Hammurabi (MÖ 1792-1750), Amori kökenli, Birinci Babil Hanedanlığı altıncı kralıydı ve Mukkades Kitabın Musa Yasası da dâhil olmak üzere sonraki diğer kitaplara model teşkil eden kanun koduyla en çok bilinir. İlk fetih seferinden sonra tüm Mezopotamya coğrafyasında herhangi bir isyan olmasına yol açmadan başarılı bir şekilde Babil egemenliği altna aldığı toprakları yönetebilen ilk hükümdar olmuştur.
Aynı zamanda Ammurapi veya Kammurabi olarak da bilinir ve kraliyet tahtını, Babil Krallığını istikrara kavuşturan, ancak topraklarında istediği genişlemeyi sağlayamayan, karmaşık bir jeopolitikanın hüküm sürdüğü dönemde babası Kral Sin-Muballit’ten devralmıştır. Kral Hammurabi tahta çıktığında Babil Krallığı; Babil, Kish, Sippar ve Borsippa şehirlerinden oluşuyordu. Ardarda düzenlenen askeri fetihlerle, ihtiyaç halinde kurulabilen veya gerektiğinde bozulabilen ittifaklar ve siyasi manevralar yoluyla tüm bölgeyi MÖ 1750 yılına kadar kontrolü altında tutmuştur.
Kralık kayıtlarına, hükümdarlık dönemi mektuplarına ve düzenlenen idari belgelere göre yönetimine bağlı topluluklarda yaşayanların, hayatlarını iyi bir şekilde idame ettirmelerine imkân sağlamıştır. Belirtildiği üzere, tarihte ilk olmasıyla anılan kanun kodlarıyla bilinir. Oysa Mezopotamya’da daha eski kanunlar da vardı ama Kral Hammurabi kanun kodları en açık ve en kapsayıcı olmalarından dolayı, İbrani yazıcıların Mukkades Kitaba aldıkları kanunlar da dâhil olmak üzere diğer kültürler için de bir model olmuştur.
Geçmiş ve İktidara Yükseliş
Amoriler, MÖ 3.binyıldan önceki bir aşamadan Babil’de hüküm süren Eber Nari (günümüzde Suriye) kıyı bölgesinden Mezopotamya topraklarına göç eden göçebe bir halktı ve MÖ 1894 yılında Hanedanlığın beşinci Kralı Sin-Muballit (MÖ 1812-1793), birçok bayındırlık projesini başarıyla tamamlamış, ancak, krallık topraklarında genişleme sağlayamamış veya güneydeki rakip şehir Larsa Karllığı ile rekabet edememiştir.
Larsa şehri Basra Körfezinde en kazançlı bir ticaret merkeziydi ve yapılan ticaretten elde edilen kazanç şehri zenginleştirmiş ve genişleme sağlamaya teşvik etmiş, böylece güneydeki şehirlerin çoğu Larsa şehir devleti kontrolü altına alınmıştır. Kral Sin-Muballit, Larsa krallığına karşı savaşta, Babil krallık kuvvetlerine liderlik etmiş ancak Larsa Kralı Rim Sin I güçlerine yenilmiştir. Bu aşamadan sonra aslında nelerin yaşandığı hala belirsizdir, ancak, anlaşıldığına göre Kral Sin-Muballit, oğlu Kral Hammurabi lehine kraliyet tahtından çekilmek durumunda kalmıştır. Kral Rim Sin I’in, Kral Hammurabi’nin Larsa Krallığı için tehdit oluşturup oluşturmadığı konusunda ne düşündüğü bilinmemektedir, şayet tehdit oluşturduğunu düşündüyse de, yanılmış olduğu kanıtlanacaktır. Tarihçi Durant bu konuda şöyle yazmaktadır:
Babil tarihinin başlangıcından bu yana, kırk üç yıllık hükümdarlığı boyunca, fatih ve kanun koyucu sıfatıyla Kral Hammurabi’nin güçlü figürü durmaktadır. İlk döneme ilişkin mühürler ve kitabeler Hammurabi’yi kısmen bize tanıtıyorlar; ateşli ve dahi genç bir kral, savaş sırasında tam bir kasırga, tüm isyancıları ezip geçen, düşmanlarını bozguna uğratıp paramparça eden, ulaşılmaz dağların zirvelerinde gezen ve hiçbir çatışmayı kaybetmeyen bir komutan. Kral Hammurabi yönetimi altında bulunan aşağı vadinin savaşan küçük devletleri birlik ve barışa zorlandılar ve tarihi kanunlar hükümlerine göre düzen ve güvenlik içinde disipline edildiler.
