M.Ö. 1700'den önce Anadolu'nun (Küçük Asya adıyla da bilinir, günümüzde Türkiye) antik bölgesinde yaşayan Hititler, görünüşte yerli Hatti (ve büyük ihtimalle Hurriler) halkından gelen bir kültür geliştirmiş ve kurdukları toprakları Mısır'a karşı rekabet eden ve bu ülkeyi tehdit altında bırakan bir imparatorluğa dönüştürmüşlerdir.
İbrani Kutsal Kitabı Tanah'ta (aynı zamanda Hristiyan Eski Ahit'i olarak da bilinir) defalarca İsrailoğulları ve onların tanrılarının düşmanları arasında zikredilirler. Yaratılış Bölüm 10'a göre, Kenan oğlu Heth'in soyundan gelen bu kavim, Nuh'tan doğan Ham'ın oğludur (Yaratılış 10: 1-6). Dolayısıyla günümüzde bilinen adları İncil'den ve aynı zamanda bugünkü adıyla 'Khatti' ya da 'Hatti Krallığı' (Hititlerin yaşadığı topraklara verilen ad) diye bilinen bir 'Kheta Krallığı'ndan söz eden Mısır'daki Amarna Mektupları'ndan gelmektedir, oysaki o dönemin başka belgelerinde olduğu üzere kendi belgelerinde de onlardan Nesili (ya da nasili, nisili) diye bahsedilmektedir.
Günümüz araştırmacıları Hititlerin bölge üzerindeki hâkimiyetini iki döneme ayırmaktadır:
- Eski Krallık Dönemi (M.Ö. 1700-1500)
- Hitit İmparatorluğu adıyla da bilinen Yeni Krallık Dönemi (M.Ö. 1400-1200)
Tarihin bu şekliyle aktarılmasını tercih edenler açısından bu iki dönem arasında Orta Krallık Dönemi diye bilinen bir ara dönem yer almaktadır. Orta Krallığı benimseyen ve benimsemeyen bilim çevreleri arasında yaşanan uyuşmazlık, Eski Krallık ve Yeni Krallık Dönemleri arasındaki bir kopukluğun söz konusu olmamasından, yalnızca 100 yıldan daha kısa süren ve ne olduğu hakkında pek az bilgi bulunan bir 'karanlık çağ'ın varlığından ileri gelmektedir. I. Şuppiluliuma (M.Ö. 1344-1322 civarı) ve oğlu II. Murşili (M.Ö. 1321-1295 civarı) dönemlerinde zirve noktasına ulaşan Hitit İmparatorluğu, daha sonraları düşüşe geçmiş ve defalarca gerçekleşen Deniz Kavimleri (ya da Deniz Halkları) ve Kaşka (ya da Kaska Kavmi) saldırılarından sonra Asurluların hâkimiyetine girmiştir.
Arkeoloji & Dil
Hititler konusunda, bir zamanlar Hitit İmparatorluğu'nun başkenti olan Hattuşaş'ın bulunduğu Boğazköy'de (günümüzde Boğazkale, Türkiye) kazı çalışmalarının başladığı M.S. XIX. yüzyılın sonlarına kadar İncil'deki referanslardan ve Mısır'dan gelen bölük pörçük belgelerden başka bilinen pek az veri bulunuyordu. Tarihçi Christopher Scarre Hattuşaş'ı şöyle tarif etmektedir;
Kayalık araziye doğru uzanan, içinde sarp kaleler ve özenli yapılmış tapınaklar bulunan devasa bir kale kentidir. Bu yer, yalnızca Anadolu'nun büyük bir bölümünü değil, aynı zamanda bazen güneye, Suriye'ye ve Doğu Akdeniz'e (Levant) kadar uzanan kudretli bir imparatorluğun merkezi hâline gelmiştir (206).
Hattuşaş aslen M.Ö. 2500 yılında Hatti (Anadolu'nun yerli bir kavmi) tarafından kurulmuştur ve bu halkın kültürü Hititlerin kültürünün temelini oluşturmuş olabilir. Öte yandan Bu çok önemli karmaşık yapı ve bunu büyük imparatorluklarıyla birlikte kuranlar, önce İrlandalı misyoner William Wright tarafından M.S. 1884'te, ardından da Alman arkeolog Hugo Winckler tarafından M.S. 1906'da yazdıkları bulunana kadar neredeyse pek bilinmiyordu.
