
Persia (genel anlamında günümüzde İran) dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biridir. Ülkedeki arkeolojik sit alanları, MÖ 10.00 yıl önce kurulmuş yarı kalıcı (çoğunlukla av partileri amaçlı) yerleşim yerleri olmasıyla, insan yerleşimine açılmış 100.000 yıl kadar eskiye, Paleolitik Çağ’a tarihlenen alanlardır.
Antik Elam Krallığı, bölgede hüküm sürmüş dönemin en gelişmiş krallıkları arasındaydı (en eski yerleşim yeri Çoğa Bonut arkeolojik sit alanı, MÖ 7200 yılına tarihlenir). Bu toprakların bazı kısımlarını önce Sümerler, daha sonra tamamen Asurlular ve en son olarak Medler fethederek geçen zamanda hüküm süren krallıklar olmuşlardır. Antik dünyanın en büyük siyasi ve sosyal varlıklarından biri olan Med İmparatorluğu (MÖ 678-550) döneminden sonra, Büyük İskender güçlerinin fethettiği Pers/İran Ahameniş İmparatorluğu (MÖ 550-330), ardından Sevelkos İmparatorluğu (MÖ 312-63), Partlar (MÖ 247- MS 651) ve son olarak Sasani İmparatorluğu gelmektedir. Sasani İmparatorluğu, Müslüman Arap güçlerinin MS 7.yüzyılda bölgeyi fetih seferlerinden önce egemen son İran yönetimi olmuştur.
Erken Dönem Tarihi
Neandertal insan mevsimsel yerleşimleri ve kullandıkları aletler konusundaki arkeolojik bulgular, bölgedeki insan gelişim evresi Paleolitik dönemden Neolitik dönme ve ardından da Kalkolitik döneme kadar eskiye dayandığını göstermektedir. Daha sonra Elam Krallığı ve Persia/İran’ın bir parçası haline gelecek olan Susa/Sushan antik kenti, MÖ 4395 yılında kurulmuş olup dünyanın en eski şehirlerinden biridir. Susa şehri genellikle Elam Krallığıyla eş tutulmuş olsa da, aslında ikisi farklı siyasi yapılardır; Susa kenti, Elam kültürüyle çağdaş olmasına rağmen Proto-Elam döneminden (yaklaşık MÖ 3200-2700) kurulmuştur.
Aryan kabilerinin MÖ 3.bin yılından önceki bir aşamadan bölgeye göç ettikleri düşünülüyor. Yerleştikleri bu ülke daha sonra Araiana veya İran (Aryanların ülkesi) olarak anılmıştır. “Aryan” kelimesi; “asıl”, “medeni” ve “özgür insan” anlamına gelip ırk bağlamıyla sosyal bir sınıfla – veya Kafkasyalılar ile – hiçbir ilgisi olmayan, ancak Avesta olarak bilinen dini eserlerde bu kavramı kendileri için kullanan Hint-İranlılara atıfta bulunan Eski İran dili, Avesta diline göre anlaşılmalıdır. “Arayan” teriminin ırksal olarak Kafkasyalılara atıfta bulunmak üzere yorumlanması 19.yüzyılına kadar gündeme gelmemiştir. Akademisyen tarihçi yazar Kaveh Farrokh, arkeolog J.P.Mallory’den alıntı yaparak şu şekilde açıklama yapar:
Etnik bir tanımlama olarak “Aryan” kavramı, uygun kullanım şekli itibariyle, Hint-İranlılarla sınırlı olup yerinde bir ifadeyle İranlılar ülkesi adı verilen bölgeye ilişkin olarak İran ile ilgilidir (Shadows, 17).
Bu Aryan kabileleri; Alanlar, Bakteriyalılar, Medler, Partlar ve Farslar gibi değişik toplululukları meydana getiren insanlarından oluşuyorlardı. Bu kabileler, Kuzey Hindistan’a yerleşecek Hint-Aryanların Vedik (Vedalar) düşüncesiyle yakından ilişkili çok tanrılı bir dini inancı beraberlerinden getirmişlerdi. Bu dini inanç, düalizm ve ateşin İlahi bir cisim olarak yüceltilmesiyle karakterize edilmiştir. Bu erken dönem İran dininde; Mitra (Güneş Tanrı/Birlik Tanrısı), Hvare-Khshaeta (Güneş Tanrı) ve Anahita (doğurganlık, sağlık, su ve bilgelik tanrıçası) gibi tanrılar, panteon’un diğer kısmını oluştururken, tanrı Ahura Mazda yüce bir varlık olarak kabul edilmiştir.
