Kentleşme, kırsal toplulukların şehirler veya şehir merkezleri oluşturmak için büyüdüğü, ve dolayısıyla bu şehirlerin büyümesi ve genişlemesi sürecidir. Antik Mezopotamya'da kentleşme, bilim adamlarının henüz üzerinde anlaşmaya varmadığı nedenlerden dolayı Uruk Dönemi'nde (MÖ 4300-3100) başlamıştır. Bununla birlikte, özellikle müreffeh ve verimli bir köyün, daha sonra kendilerini başarılı yerleşime bağlayan diğer daha az müreffeh kabilelerin dikkatini çektiği tahmin ediliyor.
Tarihçi Lewis Mumford şunları dikkate alır:
...kalıcı köyler yalnızca Neolitik çağdan kalma olsa da, sihir törenlerinin toplu olarak gerçekleştirilmesi için mağaralara başvurma alışkanlığı daha eski bir döneme kadar uzanıyor gibi görünüyor… Kentin hem dışsal bir formu hem de içsel bir yaşam örüntüsü olarak ana hatları bu tür topluluklarda bulunabilir (1).
Bu süreç, daha sonra, 'şehirler' olarak bilinen yoğun nüfuslu merkezlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Tarihçi Helen Chapin Metz, Mezopotamya'daki şehirlerin büyümesinin, çevre ile başa çıkmak için mücadele eden sakinlerin sonucunda olduğunu öne sürüyor. Şöyle yazar:
Sümer'de ortaya çıkan uygar yaşam, birbiriyle çelişen iki faktör tarafından şekillendirildi: Birincisi, Dicle ve Fırat nehirlerinin, herhangi bir zamanda tüm insanları yok eden yıkıcı sellere yol açabilmesinin öngörülemez olması. İkincisi, nehir vadilerinin asırlık toprak birikintilerinin neden olduğu aşırı doğurganlığı olması. Böylelikle güney Mezopotamya'nın nehir vadileri komşu halkların göçlerini kendine çekip tarihte ilk kez mümkün kılarken, fazla gıdanın büyümesi, nehirlerin değişkenliği, bataklık, alçak arazileri selden korumak için bir tür toplu yönetim gerektirdi. Artık üretim arttıkça ve kolektif yönetim daha da geliştikçe, bir kentleşme süreci gelişti ve Sümer uygarlığı kök saldı (2).
Şehrin Yükselişi
Mezopotamya bölgesinde yükselen en eski şehir, günümüz bilginleri tarafından MÖ 4500 civarında Uruk ve daha sonra MÖ 3800 civarında Ur şehri olarak kabul edilir ve her ikisi de o zamanlar Fırat Nehri kıyısına yakın bir yerde bulunur. Ancak Sümerler için ilk şehir, MÖ 5400'de kurulan Eridu'ydu, ancak muhtemelen Uruk veya Ur'un tanımlanacağı şekilde bir "şehir" değildi (bkz. Şehir tanımı). İnanna ve Bilgelik Tanrısı efsanesinde, meh olarak bilinen uygarlığın buyrukları Eridu'dan Uruk'a alınır ve bu şiirin konusunun, paradigmadaki daha pastoral bir yaşam biçiminden (Eridu tarafından sembolize edilen) daha şehirli bir yaşam biçimine (Uruk tarafından temsil edilen) geçişi temsil ettiği düşünülmektedir. Her ne kadar teori, nüfusun tarımsal işletmelerden zorla çıkarıldığı ve daha sonra yöneticilerinin toprakları devlet için el koyduğu şehirlere yeniden yerleştirildiğini öne sürmüş olsada, kentin yapısı ve kentsel yaşamın güvenliği, bölge halkını kent merkezlerine çekmiş gibi görünüyor. Ancak bu teori, şehirleşmenin Mezopotamya tarihi boyunca devam etmesinin veya diğer uluslarda tekrarlanmasının nedenini izah etmez.