Winckler, M.S. 1912 yılına gelindiğinde "Hitit kraliyet arşivlerinden 10.000 kil tablet çıkarmıştı" (Scarre & Fagan, 206). Tarihlerini ve yaptıkları antlaşmaları kayıt altına aldıkları bu tabletler nispeten hızlı bir sürede deşifre edilmiştir. Tarihçi Erdal Yavuz tabletlerin deşifre sürecini bir örnekle anlatmaktadır (gerçi Hitit yazısının anlaşılmasına katkıda bulunan başka bilim insanları da olmuştur, bilhassa Archibald Sayce bunlardan sadece biridir):
1879-1952 yılları arasında Viyana Üniversitesi'nde Çek asıllı bir profesör olan Bedrich Hrozny, 1916 yılında Hitit dilini deşifre etmiştir. Çıkış noktası çivi yazısıyla yazılmış bir yazıttaki bir cümleydi: "Nu Ninda-An Ezzateni, Vatar-Ma Ekuteni". Hitit metinlerinde pek çok Babilce sözcük bulunduğundan, bu konuda ipucunu sağlayan da Babilce `yemek' ya da `ekmek' manalarına gelen `ninda' sözcüğüydü. Bunun üzerine Hrozny kendisine basit bir soru sordu: İnsan yemekle ya da ekmekle ne yapar? Bu sorunun elbette ki karşılığı yemektir. Öyleyse `ezzateni' sözcüğü yemek yemekle alakalı olmalıdır. O halde `ninda' sözcüğündeki `-an' eki doğrudan bir nesnenin belirteci olmalıdır. Bu iki önermeyle birlikte Hrozny, Hint-Avrupa dillerinin hem kelime dağarcığına hem de dilbilgisine mercek tuttu. 'Yemek yemek' fiilinin yalnızca Türkçede değil, Yunanca (edein), Latince (edere) ve Almancada (essen), İngilizcede (eat), bilhassa da Orta Çağ Almancasında (ezzan) Hitit dilindeki `ezza' ile benzerlik gösterdiğini tespit etti. Şayet bu durum doğruysa, yazıtın ikinci satırı pek de sorun teşkil etmiyordu, zira İngilizce 'water' ya da Almanca 'wasser' şeklinde kolaylıkla tercüme edilebilecek olan `vatar' sözcüğüyle başlıyordu. Ancak Hrozny cümlenin tamamının "Şimdi Ekmek Yiyeceksin, Suyu da İçeceksin" şeklinde okunması önerisinde bulunmuş ve bunun Hitit dilinin tamamına uygun olduğu ortaya çıkmıştır. Bu dil Hint-Avrupa dillerinden geliyordu. (1)
Ne var ki Hrozny'nin çalışması yayımlandıktan sonra, başlangıçta Hitit tarihini hem aydınlığa kavuşturmuş hem de belirsizliğe sürüklemiştir. Antik tarih araştırmacıları arasında Hindistan'ın kuzeyden Aryanlar ("Aryan İstilası") diye bilinen kavimler tarafından istilâ edildiği ve bu istilâcıların geldiği bir yerde Hindistan'a doğru giden bir anavatan bulunduğu yönünde uzun zamandır yaygın bir teori hâkimdi. Nitekim Winckler'in gün ışığına çıkardığı belgeler de bu teoriyi teyit eder nitelikteydi.