Kral Hammurabi, iktidarı dönemi ilk başlarında, Larsa Kralı Rim Sin I’in öfkesine yol açacak herhangi bir davranışta bulunmamıştır. Kral Hammurabi kendi saltanat faaliyetlerine, yönetimini merkezileştirip düzene sokarak, babasının başlatmış olduğu inşaat programlarını sürdürerek ve şehrin duvarlarını genişletip yükselterek başlamıştır. Ünlü kanun kodları (yaklaşık MÖ 1772) çıkarmış, halkın yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamaya özen göstermiş, tarlaların sulama işlerine olanak sağlamış ve kontrolü altındaki şehirlerin altyapı bakım işlerini yaparak iyileştirmiş ve aynı zamanda tanrılara görkemli tapınaklar inşa ettirmiştir. Diğer yandan, birliklerini belli bir düzene sokmuş ve Mezopotamya’nın güney bölgesine yönelik seferleri planlamıştır.
Mezopotamya Fatihi
Akademisyen Stephen Bertman, Kral Hammurabi’nin kişisel karakterini; saltanatının ilk başlarında nasıl da kendi avantajı yönünde çalıştığını aşağıya çıkarılan yazıda belirtiyor:
Hammurabi, yenekli bir yönetici, becerikli bir diplomat ve kurnaz bir yayılmacı, hedeflerine ulaşmada çok sabırlı bir kraldı. Tahta geçtikten sonra, insanların borçlarını affeden bir bildiri yayınlamış ve saltanatının ilk beş yılında tanrıların, özellikle Babil’in hamisi Baş Tanrı Marduk’un kutsal alanlarını dindarca yenileyerk popülaritesini daha da artırmıştır. Ardından da, ülkesindeki gücünü güvence altına almış ve askeri güçlerini sefere hazırlayarak, güneyde ve doğuda rakip devletlere beş yıllık bir seferler serisini başlatmış ve topraklarını genişletmiştir.
Elam Krallığı/Elamlılar doğuda Mezopotamya’nın orta ovalarını işgal ettikleri zaman, Kral Hammurabi Elamlıları yenmek amacıyla Larsa Krallığı ile ittifak yapmıştır. Bu ittifak çabasında başarılı olmuş, gerektiğinde yapılan ittifakı bozmuş, Nippur ve Lagash şehir devletleriyle yeni ittifaklara kurarak daha önce Larsa Krallığı elinde bulunan Uruk ve Isin şehirlerini almıştır. Diğer devletlerle yapılan ittifaklar; Kral gerekli gördüğü zaman defalarca bozulmuştur. Ancak diğer hükümdarlar Kral Hammurabi ile anlaşma yapmaya devam ettikçe, Hammurabi’nin daha önce başkalarına yaptığı gibi, aynısını onlara da yapacağı kimsenin aklına gelmemiş gibi görünüyor.
Kral Hammurabi Uruk ve Isin şehirlerini fethettikten sonra dönmüş ve Nippur ile Lagash şehirlerini almış ve ardından da Larsa Krallığını da fethetmiştir. Bu çatışmada ilk kez kullandığı bir savaş tekniği; koşullar uygun olduğu zaman, diğer rakiplerine karşı tercih edeceği bir yöntem haline gelmiştir: Teslim olana kadar düşmandan uzak tutmak üzere şehrin su kaynakları önüne set çekmek veya sular önüne bir baraj koyarak alıkoymak suretiyle sonra bir saldırı düzenlemeden önce şehri sular altında bırakmak için barajın kapaklarını açmak. Şehrin sularını tutma ve sel baskını yöntemi daha önce Hammurabi’nin babası tarafından kullanılmış, ancak, o dönem için daha az etkili olan bir savaş yöntemi olmuştur. Larsa krallığı, Kral Rim Sin’in son kalesiydi ve düşmesiyle birlikte güneyde Babil Krallığına karşı duracak başka hiçbir güç kalmamıştır.
