İsa Mesih, Kuzey İsrail’de, Celile bölgesinde gezgin bir Yahudi Peygamberi olan Nasıralı İsa’nın (ölümü MS 30) tanımlama adıdır. Nasıralı İsa, Tanrı’nın, yeryüzünde kendi krallığını kuracağı zaman, Yahudilerin Tanrı’sının da, yakın bir zamanda müdahele ederek düzenleyici olacağını vaaz ediyordu. İsa’nın Yunanca’da Christ şeklinde özel adı; İbranice’de Joshua (kurtaran) anlamına geliyor. “Mesih” sıfatı (Yunanca’da Christos), İbranice meshiach/Meşiah (Mesih) kelimesinin tercüme edilmiş halidir. “Mesih” kavramı, “meshedilmiş kişi” anlamına geliyor ve bir kişinin meshedilmesi, Tanr’nın Yahudi kralları için yaptığı taç giyme ritüelinin bir parçası oluyordu. İngilizcede “Jesus the Christ” sıfatı, MS. 1.yüzyılın, 50’li ve 60’lı yıllarında Havari Pavlus’un mektuplarından başlayarak zamanla “Jesus Christ/İsa Mesih” şeklinde kısaltılmış olarak kullanılmaya başlanmıştı. Popüler bir tanımlama; Onun, hem işlevi ve hem doğası olarak “Tanrı’nın Oğlu” sıfatı haline gelmiştir.
Tarihsel Bağlamı
Yahudiler, çoğunlukla İsrail topraklarında yaşayan, aynı zamanda Akdeniz Havzası çevresindeki topluklar arasına karışıp yerleşen çeşitli kabilelerden meydana gelen etnik bir topluluk idiler. Toplumsal olarak İsrail ulusu diye biliniyorlardı. Komşu topluluklarıyla pek çok dini unsuru paylaşıyorlardı, ancak farklı bir beslenme kurallarına sahip olmaları, kendilerine özgü sünnet geleneğini uygulamaları ve Şabat gününü (yedi günde bir dinlenme günü) gözlemeleri nedeniyle farklı bir topluk oluyorlardı. Önemli diğer bir farklı yanları ise, evrende tapınılan çeşitli tanrıları tanırlarken, sadece kendi Tanrılarına kurban sunuyorlardı. Kurban sunma ibadeti Kudüs’teki Tapınak yerleşkesinde yerine getiriliyordu.
Yahudiler, yüzyıllar boyunca, Asur güçleri istilasına (MÖ 722) uğramış, Babil güçlerinin Kudüs Tapınağını yıkmalarına tanıklık etmiş (MÖ 587), Yunanlıların (MÖ 167) ve ardından da Roma işgaline maruz kalmışlardır. Romalı General Pompey (MÖ 106-48), İsrail toprakları da dâhil olmak üzere (MÖ 63), Doğu’yu fethettiği zaman, Roma’nın sağladığı barışı koruma politikasına riayet eden, Roma emirlerini yerine getiren ve vergileri toplamaktan sorumlu bağlı krallıklar (client-kings) kurmuştu. Roma’nın bu politikası gereği Büyük Herod, Yahudilerin Kralı olarak seçilmiş (MÖ 37-4) ve Kudüs Tapınak yerleşkesinde bazı yenileşme işlerini yapmış olsa da, Roma İmparatorluğuyla olan ilişkisi nedeniyle birçok Yahudi tarafından aşağılanarak dikkate alınmıştı.
Yahudi Peygamber kitapları (vahiyler), geleneksel olarak, Yahudilerin yaşamış oldukları olayların suçunu, en başta ve büyük ölçüde putpereslik (başka tanrılara tapınma) olmak üzere insanların işlemiş oldukları günahlarına bağlamışlardı. Ancak bu peygamberler aynı zamanda, Yahudi Restorasyon Teolojisi olarak bilinen bir umut mesajı da iletmişlerdi. Gelecekte bir zaman geldiğinde, Tanrı’nın İsrail ulusunu yeniden canlandırarak ayağa kaldırmak üzere tarihe son bir kez daha müdahale edeceğine ve Tanrı’nın, İsraillilere zulum reva görenlere karşı Tanrı ordularına liderlik edecek bir Mesih çıkaracağına inanıyorlardı.