MÖ 2600'de Ur gelişen bir metropoldü ve MÖ 2900'de yaklaşık 65.000 nüfuslu duvarlarla çevrili bir şehirdi. MÖ 2600'de Ur gelişen bir metropoldü ve MÖ 2900'de yaklaşık 65.000 nüfuslu sur içi bir şehirdi. Bununla birlikte, şehir merkezin dışına yayıldıkça ve zamanla nüfusu besleyen bir zamanlar verimli olan tarlalar tükendikçe kentleşme devam etti. Arazinin aşırı kullanımı, Fırat'ta suları şehirden uzaklaştıran gizemli bir değişimle birleştiğinde, kompleksin nihayet MÖ 500 civarında bırakılmasıyla sonuçlandı. Belki de benzer nedenlerle, Eridu MÖ 600'de ve Uruk MÖ 650'de terk edildi. Her ne kadar pek çok faktör şüphesiz Ur gibi şehirlerin düşüşüne katkıda bulunsa da (Örneğin, Akadlı Sargon şehri MÖ 2340'ta yağmaladı ve Elamlıların MÖ 1750'de şehri yağmalamalarıyla çağlar boyunca şehre karşı tekrarlanan askeri seferler devam etti), kentleşmenin ve özellikle çevredeki arazilerin tarım için aşırı kullanımının temel bir neden olduğu öne sürülmüştür.
Kentleşme ve Kaynakların Aşırı Kullanımı
Ur'un merkezinde, eski Mezopotamya'daki tüm şehirlerde olduğu gibi, törensel, ticari ve sosyal işlevlerin yeri olan büyük tapınak vardı. Festivaller gibi dini etkinlikler, zamanın ana sosyal topluluklarıydı, ve bu etkinlikler genellikle şehir halkına fazla yiyecek ve malzeme dağıtmak için kullanılıyordu. Yaklaşık MÖ 3400'den beri şehrin hükümdarları olan tapınağın rahipleri bu dağıtımdan sorumluydu, ve ihtiyaç duydukları fazlalığı sağlamak için bölgedeki çiftçilere büyük ölçüde güveniyorlardı. Kırsal kesimin bu aşırı üretimi, yalnızca şehir nüfusuna yiyecek sağlamakla kalmadı, aynı zamanda Fırat boyunca Tikrit ve Eridu gibi diğer şehirlerle uzun mesafeli ticareti de artırdı. Ancak kentleşme devam ettikçe, daha fazla hammadde ihtiyacı bölgenin doğal kaynaklarını tüketmiş ve nihayetinde gerekli malların eksikliğine ve şehrin terk edilmesine neden olmuştur.
Mısır'ın Kentleşmeye Yanıtı
Kentleşme Mezopotamya'dan Mısır'a ve oradan da Yunanistan'a yayıldı ve görünüşe göre, Ur kentinin ve diğerlerinin verdiği ders, daha sonraki kent merkezleri tarafından dikkate alındı. Özellikle Mısır'da, kentleşmenin daha az arzu edilen sonuçlarının Firavun'un büyük şehirlerini devirmesini önlemek için toprağa büyük özen gösterildi. Böylece yazı, mimari, yasalar, yönetim, temizlik, ticaret ve zanaatkarlığın gelişimi (hepsinin Mezopotamya'da Uruk'ta ortaya çıktığı düşünülmektedir) gibi kültürel yönlere odaklanılabilir. Washington Üniversitesi'nden Profesör George Modelski şöyle yazıyor:
Antik çağın bazı öğrencilerinin, Mezopotamya'dan farklı olarak, Mısırın modern anlamda şehir sayılabilecek her şeyden yoksun olduğunu iddia ettikleri bilinmektedir. O büyük ülkenin, daha dördüncü ve üçüncü binyıllar kadar erken bir tarihte, genellikle anıtsal boyutlarda tapınakları, sarayları ve mezarlıkları vardı, ancak başkentlerinin dikkate değer bir boyuttan yoksun olduğu ve entelektüel yaşam veya ticari faaliyet hakkında çok az kanıt bıraktığı görülüyor. John A. Wilson'ın dediği gibi: 'Yaklaşık üç bin yıl boyunca, İskenderiye'nin kuruluşuna kadar, Eski Mısır, tek bir büyük şehri bile olmayan bir uygarlıktı'.
