, çözülmeleri ve yeniden oluşmaları da bir insanın kaderini yönlendirirdi.
Bu filozofların (ve burada bahsedilmeyen diğerlerinin) eserleri Sofistlik mesleğinin gelişmesini sağlamıştır - yüksek eğitimli entelektüeller, bir ücret karşılığında Yunanistan'ın üst sınıf genç erkeklerine, tartışmaları kazanmak için ikna etme sanatını öğretme hedeflerinin bir parçası olarak bu çeşitli felsefi düşünceleri öğretirlerdi. Antik Yunan'da, özellikle de Atina'da hukuki davalar yaygındı ve Sofistlerin sunduğu beceriler oldukça değer görüyordu. Tıpkı daha önceki filozofların "ortak bilgi" olarak kabul edilen şeylere karşı çıktıkları gibi, Sofistler de herhangi bir tartışmada "daha kötü olanı daha iyi neden olarak göstermenin" yollarını öğretmişlerdir.
Bu öğretmenler arasında en ünlüleri Protagoras, Gorgias ve Critias'tır. Protagoras en çok "insan her şeyin ölçüsüdür" savıyla bilinir, buna göre her şey bireysel deneyim ve yoruma göredir. Gorgias, insanların "bilgi" olarak adlandırdığı şeyin sadece kanaat olduğunu ve gerçek bilginin bilinemez olduğu fikrini ortaya atmıştır. Sokrates'in ilk destekçilerinden biri olan Critias, dinin güçlü ve zeki insanlar tarafından zayıf ve saf insanları kontrol etmek için icat edildiği iddiasıyla tanınmaktadır.
Sokrates, Platon ve Sokratik Okullar
Sokrates bazılarınca bir tür Sofist, ancak herhangi bir karşılık beklenmeksizin öğreten biri olarak kabul edilirdi. Sokrates'in kendisi hiçbir şey eser ortaya koymamıştı ve felsefesi hakkında bilinen şeyler iki öğrencisi Platon ve Ksenofon (M.Ö. 430 - 354) ile Atinalı Antisthenes (M.Ö. 445-365), Kireneli Aristippos (M.Ö. 435-356) ve başkaları da dahil olmak üzere destekçileri tarafından kurulan felsefe okullarında anlatılan felsefesinin yarattığı geleneğin anlatılarından ibaretti.
Sokrates'in odak noktası, erdemli bir yaşam sürmek için "ruh" olarak tanımladığı bireysel karakterin geliştirilmesiydi. Temel vizyonu, Platon tarafından kendisine atfedilen "sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez" savı (Apology 38b) ve bu nedenle kişinin başkalarından öğrendiklerini basitçe tekrarlamaması, bunun yerine kişinin kendini gerçekten tanıması ve adil davranması için neye inandığını - ve inançlarının davranışlarını nasıl etkilediğini - sorgulaması gerektiği ifadesinde özetlenmiştir. Temel öğretileri, Platon'un ''Sokrates'in Son Günleri'' başlığı altında yayımlanan dört diyaloğunda - ''Euthyphron'', ''Sokrates'in Savunması'', ''Kriton'' ve ''Phaidon'' - Atinalılar tarafından dinsizlik ve gençliği yozlaştırma suçlamalarıyla itham edilmesi, yargılanması, hapishanede geçirmiş olduğu zamanı ve idamı anlatılır.
Platon'un neredeyse tamamında Sokrates'in ana karakter olarak yer aldığı diğer diyalogları, Sokrates'in gerçek düşüncelerini yansıtabilir ya da yansıtmayabilir. Platon'un çağdaşları bile bu diyaloglarda yer alan "Sokrates"in tanıdıkları öğretmenle hiçbir benzerliği olmadığını iddia etmişlerdir. Antisthenes, yaşamda sadeliğe - karakter olarak davranışa - ve temel ilke olarak her türlü lüksün reddine odaklanan Kinik okulunu kurarken, Aristippos lüks ve zevkin bir kişinin arzulayabileceği en yüksek hedefler olarak kabul edildiği hedonizmin Kirene okulunu kurmuştu. Bu adamların her ikisi de Platon gibi Sokrates'in öğrencisiydi, ancak felsefeleri Sokrates'in felsefesiyle çok az ortak nokta taşıyordu ya da hiç taşımıyordu.