Söz konusu dönemde Anadolu'da Hint-Avrupa dillerinin bilindiğine dair hiçbir delil bulunmadığından, Hindistan'ın bu iddia edilen istilasının başlatıldığı aynı esrarengiz anavatandan bir tür yayılmanın ve büyük ihtimalle bunun gerçekleşmiş olması gerektiğini varsayılıyordu. Bu durumu değerlendiren tarihçi Marc van de Mieroop şöyle demektedir:
XIX. yüzyılda Hindistan'ın kuzeyinde bir yerlerde bir Hint-Avrupa anavatanı olduğuna dair güncelliğini yitirmiş bir görüşün etkisiyle, bilim dünyasında büyük ölçüde bir istilaya ilişkin delil aramaya yönelik çalışmalar yapılmıştır. Ne var ki söz konusu bu arayış sonuçsuz kalmıştır. Hint-Avrupa dillerini konuşan insanların Anadolu'da her zaman varlık göstermediklerini düşünmek için ortada bir neden olmadığı gibi, bunların II. binyıla gelindiğinde net bir biçimde ayırt edilebilir bir grup hâline gelmiş olacaklarını da ileri süremeyiz. Elimizdeki tek tespit, yazılı kaynakların bize Anadolu'da kullanılagelen diller konusunda verdiği bilgilere dayanarak, bazı toplulukların Hint-Avrupa dillerini konuştuğu, bazılarının ise konuşmadığı yönündedir. (119)
Eski Krallık Dönemi
Eski Hitit Krallığı tarihte ilk olarak M.Ö. 1700 yılında Hitit Kralı Anitta'nın Kuşşara (Kuššar) Krallığı'na bağlı olan Hattuşaş'ı yağmalamasıyla ortaya çıkmıştır. M.Ö. 2500'den bu yana Hatti'nin güçlü bir kenti konumunda varlığını sürdüren Hattuşaş, Hititlerin kenti ele geçirip bu topraklara hâkim olmasından çok sonra bile 'Hatti ülkesi' adıyla anılmaya devam etmiştir. Bu kent Akad Kralı Büyük Sargon'un (M.Ö. 2334-2279) ve torunu Naram-Sin'in (M.Ö. 2261-2224) saldırılarına göğüs germiş, ancak kenti yakıp yıkan, lanetleyen ve burayı yeniden inşa etmeye kalkışacak herkesi felakete mahkûm eden Kral Anitta'nın hâkimiyetine girmiştir.
Ne var ki kentin yıkılmasından kısa bir süre sonra, adı 'Hattuşaşlı' manasına gelen I. Hattuşili (Hattušili) adında bir başka Kuşşara kralının idaresinde tekrardan inşa edilmiştir. Eskiden adı 'Kuşşaralı Adam' olarak bilinen Hattuşili'nin, bu yeni adı kenti tekrar inşa ettikten sonra, Hattuşaş'ın Kuşşara karşısında kazandığı üstünlüğün simgesel bir göstergesi olduğunu öne süren araştırmacılar da bulunmaktadır (ancak bu görüşe başka araştırmacılarca kuşkuyla yaklaşılmaktadır). Elde bulunan birincil derecede delil olmamasından ötürü bu adı ne zaman ve neden aldığı kesin olarak saptanamasa da I. Hattuşili'nin Hitit krallığını kurduğu gayet net bir şekilde ortadadır.
Kadim bir belge olan Telepinu Fermanı'na (M.Ö. 16. yüzyıl) dayanarak verilen bilgiler ışığında Hattuşili, uçsuz bucaksız bir coğrafyayı fethetmiş olan büyük bir savaşçı idi. Bu Ferman'da onun hükümdarlığına ilişkin anlatılanlar kısmen şu şekildedir:
Ardından Hattuşili kral olunca onun erkek evlatları, kardeşleri, akrabaları, aile mensupları ve askeri birlikleri bir araya toplandı. Sefere çıktığı her yerde düşmanın topraklarını kuvvet kullanarak hâkimiyeti altına aldı. Hattuşili bu toprakları birbiri ardınca yerle bir etti, ellerindeki gücü alıp onları denizin sınırları içine dâhil etti. Seferden döndüğünde oğullarının her biri ayrı bir ülkeye gitti ve büyük kentler Hattuşili'nin elinde refaha kavuştu. Ne var ki, prenslerin hizmetkârları zamanla yoldan çıkınca, mülkleri talan etmeye, durmadan efendilerine karşı komplo düzenlemeye ve onların kanını akıtmaya başladılar. (Van de Mieroop, 120)
Söz konusu bu kısım, Hattuşili'nin kendi geniş ailesinden aldığı destekle birleşik bir krallık kurduğu, ancak bunu başardıktan sonra oğullarının, kendilerini sorumlu tuttuğu bölgelerin imkânlarını kullanarak Hattuşili'ye başkaldırdığı yönünde yorumlanmaktadır. "Prensesin hizmetkârları" referansı ya Hattuşili'nin oğulları ya da onların meşru yönetimine karşı başkaldıran oğullarının bakanları ve danışmanları manasında yorumlanmıştır. Söz konusu bu erkek evlatlar ister suikasta kurban gitmiş olsunlar, ister isyanın aracıları olsunlar, veraset sırasında kendilerinden söz edilmemektedir.