MS 1.yüzyıla gelindiğinde, İsrail geleneklerini sürdüren, ancak yaşam tarzları ve Roma’ya karşı tutumları farklı olan ve de kendi aralarında tartışma konularıyla ünlü birçok Yahudi grubu (mezhebi) meydana gelmişti. İsrail toplumu arasında Mesih olduğunu iddia eden karizmatik pekçok kişi çıkmıştı; bu kişilerin hepsi de Tanrı’nın Roma yönetimine müdahale etmesi beklentisi içindeydiler. Bu karizmatik şahsiyetler Kudüs’te düzenlenen dini bayramlar sırasında kalabalıkları teşvik ederek Tanrı’ya Romalıları yok etmesi ve Tanrı’nın kendi krallığını kurması için çağrıda bulunuyorlardı. Roma’nın bu gelişmeler karşısında tepkisi, hem öncülük edenleri ve hem de takipçilerini tutuklayıp idam etemek şeklinde olmuştu. Yapılan olağan infaz şekli çarmıha gerilme olmuştu; Romalı olmayan bir krallığın vaaz edilmesi, Roma İmparatorluğu yönetimi istikrarı ve refahını tehdit eder nitelikte olduğu için ihanet olarak kabul edilip Roma usulü ceza veriliyordu.
Nasıralı İsa’nın taraftarları, pekçok Yahudi grupları arasında yeni bir mezhep geliştirmişlerdi. MS 20’li yıllarda şöyle bir mesaj iletilmişti: “Tövbe edin, çünkü Tanrı krallığı zamanı yaklaşıyor” (Markos 1.15). Bu beklenti, İsrail toplumu arasında “iyi haber” olarak yayılmış ve bu haber daha sonraları Anglo-Sakson “müjde” (gospel) terimi haline gelmişti
Hz. İsa’nın Doğumu konusunda tarihler
Yalnızca iki İncil’de (gospels) - yazarları Matta ve Luka - bir doğuş hikâyesi sunarlar veya Hz.İsa’nın doğumuyla ilgili ayrıntılı bilgi verirler. Belirtilen tarihler sorunludur. Matta, Hz.İsa’nın, Kral Büyük Herod’un ölümünden iki yıl önce (MS 4) doğduğunu iddia ederken, Luka ise Roma’nın Suriye Quirinus Valiliği (MS 6) döneminde doğduğunu iddia eder. Her iki yazar da, Annesi Meryem’in Tanrı’nın ruhu inayetiyle hamile kaldığı ve bu hamilelik sonucunda bakireden doğum meydana geldiğini aktarırlar.
İncil yazarları, Hz.İsa’nın Vaizlik/Öncülük dönemi ve ölüm tarihini, Romalı Vali Pontius Pilatus’un Yahudiye Eyalet Valiliği döneminde olduğunu ifade ederler. Pilatus’un MS 26-36 yılları arasında Valilik görevini yaptığı biliniyor. Varılan ortak anlaşmaya göre Hz.İsa’nın ölün tarihi MS 30-33 yılları arası belirtilir.
İncillerde Hz.İsan’nın Vaizlik dönemi
Hz.İsa’nın Vaizlik dönemi, Hıristiyanlıkta Aziz kabul edilen ve Vaftizci Yahya olarak bilinen bir zattın Onu vaftiz etmesinden sonra başlamıştı. Vaftiz; basit bir ifadeyle suya dalmak anlamına geliyordu. Vaftizci Yahya, günahlarından arınmak isteyen bir kişi, tövbe ettikten sonra sembollik olarak su ritüellini uygulayarak. gerirerek, kişinin tövbe etmesini sağlıyordu. Vaftiz ritüeli, aslında en eski Hıristiyan ritüellerinden biri olup inananların Hıristiyan topluluğuna katılmaya başlamalarının bir adımı haline gelmişti.