Mezopotamya’nın güney kesimleri kontrol altına alındığında, Kral Hammurabi kuzeye ve batıya yönelmiştir. Suriye’deki Amori Mari Karllığı uzun süredir Babil Krallığının müttefikiydi ve Hammurabi, Kral Zimri-Lim (MÖ 1775-1761) ile dostane ilişkilerini sürdürmüştür. Kral Zimri-Lim, Mezopotamya’nın kuzeyinde başarılı askeri safereler düzenlemiş ve bu zafer sonucunda elde edilen zenginlik sayesinde Mari Krallığı bölgedeki en büyük ve en görkemli saraylardan birisine sahip olup diğer şehirlerin imrendiği bir hale gelmiştir.
Bu konuda araştırma yapan akademisyenler, Kral Hammurabi’nin Larsa Kralı Zimri-Lim ile ittifakını neden bozduğunu uzun süreden beri tartışıyorlar, oysa bu ittifakın bozulma nedeni açık olarak görünüyor: Mari şehri, Fırat Nehri üzerinde önemli, lüks ve mürrefeh bir ticaret merkeziydi, büyük zengin kaynaklarına ve tabii ki su kullanım hakkına sahipti. Kaynaklardan faydalanmak üzere pazarlık yapmak yerine şehri doğrudan elinde tutmak her hükümdarın tercih edeceği bir politika oluyordu ve bu politika kesinlikle Kral Hammurabi için de geçerliydi. Kral Hammurabi MÖ 1761 yılında Mari şehrine doludizgin saldırmış ve belirsiz bir nedenden dolayı sadece fethetmek yerine, Mari şehrinde yıkım yapmayı tercih etmiştir.
Bu yıkım yapma konusu, Kral Hammurabi’nin daha ilk etapta şehrin üzerine neden yürüdüğü konusundan daha büyük bir muamma olmaktadır. Fethedilen diğer şehirler krallık topraklarına dâhil edildiler ve ardından da onarımları yapılarak geliştirildiler. Mari şehrinin Kral Hammurabi yönetimi için neden bu kadar istisnası olduğu bilim insanları nezdinde hala da tartışma konusudur. Bu istisnanın nedeni, Kral Hammurabi, Babil şehrinin Mezopotamya şehirlerinin en büyüğü olmasını istemesi ve Mari şehrinin ise Babil’in onuru için kesin bir rakip şehir özelliğinde olması olabilir.
Aynı yıl düzenlenen tarihi kayıtlarda kaybolduğu belirtilen Larsa Kralı Zimri-Lim’in bu çatışma sırasında öldürülmüş olabileceği düşünülüyor. Kral Hammurabi, Mari şehrinden Asur şehri üzerine yürümüş, Asur Krallığı bölgesini ve nihayet antik Sümer kenti Eşnunna Krallığına (suları kapatarak) fethetmiş, böylece MÖ 1755 yılında tüm Mezopotamya topraklarını yönetimi altına almıştır.
Hammurabi Yasası ve Halkın İlgisi
Babil Kralı Hammurabi, düzenlediği seferlere hatırı sayılır bir zaman ayırmış, egemenliği altına aldığı coğrafyada halkın geçimini sağlamaya özen göstermiştir. Kral Hammurabi’ye yaşamı boyunca uygun görülen popüler bir ünvan, bölgede inşa etmek istediği birçok inşaat ve kanal projesi nedeniyle “arazinin kurucusu” anlmına gelen bani matim ünvanı olmuştur.
Döneme ait belgelerin incelenmesinde, Kral Hammurabi yönetimi etkisi ve Mezopotamya halkı yaşam seyrini iyileştirmeye yönelik samimi arzusunu doğrulandığı anlaşılmaktadır. Yazılan mektuplar ve düzenlenen idari işler belgeleri (kanalların inşaası, halka yiyecek dağıtımı, kent alanlarının düzenlenmesi, inşaat projeleri ve yasal konular) Kral Hammurabi’nin kişiliği hakkında var olan görüşü desteklemektedir. Hammurabi’nin ünlü yasa kodunun önsözü şöyle başlıyor:
Yüce Anu, Annunaki ve Bel panteonunda en büyük Tanrı K ralı, Yerin ve Göğün Efendisi, yeryüzündeki insanların kaderini tayin eden, insanlık yönetimini Marduk’a tevdi eden, Babil’in yüce adını teleffuz eden, dünyanın dörte birinde adını yücelere yükselten, temelleri yer ve gök kadar sağlam olan ebedi bir krallık kurmuştur. O dönemde, adaletin hâkim olmasını sağlamak, kötüyü ve kötülüğü yok etmek, güçlünün zayıfı ezmesine engel olmak, ülkeyi aydınlatmak ve halkın refah düzeyini artırmak üzere panteon tarıları Anu ve Bel, tanrılara ibadet eden yüce prens Hammurabi diye beni çağırdılar. Tanrı Bel’in ülkeye kral olarak atadığı, bu topraklara bolluğu ve bereketi getiren benim. (Durant, 219).