Pers vizyon sahibi Bilge Zerdüşt/Zoroaster (aynı zamanda Zarathustra olarak da bilinir), MÖ 1500 – 1000 yılları arasında bir aşamada (tanrı) Ahura Mazda’dan İlahi bir vahiy aldığını iddia etmiş ve insan hayatı amacının; adelet ve düzenin yüce Tanrısı ile onun düşmanı, anlaşmazlık ve çekişme tanrısı Ahriman arasındaki ebedi mücadelede taraf seçmek olduğunu ileri sürmüştür. İnsanlar, seçtikleri tarafa göre tanımlanmışlardır. Bilge Zerdüşt öğretileri, Zerdüştlük dini inancı temelini oluşturmuş, sonra gelen Pers/İran İmparatorluklarının benimsedikleri din olmuş ve kültürlerini şekillendirmiştir.
Persler/İranlılar, öncelikle İran kültürünün yeri olan İran platosuna yerleşmiş ve MÖ I.binyıldan itibaren bu bölgede düzen kurmuşlardır. Medler, Kral Deyok (Yunanlılarca Deioces olarak bilinir, MÖ 727-675) adlı tek bir hükümdar yönetimi altında birleşmiş ve devletlerini de Ekbatana’da (günümüz Hamadan) kurmuşlardı. Kral Deyok’un büyük torunu Siyaksares (MÖ 625-585) Med toprağı sınırlarını günümüz Azerbaycan’ına kadar genişletmişti. Persler, MÖ 8.yüzyılı sonlarında, Kral Ahameniş yönetiminde, başkenti Anshan olan Bakhtiyari Dağları Orta-Batı bölgesi üzerindeki kontrollerini pekiştirmişlerdi.
Elamlılar, belirtildiği üzere, o zaman bu bölgede zaten yerleşik olup büyük olasılıkla da yerli halk idiler. Kral Teispes (Ahameniş’in oğlu, MÖ 675-640) yönetimi altındaki Persler, kabileye tanımlandığı ismi verecek olan Persis (Persia, modern dönemde Fars/İran) olarak bilinen bölgeye, yani Elam doğusuna yerleşmişlerdi. Persler/İranlılar, daha sonra bölge üzerindeki kontrollerini genişletmiş, Elamlılar ile evlilikler yapmış ve kültürlerini de benimsemişlerdi. Teispis Krallı, MÖ 640 yılından bir süre önce, krallık topraklarını oğulları I.Kiros (MÖ 625-600) ve Arianamnes arasında paylaşmıştı. I.Kiros, Kuzey Krallığını Anshan şehrinden yönetiyordu ve Arianamnes ise Güney bölgesine hükmediyordu. Bu iki krallık, I.Kambises (MÖ 580-559) yönetimi altında, Başkent Anshan’dan yürütülen yönetim faaliyetlerine bağlı olarak birleştirilmişlerdi.
Medler, bölgedeki baskın güç idiler ve Pers Krallığı da küçük bir vasal/bağımlı devlet idi. Bu durum, Asur İmparatorluğu’nun, MÖ 612 yılında, yıkılmasından sonra tersine dönmüştür; çünkü Medlerin ve Babilliler’in zayıflayan Asur İmparatorluğuna karşı bir koalisyona liderlik etmeleri, bölgedeki diğer güçleri de harekete geçirmeyi hızlandırmıştı. Ahameniş İmparatorluğunu kuran, Pers Kambises I’in oğlu ve Medyalı Astiages’in torunu (MÖ 585-550) Kral II. Kiros güçleri (Büyük Kiros olarak da bilinir, MÖ 550-530), Med İmparatorluğunu yıktıkları zamana kadar, Medler, bölge üzerinde kontrollerini sürdürmüşlerdi.