İncil yazarı Markos (en eski İncil, MS 70 yılı dolayı) Hz.İsa’yı karizmatik bir şeytan kovucu, Tanrı’dan özel yetenekler bahşedildiği anlaşılan, İsrail Peygamberleri gibi Tanrı’nın ruhu aracılığıyla faaliyet gösteren gezgin bir vaiz olarak sunmuştur. Markos’un tanımladığı Hz.İsa, Celile bölgesinde kasaba ve köyleri dolaşarak Peygamberlerin son günlere dair kehanetlerinin yakın olduğu mesajını iletmiştir. Markos’a göre Hz.İsa, örnek vermek marifetiyle öğretmek üzere günlük kavramları ve ayrıntıları kullanan benzetme yapma yoluyla öğretisini yayıyordu. İsrail’in kayıp on iki kabilesinin yeniden doğuşunu simgeleyen, yakın çevresini oluşturmak üzere, on iki havari (taraftar) çağrısını yapmıştı.
Markos’tan başlayarak, İncil Kitaplarında, Yahudi liderliğinin (esas olarak yazıcı Ferisiler ve son olarak da Tapınaktan sorumlu Sadukiler) Vaizliğinin en başından beri Hz.İsa’nın öğretilerine karşı olduğu anlatılır. Hz.İsa’nın havarileri, Fısıh Bayramını kutlamak üzere Kudüs’e gitmişlerdi. Hz.İsa, daha sonra Tapınak dağına giderek havvan tüccarlarının işlerini aksatıcı eylemlerde bulunmuştu. Markos’a göre Hz.İsa’nın ölümüne yol açan tam da bu olay olmuştur. Fısıh Yemeği (Hıristiyanlık ritüelinde, Son Akşam Yemeği) kutlaması yapıldıktan sonra, Hz.İsa ve havarileri dua etmek üzere Zeytin Dağına çıkarlar. Yazar Markos, havarilerinden birisi olan Yahuda’nın Hz.İsa’yı Yahudi yetkiliere ihbar edip ihanet ederek tutuklanmasını sağlamıştır.
İncil Kitaplarında; Sanhedrin, Kudüs İktidar Konseyi, Başrahiplik gibi farklı yapılanmaların önünde bir dizi akşam ve sabah duruşmalarının yapıldığı ve Hz.İsa’nın küfür sayılacak keleimeler kullandığı gerekçesiyle mahkûm edildiği belirtilir. Oysa Hz.İsa bu suçlamadan masumdur ve İncil yazarları Hz.İsa’nın nasıl öldüğünü biliyorlardı. Hz.İsa’nın Roma yetkililerine teslim edilmesi amacıyla küfür savurduğu suçlaması bir komplo aracı olarak kullanılmıştır.
Hz.İsa, Cuma günü öğleden sonra idam edilmişti. Cumartesi günü, Cuma günü gün batımıyla başlayan Şabat günü olması nedeniyle kadınlar, pazar günü sabahına kadar, cenaze töreni ritüelini yerine getirmek üzere mezarı başına gitmemişlerdi. Ve tam da bu zamanda, havarileri Hz.İsa bedeninin göğe yükseldiğini, Tanrı tarafından yeniden diriltildiğini iddia etmişlerdi. Ve sonuç itibariyle, bu aşamadan sonra, Hz.İsa’nın fiziksel olarak göğe yükseldiği iddiası yaygınlık kazanmıştır.