Kral Hammuranbi’nin kanun kodları tarihteki ilk kanunlar değildir (genellikle ilk kanun kodu olarak bilinir), ancak, Kutsal kitaplarda anılan kanun kodlarından da önce, antik çağlardan beri var olan kanun kodların kesinlikle en ünlüsü olma üzelliğini taşımaktadır. Ur-Nammu (MÖ 2047-2030) veya oğlu Shulgi of Ur (2029 -1982) tarafından yayınlanan Ur Namu Yasa Kodu (2100-2050) dünyanın en eski yasasıdır. Ancak, Kral Hammurabi kanun kodu önceki dönemlerde çıkarılan kanunlardan önemli açılardan farklıdır. Tarihçi Kriwacze yazdığı yazılarında bu konuya şöyle bir açıklama getirmektedir:
Hammurabi yasaları eşi görülmemiş bir sosyal ortamın şokunu yansıtmaktadır: Çok etnikli, çok kabileli Babil Krallığı dünyası. Daha önceki Sümer-Akad dönemlerinde, tüm topluluklar kendilerini aynı ailenin ortak üyeleri, tanrıların gözünde eşit derecede hizmetkârlar olarak hissetmişlerdir. Bu gibi durumlarda, anlaşmazlık konuları olduğu zaman, kan’ın su’dan daha kalın olduğu ve adil tazmin edilmenin intikam almadan daha arzu edilir olduğu, toplu olarak kabul edilen bir değerler sistemine başvurularak çözüm yoluna gidilmiştir. Ancak şimdi, şehirli vatandaşlar tamamen farklı bir yaşam tarzını takip eden göçebelerle genellikle omuz omuza olduklarında, birkaç Batı Sami Amurru dilinin yanı sıra diğer dilleri konuşanlar, anlayışsız Akadlarla bir araya geldiklerinde, çatışma çok kolay bir şekilde diğer anlaşmazlık konularına sıçramış olmalı. İntikam alma ve kan davaları çoğu zaman İmparatorluğun bütünlüğünü tehdit etmiş olmalı.
Kral Ur-Nammu Yasası “aynı ailenin müşterek üyeleri” kavramına dayanır, çünkü bu anlamda, başından sonuna kadar toplumun riayet etmesi için uygun görülen bir davranışın insanlar tarafından anlaşılması ve kabul edilmesi anlamına gelir. Kanuna riayet etmesi gereken herkesin tanrıların kendilerinden ne istediğini zaten bilmesi ve kralın sadece tanrının iradesini uygulaması bekleniyordu. Tarihçi Karen Rhea Nemet-Najat bu konuda şöyle yazmaktadır:
Kral, evrende kanun ve düzeni kuran tanrılar adına adaleti sağlamakla doğrudan sorumluydu.
Kral Hammurabi’nin yasa kodları, bir kabile veya bir şehir insanları tanrıların iradesine ilişkin anlayışın diğerlerinden farklı olabileceği daha sonraki bir zamanda yazılmıştır. Konuyu daha anlaşılır kılmak amacıyla, Hammurabi kanunu, bu konuda tanrının iradesinin toplumsal bir anlayışını varsaymada, suçu ve “böyle bir suçun işlenmesi için devlet tarafından verilecek cezayı” açıkça belirterek intikam alma ve kan davalarını engellemeye çalışmıştır, Şöyle ki;
Bir adam, başka bir adamın gözünü çıkarırsa, onun da gözü çıkarılır.
Başka bir adamın kemiğini kıran bir kişinin de kemiği kırılır,
Bir adam kendi denginin dişlerini kırarsa, onun da dişleri kırılır,
Bir inşaatçı, birisine bir ev inşa ederse ve onu düzgün yapmaz ise,
Ve inşa ettiği ev çöküp sahibinin öldürülmesine neden olursa, sonra o inşaatçı da öldürülür,
Şayet ev sahibinin oğlunun öldürülmesine yol açarsa, inşatçının da oğlu öldürülür.