Ahameniş İmparatorluğu
Kral Kiros II, MÖ 550 yılı dolayında, Medyalı Astiages yönetimini devirmiş ve diğer eyaletleri kontrolü altına almak üzere sistematik bir seferbelik başlatmıştı. MÖ 546 yılında (MÖ 567 yılında yapılan Thymbra Muharabesi ardından), zengin Lidya Krallığını, MÖ 540 yılında Elam Krallığını (Suisana/Susa), MÖ 539 yılında Babil Krallığını fethetmişti. Kiros II, saltanat dönemi sonuna doğru, günümüz Suriye bölgesinden Türkiye ve Hindistan’a kadar uzanan bir imparatorluk kurmuştu. Bu imparatorluk, Kral Kiros II’nin atası Kral Ahameniş’in adını taşıyan Ahameniş İmparatorluğuydu.
Kiros II, insani vizyonu ve izlediği politikalarının yanı sıra teknolojik yenilikleri teşvik etmesiyle antik dönem fatihleri arasında eşsiz bir hükümdar idi. Fethettiği toprakların çoğu yeterli su temini eksikliğinden dolayı sıkıntı çekiyorlardı ve bundan dolayı mühendislerine, kanala kadar farklı aralıklarla dikey şaftları inşa ederek suyu yer seviyesine getirecek eğimli kanal olan qanat sistemi olarak bilinen yeraltı su kaynaklarını çıkarmanın daha eski bir yolu ve yöntemini yeniden işler hale getirmesini sağlamıştır.
Kral Kiros II, genellikle qanat sistemini icat etmekle anılmasıyla birlikte, daha önce Asur Kralı II. Sargon’un (MÖ 722-705) MÖ 714 yılında çıktığı Urartu seferinin anlatıldığı kitabede de adı anılıp doğrulanmıştır. Sargon II, Batı İran’daki Ulhu şehri çevresinde, nehirlerden uzak tarlaları sulayıp verimli hale getiren qanat sistemini kullandığı belirtilir. Görünüşe göre Kiros II, qanat sistemini çok daha geniş bir alan üzerinde geliştirip yaygınlaştırmıştır. Daha eski Pers/İran icadı; buz üretme ve korumasında kullanılan büyük kubbeli soğutucular olan yakhchal (Buzhane), bir çeşit ilk buzdolapları söz konusuydu, Kiros bunların kullanımını da teşvik etmişti.
Kral Kiros II’nin insani çabaları, izlediği politikalarının kaydı ve hükümdarlığı altındaki herkesin diğer insanlar ile barışçıl bir uyum içinde olduğu sürece dilediği gibi yaşamakta özgür olması gerektiği vizyonunun ilan edildiği Kiros Silindiri nedeniyle iyi bilinir. Kiros II, Babil şehrini fethettikten sonra, Kral Nabukadnezzar (MÖ 605-562) döneminde, esir alınıp Babil’e sürgün edilen Yahudilerin, anavatanları Yahuda’ya dönmek isteyenlerin, vatanlarına dönmelerine izin verilmiş ve hatta tapınaklarını yeniden inşa etmeleri için fon da sağlamıştı. Lidyalıların tanrıça Kibele’ye tapınmaya devam ettikleri gibi, diğer etnik topluluklar da kendi tanrılarına tapınmaya devam etmişlerdi. Kiros II’nin tebaasından istediği tek şey; imparatorluk vatandaşlarının birbirleriyle barış içinde yaşamaları, ordularına hizmet vermeleri ve vergilerini ödemeleri olmuştur.
Kral Kiros II, istikrarlı bir ortam sağlamak üzere, kendisinin en üst makamda olduğu ve kararnamelerini sekreterlere ileten danışmanlarla çevrili bir hükümet hiyerarşisini kurmuştu; sekreterler de kararnameleri her eyalet yönetimine, (satraplık), bölgesel valilere (satraplar) iletirlerdi. Bu valiler, sadece bürokratik-idari konularda yetkiye sahip iken, aynı bölgedeki bir askeri komutan da, askeri/polisiye faaliyetleri denetimini yapardı. Hükümet sorumluluklarını satraplar arasında paylaşmak suretiyle, herhangi bir yetkilinin olası bir darbe girişiminde bulunacak kadar para ve güç sahibi olma yolunu kapatmıştı.