Ancak bu iddiaya, Arizona Eyalet Üniversitesi'nden Profesör M.E. Smith tarafından karşı çıkıldı:
Arkeologlar, Yeni Krallık döneminde (MÖ 1350) Akhenaten'in başkenti Amarna'dan önce Mısır'da büyük şehirler bulamadıkları için Mısır bazen Mezopotamya ile 'şehirsiz bir medeniyet' olarak karşılaştırıldı. Bu etiket, şehirciliğin kendine özgü bir biçimini gizler, ancak… Mısır şehirlerden yoksun değildi, bunun yerine kentsel sistemleri, Mezopotamya şehirlerinin daha tanıdık biçiminden farklı şekilde yapılandırıldı.
Görünüşe göre Mısır, kentleşmenin hem faydalarını hem de maliyetlerini anlamış ve “daha küçük, daha uzmanlaşmış kentsel yerleşimlerle karakterize edilen dağınık kentleşmeyi” tercih etmiştir (26). Bu aynı paradigma, Mayaların şehir merkezleri için de geçerlidir, en azından planlamalarında. Ancak kentleşmenin görünüşte evrensel ilerlemesi, doğal kaynakların tükenmesine yol açtı ve Smith'in belirttiği gibi,
Neredeyse tüm antik kent toplumları, genellikle toprak ve su tablası için feci sonuçlara yol açan ormansızlaşmayla uğraştı. Ilıman enlemlerde yakacak odun ve inşaat malzemeleri için ormanlar kesildi… Tropikal orman ortamlarında, ormanlar tarımsal üretim için temizlendi. Antik kentlerin çoğu nihayetinde yok edildi veya terk edildi (27).
Şehirlerin Yükselişi ve Düşüşü
Kentteki yapay ortam, çevredeki doğal ortamı halkın ihtiyaçlarına tabi kılan, sürekli olarak şehri ortaya çıkaran kaynakları tükettiği ve yok ettiği görülüyor. Kentleşme arttıkça kırsal alanlar azaldı ve Mumford'un yazdığı gibi,
......en az direnç gösteren hatlar boyunca akan kentleşmenin kör güçleri, istikrarlı, kendi kendini idame ettiren ve kendini yenileyen bir kentsel ve endüstriyel model yaratma becerisi göstermezler. Buna karşılık olarak, yoğunluk çoğaldıkça ve gelişme genişledikçe, hem kentsel hem de kırsal peyzaj tahrif ve bozulmaya uğrarken, çarelere yapılan kârsız yatırımlar…sadece hafifletmeye çalıştıkları hastalık ve düzensizliği daha fazla teşvik etmeye hizmet eder (14).
Şehirlerin bu yükseliş ve düşüş döngüsü, dünyadaki birçok kültürde tekrar tekrar görülüyor. Mezopotamya gibi bazı bölgelerde neden bu kadar sık meydana geldiği ve Yunanistan gibi diğerlerinde neden olmadığı, bilim adamları ve tarihçiler tarafından hala tartışılan bir sorudur. Bazıları bunun basitçe bir aşırı nüfus meselesi olduğunu iddia ederken (Maya örneğinde olduğu gibi), diğerleri toprağın aşırı kullanımına işaret ediyor (Ur ve diğer Mezopotamya şehirlerinde olduğu gibi). Her iki cevap da tamamen tatmin edici değildir ve büyük olasılıkla birçok faktörün bir kombinasyonudur. Aralarındaki öngörü eksikliği, bu kadar çok antik kentin yıkılmasına veya terk edilmesine yol açmıştır.