Kral Hammurabi kanun kodları; para cezaları ve toprak cezaları öngören daha önceki Ur-Nammu Kanunundan farklı olarak, Lex Talionis (Kısasa Yasası) olarak bilinen, cezanın doğrudan işlenen suça karşılık geldiği, daha ziyade “bir ceza” kavramı olarak bilinen, cezalandırıcı olarak kabul edilen, cezalandırıcı adalet kanunu ilkesinin somut bir örneği oluyordu. Yani, “Göze göz, dişe diş” ilkesi, Eski Ahit’te yer alan daha sonraki kanunlarla ünlenmiş ve Çıkış Kitabında yazılı bulunan şu pasajda örneklenmektedir:
İnsanlar kavga ettikleri zaman, hamile bir kadın dövülürse ve kadın erken doğum yaparsa, ancak ciddi bir yaralanma olmaz ise, yaralanmayı yapan fail, zarar gören kadının kocasının talep edeceği veya mahkemenin öngöreceği miktarda para cezasına çarptırılacaktır. Şayet ciddi bir yaralanma meydana gelmiş ise, cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, el’e karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanık bir yaraya karşılık yanık, bir yaraya karşılık bir yara ve bir bereye karşılık bir bere cezası verilecektir. (Çıkış 21:22-25).
Dolayısıyla, Kral Hammurabi’nin yasa kodu, işlenen suçun kanıtlarını sıkı bir şekilde ele alan ve bu suç için özel bir ceza belirleyen gelecekteki kanunlar için standart oluşturmuştur. Ancak kişinin suçluluğuna ya da masumiyetine karar veren, sanığın belirli bir cezayı yerine getirmeye (genellikle bir nehre atılmak ya da bir nehir boyunca belirli bir mesafeyi yüzmek zorunda kalmak) mahkûm edildiği çok daha eskiye dayanan çile çekme yöntemiydi. Başarıli olan kişi masumiyetini kanıtlıyordu, başaramayan ise suçlu oluyordu. Kral Hammurabi kanunları şöyle bir cezayı şart koşuyordu:
Eğer bir adamın karısı, başka bir adam ile adı çıkmışsa, onunla birlikte yakalanmamış olsa bile, kocasının selameti için kadın ilahi nehre atılmalıdır.
Bu cezayı çeken ve bu çetin sınavdan sağ olarak kurtulan kadın artık masum olarak tanınacaktır. Ancak, daha sonra, kadına suçlama getiren kişi yalancı şahitlik yapmaktan suçlu bulunacak ve ölümle cezalandırılaktır. En ciddi suçlardan kabul edilen zina ve büyücülük suçlarına karşılık bu çile çekme cezasına düzenli olarak başvuruluyordu. Çünkü bu iki ihlalin toplumsal istikrarı büyük olasılıkla zayıflatacağı düşünülüyordu. Eski bir Mezopotamyalı için büyücülük, günümüzdeki büyücülük tanımıyla tam olarak aynı değildir. Ancak, tanrıların bilinen iradesine aykırı eylemlerin gerçekleştirilmesi sınırları dâhilinde gerçekleşiyordu; kişinin kendisine bu türden bir güç atfettiği ve bu gücü yansıtığını gösteren eylemler, yalnızca tanrıların sahip olabileceği saygınlık oluyordu. Mezopotamya tarihinin birçok döneminde kötü büyücüler ve büyücülerle ilgili hikâyelere rastlanır: Bu tarzda hikâye yazarları, öyle görünüyor ki, insanların çile çekmeye maruz kaldıkları zaman çektikleri ceza gibi durumlarda, büyücülük suçu işleyenlerin her zaman sonu kötü olduğu bir sahneyle bitirirler.