Kral Kiros II kararnameleri – ve her türlü diğer haberleri – büyük şehirleri birbirlerine bağlayan yollar ağı üzerinde iletilirlerdi. Bu şehir yolları arasında en ünlüsü Susa’dan Sardis’e uzanan Kraliyet yolu (daha sonra Kral Darius I düzenlemişti) olmuştu. Haberciler, bir şehirden ayrılırlarken iki gün içinde uygun bir gözetleme kulesi veya dinlenme istasyonu bulabiliyorlardı; burada kendilerine yiyecek, içecek, yatak verilir ve sonraki gözergah üzerinde seyahat etmeleri için yeni bir at sağlanırdı. Tarihçi Herodot’a göre, Pers/İran posta sistemi dönemin bir harikası olarak kabul edilir ve daha sonraki benzer sistemler için model olmuştur.
Kral Kiros II, başkent olarak yeni bir şehir kurmuştu; Pasargada. Ancak idari merkez olarak da hizmet veren üç şehir arasında hareket ediyordu: Bu şehirler; Babil, Ekbatana ve Susa. Kraliyet Yolu bu şehirleri ve diğer yerleşim yerlerini aynı zamanda iletişim için de birbirlerine bağlamıştı, böylece kral sürekli olarak devlet işlerinden haberdar olmuştur. Kiros II, bahçecilik işlerine düşkündü ve pairi-daeza (İngilizce’ye giren “paradise” kelimesi, Cennet kavramı kökeni) olarak bilinen ayrıntılı bahçeleri düzenlemek üzere qanat sistemini kullanmıştır. Kralın, İmparatorluğu yönetip genişletirken, aynı zamanda, bahçesinde mümkün olduğu kadar çok zaman geçirdiği söylenir.
Kral Kiros II, muhtemelen savaş sırasında, MÖ 530 yılında ölmüş ve yerine Pers/iran egemenliği sınırlarını Mısır’a kadar genişleten oğlu II. Kambises (MÖ 530-522) geçmişti. Bilim insanları, halefinin kimliği konusunda tartışmaya devam ediyorlar; çünkü bu kişi aynı zamanda kardeşi Bardiya veya MÖ 522 yılında imparatorluğun kontrolünü ele geçiren Gaumata adlı Medyalı bir gaspçısı da olabilir. Kambises II, kardeşini öldürdüğü ve Gaumata’nın da, Kambises II Mısır seferindeyken Bardiya’nın kimliğini üstlendiği de rivayet edilir. Her iki durumda da kardeşlerin uzak bir kuzeni MÖ 522 yılında hükümdarı öldürmüş ve saltanat adı olan Darius I (Büyük Darius olarak bilinir, MÖ 522-486) adını almıştır. İmparator Büyük Darius, Pers imparatorluğunu daha da genişletmiş ve imparatorluk başkentlerinden biri olan büyük Persepolis şehri gibi en ünlü inşaat projelerinden bazılarını başlatmıştır
Kral Darius I, Kiros II’nin hoşgörü ve insani mevzuat politikasını sürdürmüş olsa da, hükümdarlığı döneminde toplumsal bir huzursuzluk çıkmıştı. Mezopotamya’da hükümdarlık süresi Büyük Sargon’un Akad İmparatorluğu (MÖ 2334-2279) dönemine kadar uzanan bir hükümdarın ölümü ardında eyaletlerin isyan etmesi olağan olduğu için bu huzursuzluk dönemi alışılmadık bir durum değildir. Küçük Asya’da İyon Yunan kolonileri isyan eden bu eyaletler arasındaydı ve Atina isyan hareketlerini destek verdiği için Kral Darius I, Atina güçleri ile Pers Ahameniş ordusu arasında, MÖ 490 yılında, Maraton Ovasında yapılan Maraton Muharabesi sırasında durdurulan Yunanistan’ı işgal seferi başlatmıştı.