Ölüm döşeğindeyken Hattuşili torunu Murşili'yi varisi olarak seçmiştir. Bu konuda Van de Mieroop şöyle not düşer: "Yeni kralın hükümdarlık dönemi pek az bilinmektedir, ancak eldeki lakonik (kısa, az ve öz veciz içeren sözler) kaynaklar son derece etkili iki eylemden söz etmektedir: Halep'in ve Babil'in yerle bir edilmesi. Ne var ki yaptığı askeri harekâtları bir istila süreci takip etmemiştir" (121). Büyükbabasının aksine, Murşili (Muršili) öteki krallıklara yaptığı akınları, onların topraklarını ve kaynaklarını kendi krallığına dâhil etmek amacıyla değil, sırf elde edeceği ganimetler uğruna gerçekleştirmiş gibi görünmektedir. Bu hükümdarlık Telepinu Fermanı'nda kayıt altına alınmıştır:
Murşilli Hattuşaş kentinde kral olduğu zaman erkek evlatları, kardeşleri, akrabaları, aile mensupları ve askeri birlikleri bir araya toplandı. Zor kullanarak düşmanın ülkesini kontrol altına aldı, ellerindeki gücü alıp onları denizin sınırları içerisine dâhil etti. Sonra Halep kentine giderek orayı yerle bir etti ve Halep'ten sürülenleri ve oradaki ganimetleri alarak Hattuşaş'a götürdü. Bundan sonra Babil'e gitti ve kenti yerle bir etti. Babil'den sürgün edilenleri ve oranın değerli eşyalarını alarak Hattuşaş'a götürdü. Bu sırada Hantili kupa taşıyıcısıydı ve yanında Murşili'nin kız kardeşi olan Harapşili vardı. Zidanta, Hantili'ye gizlice yaklaşarak şeytanca bir eylem gerçekleştirdi, böylece Murşilli'yi katlederek onun kanını oluk oluk akıtmış oldu. (Van de Mieroop, 120)
Hantili, Murşili'nin kayınbiraderiydi. Zidanta ise Hantili'nin damadıydı. Murşili'ye suikast düzenleyip tahta geçmek üzere entrika kurdular ve bu konuda başarıya ulaştılar. Bunun üzerine Hantili takriben 30 yıl boyunca (M.Ö. 1526-1496 civarı) kral olarak hüküm sürdü ama bu süre içinde pek az başarı elde etmiş gibi görünüyordu. Hantili'nin pek bir icraatı yokken krallığın sefasını sürmesini seyretmekten bıkan Zidanta onu öldürerek yerine geçen varislerini de katletti. Ardından Zidanta, Hantili'den sonra kral oldu ve aynı derecede sorunsuz geçen 10 yıl boyunca krallığı yönetti, ta ki oğlu Ammuna tarafından suikasta kurban gidene kadar. 20 yıl (M.Ö. 1486-1466) hüküm süren Ammuna, bu süre içinde kendinden önceki üç kraldan beter bir kral olduğunu ispatlamıştı.
Merkezi bir yönetime karşı giderek artan sayıda bölgede çıkan isyanlar neticesinde Hattuşili'nin kurduğu uçsuz bucaksız krallık dağılmış ve Ammuna bu süreçte yaşanan isyanları durdurmak ya da bölgeleri huzura kavuşturmak amacıyla kılını bile kıpırdatmamıştır. Görünüşe bakılırsa Ammuna eceliyle ölünce yerine tahta geçmek üzere Ammuna'nın en büyük iki meşru oğluna suikast düzenleyen ve kendisinden daha küçük bir eşten olan oğlu Huzziya (I. Huzziya olarak bilinir) hükümdar olmuştur.