Mesih Olarak Nasıralı İsa
Dört İncil Kitapları yazarları, Nasıralı İsa’nın Yahudi Kutsal Yazılarında vaat edilen/beklenilen Mesih olduğu iddiaları konusunda bazı sorunlarla uğraşmak zorunda kalmışlardı. İsa Mesih sadece ölmekle kalmamış, aynı zamanda, Roma yönetimine karşı hain biri olarak cazını alarak ölmüştür. Ve Tanrı’nın yaklaşmakta olan Krallığı iddiası da gerçekleşmemiştir. Havarilerin bağlı toplulukları arasında tepkiler ortaya çıkmıştı. İşaya Peygamber 53-54. bölümlerinde işkence gören, acı çeken, ölen ve daha sonra Tanrı’nın tahtını paylaşmak üzere göğe yükseltilen “salih bir kul’un” tasviri yapılır. Peygamber İşaya, konunun tarihsel bağlamında, acı çeken hizmetkâr (servant) biri, İsrail milletini temsil ediyordu. İlk Hıristiyanlar acı çeken hizmetkâr İşaya’nın, aslında Nasıralı İsa olduğunu öngürdüklerini iddia ediyorlardı.
Tanrı Krallığının Hz.İsa daha hayarra ve yeryüzündeyken gerçekleşmemesi sorunu, Hıristiyanlıkta yapılan başka bir yenilik üzerinden çözüm yolu bulunmuştu. Bu konu parousia veya İkinci Zuhur olarak bilinir. Artık göklerde olan Hz.İsa ileri bir tarihte yeryüzüne geri gelecek ve o zaman Tanrı egemenliğinin geriye kalan unsurlarını tamamlayıp ortaya çıkaracaktır. Bu inanç, ayrıntılarını Patmoslu Yuhanna’nın Vahiy Kitabında ana hatlarıyla belirtildiği Hıristiyanlığın merkezinde yer almaktadır.
Hz.İsa’nın Havarileri Onun mesajını İmparatorluğun diğer şehirlerine iletmişlerdi. Şaşırtıcı bir şekilde Gentileler de (Yahudi olmayanlar) bu çabalarına katılmak istemişlerdir. Başlangıçta, öncelikle Yahudiliğe (sünnet, beslenme kanunları ve Şabat ibadeti) geçip geçmemeleri konusunda bir tartışma ortaya çıkmıştı. Bu konuda bir karar alınmış ve MS 49 yılında Kudüs’te bu gereksinime karşı çıkılmıştı. Ancak Yahudi ensest yasalarına riayet etmek, kanlı et yememek ve Roma İmparatorluğunun geleneksel tanrılarına ibadet şekli olan putperesliği bırakmak zorundaydılar. Geleneksel Roma dinine karşı vaaz verilmesi, daha sonra MS 1.yüzyıl sonlarında Hıristiyanlara yönelik zulum yaptırım uygulamalarına yol açmıştı.
Ferisi mezhebine mensup Havari Pavlus, Hz.İsa’nın (şimdi Cennette) bir suretini görme deneyiminden sonra harekete katılmış ve Doğu Roma İmparatorluğu muhtelif şehirlerinde “iyi haberi” vaaz etmeye başlamıştı. Ancak, Pavlus’u izleyen toplulukların tarihsel bağlamı içinde bu inanç şekli, zaten var ola gelen bir inanç olup yeni bir dini inanç değildi. Yahudilikte bir değişiklik yapılması yoluyla oluşmuştu. Havari Pavlus, Yahudilerden ve Gentilelerden (Yahudi olmayanlar) oluşan iki katmanlı topluluklar oluşturmuştu, ancak her iki katman da Peygamberlerinin eskatolojik (kıyamet günü) öğretilerinin yerine getirilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Mektuplarında yapılan tavsiyelerin çoğu, Hz.İsa taraftarlarına, Onun yeryüzüne dönmeden önceki dönemde nasıl yaşamaları gerektiği konusuyla ilgiliydi. Havari Pavlus, evrenin Mesih aracılığıyla dönüşümü gerçekleşene kadar kendi neslinin eski düzeni sonuncusu olmasını bekliyordu.