Kral Darius I’in ölümünden sonra, MÖ 480 yılında, Yunanistan’ı başarısız bir şekilde işgal etmesi için o zamana kadar tarihinin en büyük ordusunu topladığı rivayet edilen oğlu I. Serhas (MÖ 486-465) onun yerine tahta geçmiştir. Daha sonra, I. Serhas inşaat projeleriyle meşgul olmuş – özellikle Persepolis’e eklemeler yapmış – ve halefleri de aynı işleri sürdürmüşlerdir. Büyük İskender, Darius III’ün (MÖ 336-330) saltanatı sırasında Ahameniş İmparatorluğunu fethettiği zamana kadar, imparatorluk ard arada gelen hükümdarlar yönetimi altında istikrarlı kalmıştı. Kral Darius III, sırdaşı ve koruması Bessus eliyle öldürülmüş ve Bessus de daha sonra kendisini V.Artahersas (MÖ 330 -329) ilan etmiştir, ancak kısa bir süre sonra kendisini Darius’un halefi ilan eden ve genellikle Ahameniş İmparatorluğu son hükümdarı olarak da anılan Büyük İskender güçlerince idam edilmiştir.
Selevkos ve Part İmparatorlukları
Büyük İskender’in MÖ 323 yılında ölümünden sonra, imparatorluk toprakları generalleri arasında pay edilmişti. Bu generallerinden birisi olan Selevkos I. Nikator (MÖ 305-281), Orta Asya ve Mezopotamya yönetimini ele alarak topraklarını genişletmiş, imparatorluğunu kurmuş ve bölgeyi de Helenleştirmiştir. Selevkos I Nikator, Pers/İran hükümet modelini ve dini hoşgörüsünü korumaya devam etmiş, ancak üst düzey idari pozisyonları Yunanlılarla doldurmuştu. Yunanlılar ile Persler aralarında evlilikler yapmış olmalarına rağmen, Selevkos İmparatorluğu daha ziyade Yunanlıları istihdam etmeyi tercih etmiş ve Yunanca Saray dili olmuştur. Selevkos I, hükümdarlık faaliyetlerine, bazı bölgelerde meydana gelen isyanları bastırarak ve yeni bölgeleri fethederek başlamış, geçmişte çok iyi işleyen Pers/İran hükümet politikalarını izlemeyi sürdürmüştür.
Ardından gelen halefleri de aynı politikaları uygulamaya devam etmelerinme rağmen, bazı bölgelerde ayaklanmalar yaşanmış, Part ve Baktariya gibi bazı bölgeler de ayrılmışlardı. Part Kralı I. Arsakes (MÖ 247-217), Part İmparatorluğu olacak bir imparatorluğu MÖ 247 yılında kurmuştu. Selevkos Kralı III. Antiokos (Büyük, dönemi MÖ 223-187) MÖ 209 yılı dolayında Part bölgesini kısa bir süre geri alır gibi olmuş, ancak Part İmparatorluğu yükseliş dönemine geçmesinden dolayı daha sonra Selevkos yönetiminden ayrılmıştı.
Etkili son Selevkos Kralı olan III. Antiokos, Selevkos İmparatorluğu topraklarını yeni fetihlerle genişletmiş, ancak MÖ 190 yılında Magnesia Muharebesi sırasında (MÖ 190) Roma güçlerine yenilmiştir. Apamea Antlaşması (MÖ 188) önemli kayıpların olmasına yol açarken, imparatorluk eski büyüklüğünün yarısından daha azına gerilemişti. Part Kralı Phraates (MÖ 176-171), kısa bir süre sonra, Selevkos yenilgisini değerlendirmeye almış ve Part kontrolünü eski Selevkos bölgelerine kadar genişletmişti. Halefi I.Mihridates (MÖ 17-132) bu bölgeleri birleştirmiş ve Part İmparatorluğu topraklarını daha da genişletmişti.
Selevkos İmparatorluğu küçülürken, Part İmparatorluğu büyümeye devam etmiştir. Selevkos Kralı IV. Antiokos Epifanes (MÖ 175-164) tamamen kendi çıkarlarına odaklanmış ve halefleri de bu yönetim tarzını sürdürmüşlerdir. Roma Generali Büyük Pompey (MÖ 106-48), Selevkosları yenilgiye uğratıktan sonra, Selevkoslar Suriye’de küçük bir tampon krallığına indirgenmişken, (MÖ 63) Part İmparatorluğu, topraklarını daha da genişleten II. Mihridates’in (MÖ 124-88) saltanatı döneminde zirvesine ulaşmıştı.