Tarihsel olarak Sokrates ne öğretmiş olursa olsun, Platon'un ona atfettiği felsefe, gözlemlenebilir gerçekliğin yalnızca bir yansıması olduğu ebedi bir ''Hakikat'' alemi (İdealar Teorisi) kavramına dayanır. ''Hakikat'', ''İyilik'', ''Güzellik'' ve diğer kavramlar bu alemde bulunur ve insanların doğru, iyi ya da güzel olarak adlandırdıkları şeyler kendileri değil, yalnızca bu şeylerin tanımlanmaya çalışılmasıdır. Platon, insanların anlayışının, insan hayatının en önemli yönleri hakkında yanlış inanışlara neden olan "gerçek yalanı"nın (Ruhtaki Yalan olarak da bilinir) kabul edilmesi ile karartıldığını ve sınırlandırıldığını iddia etmiştir. Kişinin kendisini bu yalandan kurtarabilmesi için, yüce alemin varlığını tanıması ve bilgelik arayışı vasıtasıyla anlayışını onunla uyumlu hale getirmesi gerekiyordu.
Aristoteles & Plotinos
Platon, hocasıyla aynı kaderi paylaşmamak için kendi felsefi fikirlerini kasıtlı olarak Sokrates'e atfetmiş olabilir. Sokrates dinsizlikten suçlu bulunarak M.Ö. 399 yılında idam edilmiş ve böylece destekçileri de birden ortadan kaybolmuşlardır. Platon, Atina'ya dönüp kendi Akademisini kurmadan ve diyaloglarını yazmaya başlamadan önce Mısır'a gitmiş ve daha bir çok farklı yeri ziyaret etmiştir. Yeni okulundaki en ünlü öğrencileri arasında Makedonya sınırı yakınlarındaki Stagira'dan Nichomachus'un oğlu Aristoteles de vardır.
Aristoteles, Platon'un ''İdealar Teorisi''ni reddetmiş ve felsefi sorgulamada ilk nedenlere son durumları inceleyerek ulaşılan teleolojik bir yaklaşıma odaklanmıştır. Aristoteles'e göre, bir ağacın bir tohumdan nasıl büyüdüğünü anlamaya çalışmak için onun "yeşilliğini" değil, ağacın kendisine bakarak, nasıl büyüdüğünü, bir tohumu neyin oluşturduğunu, büyümesi için en iyi toprağın hangisi olduğunu gözlemlemek gerekirdi. Aynı şekilde, bir insanın ne olması "gerektiğini" düşünerek insanlığı anlamamız mümkün değildi, ancak kişinin ne olduğunu ve bireysel bir insanın nasıl gelişebileceğini tespit ederek anlamamız daha olası idi.
Aristoteles insan yaşamının tüm amacının mutluluk olduğuna inanıyordu. İnsanlar mutsuzdu çünkü hepsi de geçici olan maddi zenginlik, mevki ya da ilişkileri, kişinin eudaimonia'yı ("iyi bir ruh haline sahip olan") deneyimlemesini sağlayan arete'yi ("kişisel mükemmellik") geliştirerek elde edilen kalıcı, içsel tatminle karıştırıyorlardı. Eudaimonia'ya ulaşan kişi onu yitiremezdi ve o zaman başkalarına da aynı noktaya ulaşmaları için yardım edebileceğini açıkça görebilirdi. ''İlk Neden''in ''İlk Hareket Ettirici'' olarak tanımladığı ve her şeyi harekete geçiren bir güç olduğuna, ancak daha sonra hareket halinde olan şeylerin hareket halinde kalmaya devam ettiğine inanıyordu. ''İlk Neden''e ilişkin kaygılar onun için gözlemlenebilir dünyanın nasıl işlediğini ve bu dünyada en iyi nasıl yaşanabileceğini anlamak kadar önemli değildi.
Aristoteles Büyük İskender'in hocası olmuş ve daha sonra kendi felsefesini ve seleflerinin felsefesini Yakın Doğu dünyasına ve Hindistan'a kadar yayarken, aynı zamanda Atina'da kendi felsefe okulunu kurmuş ve orada öğrencilere dersler vermiştir. Hayatının geri kalanında insan bilgisinin neredeyse her yönünü ve öğretisini araştırmış ve daha sonraki yazarlar tarafından kısaca ''Üstat'' olarak nitelendirilmiştir.