M.Ö. 1460 yılında Ammuna'nın Telepinu adındaki küçük oğlu (ya da damadı) tarafından tahttan indirilene kadar Huzziya beş yıl boyunca pek de istikrarlı olmayan bir yönetim sergilemiştir (daha sonraları öldürülmüştür). Bu noktada krallığı eski ihtişamına kavuşturmak isteyen Telepinu elinden geleni yapsa da artık yapılacak pek bir şey kalmamıştı. Asıl şöhretini, Hititlerin tarihini ve geçmişteki ihtişamını kayıt altına alan ve kendi yaşadığı dönemde krallığının düştüğü üzücü durumdan dolayı yakınan Telepinu Fermanı'ndan almaktadır. Bu fermanın ardından Hitit tarihi, üzerinde pek az bilgiye sahip olunan 'karanlık bir çağa' adım atmıştır.
Deşifre edilen yazıtlarda çoğunlukla krallara ve yaptıkları seferlere değinildiğinden, Hititlerin fiili gündelik yaşamı ve kültürü de aynı derecede gizem taşımaktadır. Akad alfabesini kullanan Hititlerin kendi Hint-Avrupa dillerinde yazdığı bilinmektedir (tabletlerin deşifre edilmesini bu kadar karmaşık hâle getiren de budur, zira Akad dilini bilen âlimler sözcükleri okuyabilmekte ama bunları anlayamamaktadır) ve bazı araştırmacılara iki kültür arasında belirgin bir köprü olduğunu düşündüren şekilde, tıpkı Mezopotamya'daki insanların yaptığı gibi belgeleri imzalamada ve mülklerini işaretlemek amacıyla silindir mühürler kullanmışlardır.
Ne var ki aynı zamanda Akad dili çağın ortak diliydi ve Sümer (Güney Mezopotamya) Hatti ile uzun süredir ticaret yoluyla irtibat halindeydi; dolayısıyla Mezopotamya kültürünün Hititler'i olmasa da Hatti'yi etkilemesi ve Hatti kültürünün Hititlerce fetih yoluyla benimsenmesi akla daha yatkın görünmektedir. Gün ışığına çıkan Hitit yaşamı ve kültürünün detayları, Hatti kültürünün ufak tefek değişik biçimleri gibi gözükmektedir. Bununla birlikte, iki halk arasındaki münasebetin mahiyeti, birincil elden kaynak eksikliği ve daha önce de belirtildiği üzere, belgelerde halk hikâyelerinden ziyade hükümdarların faaliyetlerine odaklanılması sebebiyle belirsizliğini korumaya devam etmektedir.
Yeni Krallık Dönemi
Hititlerin tarihi, Yeni Krallık Dönemi (M.Ö. 1400-1200) diye bilinen ve Hitit İmparatorluğu adıyla da geçen devirle birlikte başlamaktadır. Her ne kadar kendisinden önce de Hitit kralları olsa da (örneğin I. Tudhaliya ve II. Tudhaliya), bu tarihi gerçekte M.Ö. 1344 yılında tahta geçen Kral I. Şuppiluliuma ile başlamaktadır. Bu konuda tarihçi Erdal Yavuz şöyle der::
Her ne kadar hüküm sürdüğü tarihler konusunda kuşkular bulunsa da, Hitit kralı Şuppiluliuma M.Ö. 14. yüzyıl boyunca Orta Doğu tarihinde belirleyici bir rol oynamıştır. Başlangıçta 1380 civarında tahta çıktığı ve aşağı yukarı 40 yıl hüküm sürdüğü düşünülüyordu. Hükümdarlığının başlangıç yıllarında Şuppiluliuma, Hitit anavatanını tahkim etmiş ve Hattuşaş'ın savunmasını geliştirmiştir. Büyük çapta genişleyen kent surları yapılmış ve 120 hektardan fazla bir alanın çevresi kuşatılmıştır. Böylece Hitit İmparatorluğu güneydoğuya doğru yayılmaya başlamış ve kuzey Suriye kentlerinin pek çoğu [Şuppiluliuma'nın hâkimiyetine] teslim olmuştur. (3)
Şuppiluliuma'nın hükümdarlığında, büyük Mittani Krallığı bir Hitit vasal devletine indirgenmiş ve aralarında Biblos gibi önemli liman kentlerinin de bulunduğu verimli Doğu Akdeniz bölgesi (Levant) Mısırlıların hâkimiyetine geçmiştir. Firavun III. Amenhotep ve onun yerine geçen Akhenaton'a gönderilen Şuppiluliuma'nın yazdığı mektuplar, içlerinde Mitanni ile alakalı olanın da bulunduğu Amarna Mektupları'nda saklanmaktadır. Geçmişte Mısır Mittanilerin güçlü bir müttefikiydi ve III. Amenhotep'in Mittani Kralı Tuşratta'dan (Akad dili: Tušratta ve Tuišeratta) aldığı desteği çekmesi I. Şuppiluliuma'yı bölgede dilediğini yapmak konusunda serbest bırakmıştı.