Hz.İsa’ya Tanrı Olarak Tapınma
Nasıralı İsa’ya İsrail Tanrısı ile birlikte (Tanrı’nın tahtını paylaşan biri olarak) tapınıldığına dair ilk kanıtları Pavlus toplulukları arasında buluyoruz. Bu ibadet, Hz.İsa’ya dualar ve ilahiler söylemekten, Onun adına vaftiz etmekten, Onun adına cinleri kovmaktan ve Sona Akşam Yemeği’ni hatırlamak üzere her hafta bir araya gelerek ölümünü anmaktan oluşuyordu. Havari Pavlus’un dediği; bir tanrıya duyulan, bir asırdan beri devam ede gelen saygı ritüeli, Hz.İsa’nın önünde “herkes diz çökmelidir” şeklinde bir ritüel haline gelmişti.
Havari Pavlus’un Romalılara yazdığı mektubunda, Hz.İsa ölümünün kefaret bedeli olarak anlaşılmasının ne anlama geldiğine dair ilk referansı buluyoruz. Kefaret, Tanrı’nın bir emrine karşı yapılan bir ihlali düzeltecek veya telafi edecek bir kurban törenine atıfta bulunuyor. Romalılar 5’te “ilk insan, son insan” benzetmesi tabiri kullanılmıştır. İlk insan olan Âdem günah işlemiş ve cezası, soyundan gelenlerin ölümü olmuştur. Son insan Hz.İsa’nın ölümü ise sonsuz yaşamı getirmiştir. Bu sonsuz yaşam, Nasıralı İsa ölümünün mantığı olarak anlaşılmıştı: Hz.İsa sedece bizim günahlarımız karşılığı değil, aynı zamanda günahlarımızın cezası olan fiziksel ölüm için de ölmüştür. Hz.İsa iman (sadakat) yoluyla kurtulmak, yeryüzüne inip geri geldiğinde taraftarlarının ruhsal bedenlere (fiziksel beden değil) dönüşeceği ve yeryüzünde Mesih’le birlikte hüküm süreceği anlamına geliyordu (1, Korintliler 15). İlk nesil gerçekten öldükten sonra bu kavram, biz ölmeye devam ederken, mümünlerin Cennette, yani öbür dünyada keyif alabilecekleri bir yaşam fikrine göre belirlenmiştir.
MS 2.yüzyılın ortalarında, daha sonra Kilise Babaları olarak adlandırılan Hıristiyan liderler (çoğunlukla piskoposlar) Hıristiyanlığı savunmak üzere Roma İmparatorlarına ve diğer şahsiyetlere savunma (apologia) yazmaya başlamışlardı. Çeşitli felsefi okullarından eğitim almış bu kişiler, savunma yazılarında, Hıristiyanların Hz.İsa hakkındaki görüşlerini felsefi iddialarla uyumlu hale getirmek üzere evrene ilişkin felsefi kavram ve terminolojiyi kullanmışlardı. Böylece Nasıralı İsa, mucize yaratıcı bir Yahudi olmaktan, evrendeki bütün gücün kaynağı olmaya yükseltilmiş oluyordu.
Hz.İsa’nın Hayatı ve Vaizlik Kaynakları
Hz.İsa’nın hayatı ve Onun vaazlik işleri hakkında çağdaş bir kaynağımız henüz bulunmamaktadır. Çünkü o zamanlar kimse bir şey yazmamıştı. Yaygın inanışın aksine, Hz.İsa’nın havarileri İncil Kitaplarını yazmışlardır. Daha sonra gelen Hıristiyan yazarların, bu kitapları adlandırması ve yeterlilik vermesine kadar yaklaşık olarak yüz yıl geçmiş ve İncil kitapları aslında zaten mevcut idiler. Hem İncil Kitapların yazılımı arka planında ve hem de Kudüs şehrinin yıkılması ve Tapınağın yakılmasıyla sonuçlanan Roma yönetimine karşı Yahudi İsyanı (MS 66-73) vardır. Bu durum, Yahudilerin Hz.İsa’yı Mesih olarak kabul etmemelerine karşılık bir ceza şeklinde Yahudilerin üzerine atılmıştır. İncil yazarları, Hz.İsa ölümünü, Yahudi liderlerle olan dini farklılıkların bir sonucundan kaynaklandığını sunarak olağan Yahudi toplulukları ile Yahudi isyancılar arasında ayırım yapmışlardı. Romalı bir mahkeme hâkim eliyle, Hz.İsa’nın masum kişi olarak ilan edilmesi, dolaylı olarak takipçilerinin/müritlerinin de yapılan ihanetten sorumlu olmadıkları anlamına geliyordu.