Ancak bu sonraki düşünürlerin her biri onun felsefesini tamamen benimsememiştir ve bunlar arasında Platon'un idealizmini ve Aristoteles'in teleolojik yaklaşımını en iyi şekilde alıp bunları Hint, Mısır ve İran mistisizminin unsurlarını da içeren Yeni Platonculuk olarak bilinen felsefede birleştiren Plotinos da vardır. Bu felsefede, insan aklı tarafından kavranamayacak kadar büyük, asla yaratılmamış, asla yok edilemeyecek ve hatta adlandırılamayacak bir ''Nihai Gerçek'' vardır; Plotinos buna ''İlahi Akıl'' olarak tercüme edilen ''nous'' adını vermiştir.
Yaşamın amacı, ruhu ''İlahi Aklın'' farkındalığına uyandırmak ve sonra da buna göre yaşamaktır. İnsanların "kötülük" olarak adlandırdıkları şey, bu dünyanın gelip geçici şeylerine ve insanların kendilerini mutlu ettiğini düşündükleri yanılsamalara bağlılıktan kaynaklanır; gerçek "iyilik" ise maddi dünyanın gelip geçici ve nihayetinde tatmin edici olmayan doğasının farkına varmak ve yaşamdaki tüm iyiliğin kendisinden geldiği ''İlahi Akla'' odaklanmaktır.
Sonuç
Plotinos, Thales'in ''İlk Neden''e ilişkin sorusunu onun kaçınmaya çalıştığı cevapla, yani tanrısal bir cevapla yanıtlamıştı. Antik Yunan'ın tanrıları gibi, ''nous'' da kanıtlanamayan bir inançtı; kişi onu ancak inancına göre yorumladığı gözlemlenebilir olgularla bilebilirdi. Plotinos'un ''nous''un gerçekliği konusundaki ısrarı, diğer duymuş olduğu cevaplardan gelen tatminsizlikten kaynaklanıyordu. Dünyadaki herhangi bir şeyin doğru olarak kabul edilebilmesi için ''Hakikat''in bir kaynağı olması gerekir ve Protagoras'ın iddia ettiği gibi her şey bireye göre değişiklik gösteriyor ise, o zaman ''Hakikat'' diye bir şey yoktur, sadece kanaat vardır. Platon gibi Plotinos da Protagoras'ın görüşünü reddetmiş ve ''İlahi Aklı'' sadece hakikatin değil, tüm yaşamın ve bilincin kaynağı olarak görmüştür.
Onun Yeni Platoncu düşüncesi Havari Pavlus'u Hristiyan vizyonunu geliştirirken etkileyecekti. Hristiyan tanrısı, Pavlus tarafından Plotinos'un ''nous''u ile hemen hemen aynı terimlerden oluşan, sadece belirsiz bir ''İlahi Akıl'' yerine, farklı bir karaktere sahip bireysel bir tanrı olarak anlaşılmıştır. Aristoteles'in tercüme edilen ve Yakın Doğu'da iyi tanınmış eserleri, İslam teolojisinin gelişimini etkilerken, Yahudi âlimler de kendi teolojilerini oluştururken Platon, Aristoteles ve Plotinos'tan yararlanmışlardır.
Antik Yunan felsefesi, sadece Büyük İskender'in fetihleriyle değil, daha sonraki yazarlar tarafından yaygınlaştırılması yoluyla da dünya çapında kültürel değerlere yön vermiştir. Günümüze kadar hukuk kuralları ve seküler ahlak kavramları Yunan felsefesinden türetilmiştir ve tek bir antik Yunan filozofunun eserlerini okumamış olanlar bile bunlardan az ya da çok etkilenmişlerdir. Thales'in ilk nedenlere ilişkin ilk sorgulamalarından Plotinos'un karmaşık metafiziğine kadar, antik Yunan felsefesi, ortaya attığı sorulara aynı yanıtları arayan geniş bir kitleye sahip olmuş ve yayıldıkça Batı Uygarlığı için kültürel bir temel oluşturmuştur.