Kısa süre önce I. Şuppiluliuma Suriye topraklarını fethetmiş ve böylece Mitanni tahtına göz diken rakibini açıkça desteklemişti; bu durum karşısında Hitit ordusunun güçlenmesinden korkan Mısır, desteğini Tuşratta'dan çekti. Akhenaton'un (IV. Amenhotep)hükümdarlığında I. Şuppiluliuma, Mısır'dan Biblos gibi krallıkları ve vasal devletleri pek az zahmetle ele geçirerek imparatorluğunu yaymaya devam etmiştir. Akhenaton'un ölümünden sonra oğlu Tutankhamun ya da Tutankamon Mısır tahtına oturdu ve yükselişini durdurmaya yönelik olarak general Horemheb'i Hititlere karşı yolladı; ancak bu seferler büyük ölçüde neticesiz kalmıştı, zira Hitit ordusu gittikçe güçlenirken Mısır ordusu gerilemişti.
M.Ö. 1327'de Tutankhamun beklenmedik bir sebepten ölünce, dul eşi kraliçe Ankhesenamen, I. Şuppiluliuma'ya bir mektup yazarak, bir hizmetkârla evliliğe tahammül edemediği, tek başına hüküm süremeyeceği ve tahtı devralacak oğlu bulunmadığı gerekçesiyle kendisine evlenmek üzere oğullarından birini vermesini rica etmişti. Bu, bir Mısır kraliçesinden eşi benzeri görülmemiş bir istekti ve mesajın meşru olduğundan iyice emin olduktan sonra I. Şuppiluliuma oğlu Zananza'yı kendisiyle evlenmesi ve firavun olması karşılığında Mısır'a yolladı. Ne var ki Zananza Mısır sınırlarına hiçbir şekilde ulaşamadı, nitekim Mısır'da bir yabancının hüküm sürmesine mani olmak maksadıyla (büyük ihtimalle Mısırlı general Horemheb ya da vezir Ay ya da Kheperkheprure Ay tarafından) öldürülmüştür. I. Şuppiluliuma, oğlunu öldürmesinin ardından askerî seferlerini doğrudan Mısır'a karşı yoğunlaştırmış ve Doğu Akdeniz'in (Levant) geri kalan bölgelerini ele geçirmiştir.
M.Ö. 1322 yılında I. Şuppiluliuma bölgeye sıçrayan veba salgınında yaşamını yitirmiştir. Mısır'daki fetihlerden getirdiği esirlerin vebayı kendileriyle birlikte Hattuşaş'a taşıdığı sanılmaktadır. I. Şuppiluliuma 'nın yerine geçen oğlu II. Arnuwanda da veba salgını sebebiyle ölünce yerine küçük kardeşi II. Murşili geçmiştir. II. Arnuwanda bizzat I. Şuppiluliuma tarafından tahta çıkarılmıştı, oysa II. Murşilli'nin pek az tecrübesi vardı ve daha çocuk sayılırdı. M.Ö. 1321'de genç hükümdar tahta çıktığında çevre bölgelerin krallarından hiçbiri onu ciddiye almamıştı, ancak kısa süre sonra bu durumun bir hatadan öteye gitmediğini fark edeceklerdi.