Hz.İsa hakkında Hıristiyan olmayanların elinden çıkmış en eski kaynak; Yahudi İsyanı sırasında Yahudi bir General konumunda olan tarihçi ve yazar Flavius Josephus’un (S 36-100) eserleridir. Yazar Josephus, o sırada taraf değiştirmiş ve Yahudilerin Tarihini yazmak üzere Roma’ya taşınmıştı: Roma’daki ikamet süresinde birkaç cildini yazmıştır. Hıristiyanların koruması altında olan bu eserlerde, Vaftizci Yahya’nın ölümü, (Markos’un İncil versiyonundan farklı olarak) ve Hz.İsa’nın kardeşi Yakup’un MS 62 yılında idam edilmesiyle ilgili hikâye anlatısı da yer alır. Ayrıca, Testimonium Flavianum olarak bilinen tartışmalı bir metin pasajı da vardır. Tanıklık belgesi olarak dikkate alınan bu Testimonium belgesi Hz.İsa’yı Mesih olarak kabul ediyor ancak kaleme alınan yazıların hiçbir yerinden Hz.İsa’dan bir daha söz etmediğinden dolayı tartışmalı belge olmaya devam ediyor. Bazı akademisyenler arasında belgenin bu kısm, daha sonraki yıllarda Hıristiyan bir yazar tarafından eklenip eklenmediği hala da tartışma konusudur.
İlk dönem Roma kaynakları daha sonraki dönemlerde yazılan yazılardan ileri gelmektedirler. Yazar Genç Plinius (Karadeniz kıyısında Bithynia valisi) Hıristiyan davaları hakkında bazı eserler kaleme almıştı (MS 110). Roma tarihçisi Tacitus (MS 110 dolayında, onu takip eden Suetonius MS 120 yılı dolayında yazmştı), Roma imparatoru Neron (MS 54-68) döneminde, MS 64 yılında, Roma’da yaşanan büyük yangından sonra Roma şehrinde bulunan Hıristiyanlara yapılan zulmün öyküsü anlatır.
Yasal Din Olarak Hıristiyanlık
Hıristiyanlar ilk önceleri, yaklaşık olarak 300 yıl boyunca, tanrıları kızdırdıkları algılamasıyla Roma yönetimi zulmüne uğramışlardı. MS 312 yılında I.Konstantin (MS 306-337) Batı Roma İmparatorluğu makamı için diğer rakiplerine karşı savaşım veriyordu. Roma şehrinde, Milvian Köprüsü Muharebesini kazanmış ve zaferi için Hıristiyanların Tanrı’sına adamıştır. Hıristiyanlık, MS 323 yılında yayınlanan Milano Fermanı ile yasal bir din haline gelmiş ve mensupları artık zulme maruz kalmamışlar.
Bütün bu süre boyunca, daha sonraki dönemde Vatikan’da bulunan ve standart Hıristiyanlık ibadet ve ritüellerini belirleyen Papalık gibi merkezi bir otorite makamı bulunmuyordu; Hıristiyan toplulukları kelimenin tam anlamıyla liderlerinin (şimdilerde piskoposlar) öğretilerini takip ediyor ve birbirleri arasında görüşüp tartışmalarına devam ediyorlardı. Büyük Konstantin dinini değiştirmiş ve sonunda Hıristiyanlığın standart teolojisi haline gelecek olan Kilise Babaları öğretilerini tercih etmişti.