Partlar, satraplıkların (Eparşiler olarak adlandırılır) büyüklüğünden küçültme yoluna giderek ve fethedilen bölge krallarının bütün hak ve ayrıcalıklarıyla konumlarını korumalarına izin vererek eyaletlerdeki isyan tehdidini azaltmışlardı. Bu bağımlı krallıklar, imparatorluğa haraç ödeyerek Part hazinesini zenginleştirmiş, sadece kendi çıkarları için olsa da barışı korumaya devam etmişlerdir. Sonuçta, ortaya çıkan istikrar durumu, Pers/İran ve Helenistik kültürel yönlerinin kusursuz bir karışımı olan Part sanatı ve mimarisinin gelişmesine olanak sağlarken, müreffeh ticaret imparatorluğunu daha da zenginleştirmişti.
Part ordusu, çağın en etkili savaş gücüydü ve bu güç, öncelikle süvarileri ve atlı okçuları geri çekiliyormuş gibi yaparak, kendilerine doğru ilerleyen düşmana dönüp ateş etmekle karakterize edilen Part atışı olarak bilinen bir tekniğin mükemmeliği sayasinde mümkün olmuştur. Part savaş taktiği tamamen bir süpriz olmuş ve karşı güçler farkına vardıktan sonra bile oldukça etkili olmuştu. Orodes II (MÖ 57-37) komutasındaki Part güçleri, MÖ 53 yılında, Harran Muharabesinde, Roma Üçlü Yönetim generallerinden, General Crassus’u kolayca yenerek öldürmüş ve daha sonra MÖ 36 yılında Mark Antony’yi de yenerek Roma ordu gücüne ve moraline iki ağır darbe indirmişlerdir.
Sasani İmparatorluğu
İmparator Augustus’un (MÖ 27-MS 14) kurmuş olduğu bir İmparatorluk olarak Roma’nın gücü yükselişe geçmiş ve MS 165 yılına gelindiğinde, düzenlediği seferlerle Part İmparatorluğunu ciddi bir şekilde zayıflatmıştı. Kral III. Darius soyudan gelen ve Pers kraliyet ailesinin bir üyesi olan I.Ardeşir (MS 224-240), vasalı olduğu son Part Kralı IV. Artabanus’u (MS 213 – 224) iktidardan devirmişti. I.Ardeşir esas olarak Zerdüştlük ilkeleri üzerine kurulu istikrarlı bir krallık kurmakla, krallığı Roma savaşı ve etkisinden korumakla ilgileniyordu. Bu amaç doğrultusunda, oğlu I. Şapur’u (MS 240-270), MS 240 yılında eş naip olarak atamıştı. Bir yıl sonra I.Ardeşir öldüğünde, I.Şapur kralların kralı olmuş, topraklarını genişletmek ve sınırlarını korumak üzere bir dizi askeri sefer başlatmıştı.
Kral Şapur I, babası gibi dindar bir Zerdüşt idi, Ahameniş İmparatorluğu politikalarına uygun dini bir hoşgürü uyguyordu. Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğer dini inanç mensupları, inançlarına uygun özgürce ibadet edebiliyor, ibadethanelerini inşa edebiliyor ve yönetim faaliyetlerine katılabiliyorlardı. Maniheizm’in kurucusu olan dini vizyon sahibi Mani (MS 216-274), Kral I. Şapur Sarayında misafir idi.
Kral Şapur I, yetenekli bir yönetici idi, kurmuş olduğu yeni imparatorluğunu başkent Ktesifon’dan (daha önce Part İmparatorluğunun merkezi) etkin bir şekilde yönetmiş ve çok sayıda inşaat projesi uygulamaya koymuştur. Kubbeli giriş ve minare mimari yeniliğini başlatmıştı, aynı zamanda (Partların ihmal ettiği) qanat ve yakchal’ın yanı sıra binaları havalandırmak ve soğutmak üzere orijinal olarak bir Mısır icadı olan rüzgâr kulelerinin (rüzgâr yakalayıcıları olarak da bilinir) kullanımını yeniden işler hale getirmişti. Araştırmacı bazı akademisyenler bu teknik yeniliği daha sonraki hükümdar Kral I.Hüsrev’e atfetseler de, Ktesifon’da hala da ayakta duran etkileyici Tag Kasra kemerini de inşa etmiş olabilir.