II. Murşili babasından sanıldığından daha fazla bilgi edinmişti ve uzun zamandır sorun teşkil eden kavimleri (Kaşkalar gibi) çabucak fethetmeye koyuldu. Hitit İmparatorluğu'nun önce sınırlarını güvence altına aldı, sonra da genişletti. 25 yıllık bir hükümdarlıktan sonra öldü ve tahtını, Kadeş Muharebesi'nde XIX. Mısır Hanedanı'ndan Büyük Ramses'le karşılaşmasıyla ünlenen oğlu II. Muvatalli'ye (M.Ö. 1295-1272) bıraktı.
II. Muvatalli'nin yerine yalnızca beş yıl hüküm süren III. Mursilli geçmiş ve onun yerine de M.Ö. 1258 yılında Hititler ve Mısırlılar arasında yapılan dünyadaki ilk barış anlaşması olan Kadeş Antlaşması'na katılımıyla tanınan kardeşi III. Hatuşili hüküm sürmüştür.
M.Ö. 1237 yılında III. Hatuşili ölünce hâkimiyet oğlu IV. Tuthaliya'ya geçmiştir. Tam bu sırada Asurlular güç kazanmaya başlamış ve M.Ö. 1230 yılında, eskiden Mitanni'ye ait olan bölgenin idaresi konusunda Hititlerin hâkimiyetine karşı meydan okumuşlardır. Nihriya Muharebesi'nde, M.Ö. 1245 yılı civarında, IV. Tuthaliya'nın komutasındaki kuvvetler Asur ordusu karşısında bozguna uğrar ve bunun neticesinde Hitit İmparatorluğu'nun çöküş süreci başlar. Bu durumu Yavuz şöyle ifade eder:
M.Ö. 1200'lerde 'Deniz Halkları' adıyla bilinen [kökeni bilinmeyen bir kavimden] gelen saldırılar, Hitit Devleti de dâhil olmak üzere Küçük Asya'nın büyük bir bölümünü yok etmiş ve bu süreçten sonra Hititler bir daha asla devletlerini tekrar ayağa kaldıramamışlardır (4).
M.Ö. 1210'da Hitit donanmasının Kıbrıslılara karşı kazandığı kayda geçmiş tarihteki ilk deniz muharebesindeki payıyla ün kazanan II. Şuppiluliuma, Hitit İmparatorluğu'nun yaşayan son kralıydı. Bu zafer yine de II. Şuppiluliuma'nın hükümdarlığının kuralı olmaktan ziyade istisnası olmuş ve Asurluların giderek artan gücü, Deniz Halkları ve yeniden ayaklanan Kaşka Kavmi'nin sürekli akınlarıyla birleşerek imparatorluğun istikrarına zarar vermiş ve imparatorluk parçalanmıştır. M.Ö. 1190 yılında Hattuşaş Kaşkalar tarafından yağmalanmış ve yakılıp yıkılmıştır. II. Şuppiluliuma'nın söz konusu bu çatışmada yaşamını yitirdiği düşünülmektedir. Christopher Scarre şöyle bahseder:
Kral I. Şuppiluliuma'nın orduları Doğu Akdeniz'in (Levant) hâkimiyeti konusunda Mısır ve Mitanni ile mücadeleye giriştiğinde Hitit gücünün zirvesine ulaşılmıştır [ve] Hitit İmparatorluğu M.Ö. 1200 civarında çöküp Toros Dağları'nın güneyinde M.Ö. IX. yüzyılda Asur İmparatorluğu'na dâhil olan güçlü Yeni Hitit kent devletlerine bölünmüştür (215).
Asurlar, Hitit İmparatorluğu'ndan işlerine yaramayan ne varsa hepsini yerle bir etmiş ve bölgeye kendi kültür ve değerlerini aşılamışlardır. M.Ö. 630 yılına kadar bölge hala "Hatti ülkesi" adıyla biliniyordu, ancak o zamana kadar halk artık Hatti'yi ya da Hitit krallarını ve elde ettikleri kazanımları hatırlamaz olmuştu.