Hıristiyan toplulukları, MS 325 civarında, Hz.İsa ile İsrail Tanrısı arasındaki ilişkiyi tartışıyorladı; bu tartışma bazen şiddetli bir şekilde seyrediyordu. Büyük Konstantin, soruna bir çözüm yolu bumak üzere, günümüz Türkiyesi, İznik (Niceae) ilçesinde, Ekümenik bir toplantı yapılması çağrısında bulunmuştur. Bu toplantı sonucunda, bütün Hıristiyanların inanması gereken başka bir yenilik olan İznik İnancı olarak ortaya çıkmıştı. Yahudilikten gelen inancı koruyan İsrail Tanrısı, yine de en büyük Tanrı oluyordu, ama artık Tanrı’nın özdeş bir özü ve Tanrı Ruhu (Kutsal Ruh) olarak Hz.İsa ile aynı anda tapınılması gerekiyordu; bu kavram, bundan sonra Teslis (Trinity) olarak bilinmeye başlanmıştı.
MS 451 yılında toplanan Kadıköy Kosilinde son bir karar alınmıştı. Alınan bu karar, İsa Mesih’in hem insani ve hemde İlahi dağasının ne olduğu konusunu içeriyordu. Bir dizi tartışmanın ardından Hıristiyan din adamları konuyu bir karara bağlamak üzere bir araya gelmiş ve Hz.İsa’nın aynı anda, İlahi ve insani olmak üzere iki doğasının olduğunu ilan etmişlerdi. Bu iki doğası, hiçbir zaman birbirini etkileyen özellikte olmayıp Nasıralı İsa’nın benzersiz ve farklı unsurları olarak kabul edilip kaynaklarda yer almaya devam etmektedir.
Modern Hıristiyanlık
Doğu Roma ve Batı Roma İmparatorlukları arasında, MS 1053 yılında, Hıristiyan Kiliselerinde doktrinel farklılıklar yaşanması nedeniyle bölünme olmuştu. Doğu Kiliseleri toplu olarak Ortodoks toplulukları sıfatıyla anılmaya başlanmışlardı. Konstantinopolis’te (bugünkü İstanbul) ikamet eden Bizans İmparatoru, MS 1453 yılında, Osmanlı Türkleri yönetiminde yapılan Müslüman fetihlerine kadar Ortodoks Hıristiyanlarının en Yüce Başkanı (suprem head) olarak kalmaya devam etmiştir.
Ortaçağ Kilisesi, Batı Avrupa’da, Roma şehrinde bulunan Katolik Papa Başkanlığındaki Vatikan egemenliğine bağlı olarak faaliyet gösteriyordu. Augustinian bir keşiş olan Martin Luther, MS 1519 yılında, bu sistemin birçok ritüeli ve inanma şekline karşı çıkarak Protestan Reformunu başlatmıştı. İlahiyatçı Martin Luther, başlattığı hareketinde bireysel kurtuluşa giden yol olarak yalnızca inanç üzerine odaklanmıştı.
Hıristiyan misyonerler, sömürgeci yayılmacılık döneminde, kendi çeşitli topluluk öğretilerini Çin, Japonya, Afrika ve Amerika’ya taşımışlardı. Günümüzde Hıristiyanlık dini inancı, 1.3 Milyar sayıda bağlı taraftarıyla, MÖ’deki dünya dinlerin olduğu durumdan çok daha yaygın bir din haline gelmiştir. Laik bir dünyada yaşadığımız halde, gündelik yaşamda izlediğimiz takvimde, Hz.İsa’nın yaşamı döneminde geçen olayları yeniden canlandırıcı özelliği olan Hıristiyan bayramları takvimine önem verilmesine devam ediliyor.