Kral Şapur I’in uyguladığı Bilge Zerdüşt vizyonu, onu ve Sasanileri, Roma’nın temsil ettiği karanlık ve düzensizlik güçlerine karşı büyük tanrı Ahura Mazda’ya hizmet eden ışık güçleri olarak resmetmişti. Kral I.Şapur’un Roma’ya karşı seferleri neredeyse evrensel düzeyde başarılı olmuş, hatta Roma imparatoru Valerian’ı (MS 235-260) esir almış, onu kişisel hizmetçisi ve ayak taburesi olarak kullanma noktasına kadar çalıştırmıştı. Kendisini savaşçı bir kral olarak görmüş ve imparatorluğunu genişletmek üzere Üçünçü Yüzyıl Krizi (MS 235-284) sırasında Roma’nın zayıflığından yararlanarak kendi vizyonuna uygun yaşamıştır.
Kral Şapur I, haleflerinin de üzerine inşa edebileceği Sasani İmparatorluğu temellerini atmış ve sonra gelen imparatorların en büyüğü Kral I.Hüsrev olmuştu (ayrıca, adil Anuşirvan olarak da bilinir, hükümdarlığı MS 531-279). Kral I.Hüsrev, vergi yasalarını daha adil olacak şekilde yeniden düzenlemiş ve imparatorluğu dört bölüme ayırmıştı. Her bir bölüm, iç ve dış tehditlere hızlı yanıt vermek üzere kendi generalinin savunması altında, sınırlarını sıkı bir şekilde güvence altına almış ve eğitimin önemini artırmıştı. Kral I.Hüsrev’in kurduğu Gondişapur Akademisi, dönemin önde gelen üniversitesi ve Tıp merkezi olmuş, öğretim kadrosunu Hindistan, Çin, Yunanistan ve başka yerlerden gelen bilim insanları oluşturuyordu.
Kral Hüsrev I, dini hoşgörü, kapsayıcılık politikaları ve köleliğe karşı eski Pers nefret duygusunu sürdürmüştü. Roma İmparatorluğunun aldığı savaş esirleri köle, Sasani İmparatorluğunun aldığı köleler ise ücretli hizmetçi olmuşlardı. Bir hizmetçiyi dövmek veya herhangi bir şekilde yaralamak, fail kişinin sosyal sınıfı ne olursa olsun, yasadışı olarak kabul edilirdi ve bu nedenle Sasani İmparatorluğunda bir “kölenin” hayat tarzı, başka bir yerdeki herhangi bir kölenin hayatından çok daha üstün oluyordu.
Sasani İmparatorluğu, Ahameniş İmparatorluğunun en iyi yönlerini inşa ettiği ve geliştirdiği için Antik Çağda Pers/İran yönetimi ve kültürü zirvesi olarak kabul edilir. Sasani İmparatorluğu, diğer çoğu imparatorluklar gibi, kötü seçimler yapan zayıf yöneticiler, ruhban sınıfının yolsuzluğu ve MS 627-628 yıllarında veba salgını nedeniyle düşüşe geçmişti.
Müslüman Arap güçlerinin MS 7.yüzyılda fethettiği zaman henüz tam gücüne ulaşmamıştı. Yine de, Pers/İran teknolojik, mimari ve dini yenilikleri fatihlerin kültürü ve dini inancını da şekillendirmiştir. Antik İran yüksek medeniyet düzeyi, Pers kültürü üzerinden geçmişiyle doğrudan ve kesintisiz bağlarla bugün de devam etmektedir.
Günümüzde İran, Antik Pers kalbine karşılık gelse de, İran İslam Cumhuriyeti çok kültürlü siyasi bir varlıktır. Birinin İranlı olduğunu söylemesi, milliyetini belirtme anlamına gelirken, birinin Fars olduğunu söylemesi, etnik kökeninin tanımlaması anlamına gelir; bu iki kavram aynı şeyi ifade etmemektedir. Yine de, İran’ın çok kültürlü mirası, geçmişte hüküm sürmüş büyük Pers/İran imparatorlukları paradigmasından doğrudan ileri gelmektedir; bu imparatorluklarda Pers bayrağı altında yaşayan birçok farklı etnik köken vardı ve bu geçmiş, günümüzde İran toplumunun çeşitli ve misafirperver karakterini yansıtır.