Hammurabi'nin Ölümü ve Mirası
Kral Hammurabi MÖ 1755 yılında Mezopotamya’nın tartışmasız hâkimi olduğu dönemde yaşlı ve hastaydı. Hayatının son demlerinde oğlu Samsu-Iluna Krallık tahtını devralmış ve MÖ 1749 yılında hükümdarlık sorumluluğunu üstlenmiştir. Antik bir Sümer kenti ve Mezopatmya merkezinde bulunan Eşnunna Krallığının fethedilerek Babil Krallığından alınması bölgeyi Hititler ve Kassitler gibi güçlerin saldırılarından koruyan doğudaki bariyerleri kaldıran nitelikte olmuştur. Bu bariyer artık kaldırılmış olduğunda ve büyük kralın zayıf düştüğü haberi yayıldığında, doğu kabileleri ordularını istila faaliyetlerine hazırlamışlardı. Kral Hammurabi MÖ 1750 yılında öldüğünde oğlu Samsu-Iluna, babasının kurduğu krallığı işgalci güçlere karşı korumaya çalışırken, aynı zamanda, Krallık başkeni Babil kontrolü altındaki çeşitli bölgeleri korumak zorunda kalmıştır; ancak, bu toprakları elinde tutma gücü onun başaramayacağı derecede zorlu bir görev oluyordu.
Kral Hammurabi’nin yaşadığı dönemde kurduğu devasa krallık toprakları, ölümünden bir yıl sonra parçalanmaya başlanmıştı. Ve vassal devletlerin parçası olan şehirler sınırlarını güvence altına almış ve özerkliklerini ilan etmişlerdi. Kral Hammurabi’nin haleflerinden hiçbiri krallığı yeniden bir araya getirememiş ve önce Hititler (MÖ 1595) ve ardından Kassitler istila hareketlerine başlamışlardı.
Hitit Krallık güçleri Babil şehrine girken yağmalamış ve Kassitler şehre yerleşip yeniden adlandırmışlardı. Kral Hammurabi’nin onlarca yıl önce yenilgiye uğrattığı Elam Krallığı, MS 1901 yılında Elam şehri Susa’da keşfedilen Hammurabi Kanunları Dikilitaş Kitabesine el koyup götürmüşlerdi.
Kral Hammurabi günümüzde bile, çıkardıkları kanun kodları, daha sonraki dönemlerde çıkarılan kanunlar için standart oluşturan bir kanun koyucu olarak anılıyor. Ancak, kendi zamanında, tıpkı Akad’lı Büyük Sargon olma sıfatıyla biliniyor. Kral Hammurabi, kendini yayılmacı Kral Sargon ile ilişkilendirerek, “Güçlü Kral, Babil’in Kralı, Dünya’nın Dört Bölgesinin Kralı, Sümer ve Akad’ın Kralı, Tanrı Bel’in/Marduk’un topraklarını ve üzerinde yaşayan insanları egemenliğine bağlı bırakmış, yönetme dizginlerini eline vermiş olduğu” ve tıpkı Akad Kralı Sargon gibi (ve diğerleri gibi), kendi meşru yönetiminin tanrıların iradesiyle tayin edildiğini iddia etmiştir.
Bununla birlikte, birçok etnik topluluktan oluşan imparatorluğu sürekli olarak iç çekişmelerle parçalanan Akad Kralı Büyük Sargon yönetiminin aksine, Babil Kralı Hammurabi, yaptığı fetihlerin ardında, halkın göreceli bir barışa kavuştuğu krallık topraklarını yönetiyordu. Akademisyen Gwendolyn Leick bu konuda şöyle yazmaktadır:
Kral Hammurabi, Mezopotamya’nın büyük krallarından biri olmaya devam ediyor; doğru zamanı bekleyecek kadar sabırlı, sonra da kaynaklarını fazla zorlamadan hedeflerine ulaşacak kadar acımasız, olağanüstü bir diplomat ve müzakereci.
Akad Kralı Sargon ya da sonra gelen torunu Kral Naram-Sin’in aksine, Kral Hammurabi’nin şehirleri ve bölgeleri defalarca yeniden fethetmek zorunda kalmaması, ferhedilen şehirleri Babil Krallığı egemenliği altına aldıktan sonra çoğunlukla yakın ilgi göstermesi, bölge sakinlerinin yaşam standartlarını iyileştirmesi (elbette, Mari şehrinin dikkate değer bir istisnası var) Kral Hammurabi yönetiminin bir özelliği oluyordu. Yasa koyucu bir Kral olarak mirası, sosyal adaleti sağlama ve halkın yaşam standartını iyileştirmesine olan eşi görülmemiş ilgi göstermek olmuştur.