Erken Yahudilik döneminde (MÖ 6.yüzyıl – MS 10) Yahudi dini inancında, MÖ 10. ve 7.yıllarındaki İsrail ve Yahudilik dini inancından önemli ölçüde farklılaşan düşünceler gelişmeye başlamıştı. Bu dönemde özellikle Tektanrıcılık İnancı, dini kimliğin merkezindeki geleneklerin (yani İbranice Kutsal Kitabı) kodifikasyonu ve Tanrı Yahve’ye tapınma konusunda yeni fikirlerin gelişmesi yönünde önemli bir hareket olduğuna işaret ediliyor.
Kültürel Etkiler
Yahudi ve İsrail krallıkları, MÖ 8.yüzyılda, güçlerinin zirvesinde olmalarıyla birlilkte Küdus, Yahudi ve İsrail dini inancı ve dolayısıyla siyasetin merkezi Tapınağın yeri haline gelmişti. Tapınağın ve dolayısıyla da şehrin, Tapınağa iyi bakıldığı ve Tanrı’nın insanlardan memnun kaldığı sürece güvende olduğu düşüncesi antik dönem dünyasında yaygın bir anlayış idi. Ancak MÖ 6.yüzyılın başlarında bu geleneksel düşünce sorgunlanmaya başlanmıştı. Yahudi olmayan krallar iki kez Kudüs Tapınağı değerli eşyalarını ele geçirmiş ve ardından da Yeni Babil İmparatorluğu güçleri MÖ 586 yılında şehri yıkmışlardı. Bu geleneksel düşüncede parçalanma olması Yahudileri dini düşüncelerini yeniden gözden geçirmeye ve yeniden kavramsallaştırmaya sevketmişti.
Pers İmparatorluğunun MÖ 6.yüzyılda yükselişe geçmesiyle birlikte, Yeni-Asurlar ve Yeni-Babiller sürgüne gönderdikleri Yahudi topluluklarının yurtlarına dönmelerine izin vermişlerdi. Bu dönemde yaşanan gelişmeler sonucunda zengin bazı Yahudiler, Yahuda Krallığı topraklarına dönmüş ve Kudüs Tapınağını yeniden inşa etmişlerdi. Dönemin mevcut kanıtları, gerçek anlamıyla Mısır, Mezopotamya, Samiriye ve Yahuda’da Yahudi toplulukların varlığını gösteriyordu; Yahudilerin bu anılan ülkelerde var olma durumuna yaygın olarak Yahudi diyasporası deniliyordu. Yahudilerin farklı coğrafi bölgelere yayılması nedeniyle, değişik Yahudi (Judean) topuluklarının farklı şekillerde sosyal gelişme göstermelerine yol açtığı açıktır. Dolayısıyla, Yahudiliğin tek ve uygun bir dini ibadet biçimi yoktu. Tanrı Yahve’nin merkezi konumu açısından birleşmiş olsalar da, doğru bir ibadet şeklini neyin oluşturduğuna dair farklı birçok düşünce vardı. Bundan dolayı bazı akademisyenler bu dönemdeki Yahudi dini inancı uygulayıcılarını erken dönem Yahudiler olarak tanımlar (çoğul olduğuna dikkat edin).
Erken Dönem Yahudilik, MÖ 4.yüzyıldan itibaren, Helenistik ve Roma dünyasıyla kültürlerarası etkileşim yoluyla daha fazla gelişme kaydetmişti. Bu dönemde özellikle önem arz eden konu; Yahuda’da yaşayan Yahudilerin bu süre zarfında birkaç yıl politik olarak bağımsız kalmış olmalardır. Bu siyasi bağımsızlığın iki önemli sonucu olmuştu: Önemli dini gelişmelerin yaşanmış olması ve MÖ 6.yüzyılda yeniden inşa edilen Kudüs 2.Tapınağının MS 70 yılında yıkılması. Çoğu bilim insanı yaşanan bu gelişmeleri Erken Yahudilik Dönemi sonu olarak dikkate alır. Yahudilik inancı, MS 70 yılından itibaren, “Haham Yahudiliği” kategorisinde değerlendirmeye alınır.
Tektanrıcılık
Kudüs Tapınağının MÖ 586 yılında yıkılması, Kudüs şehri dokunulmazlığı konusundaki geleneksel anlayışa meydan okuyan bir durum olmuştur. Yahudiler, Pers İmparatorluğu döneminde (MÖ 6.yüzyıl sonu), Tanrı Yahve hükümranlığı konusunu yeniden gözden geçirmişlerdi. Bu konu, Kutsal Kitap, İşaya (İsaiah) Kitabında beyan edilmişti. Araştırmacılar İşaya Kitabını genellikle içerik ve dil temelinde olmak üzere iki kısma ayırırlar: İşaya 1; 1-39 bölümden ve İşaya 2; 40-66 bölümden oluşur. İkinci kısım ise genellikle Pers İmparatorluğu dönemine tarihlenir. İşaya 44; 9-20 bölümünde, özellikle putlar aracalığıyla tapınma olmak üzere, diğer tanrılara yönelik, Tanrı Yahveh merkezli olmayan tapınmaya itiraz vardır: “Onlar [putlar] bilmiyorlar ve anlamıyorlar, çünkü gözleri kapalıdır, görmezler ve zihinleri de kapalıdır, anlayamazlar” (New Oxford Açıklamalı Kutsal Kitabı).
Mezopotamya’da tanrılara genellikle heykel aracılığıyla tapınma inancı vardı ve Tanrı’nın varlığı heykelde olduğuna inanılıyordu. Heykelleri cansız putlar olarak gören İşaya Kitabı, Tanrının aslında heykellerde var olmadığını ifade eder. Bu nedenle birçok araştırmacı bu konuyu Yahudi Tektanrıcılığın en eski kanıtlarından biri olarak görür. Tanrı Yahve’nin, Babil yönetimini yargılamanın bir yolu olarak, Pers İmparatoru Kiros’u (Cyrus) Babil ülkesini ele geçirmesi için özel olarak davet ettiğini iddia etme konusu İşaya 45: 1-7’de daha da geliştirilir. Metinde, Tanrı Yahve’nin, yabancı kralları yargılama için aracı olarak kullandığı ifade edilir ve bu durum, Yahve’nin adeta bir tarih yazarı olarak görüldüğü 40-48 bölümlerindeki daha geniş resmine de uygundur.
Ancak, İbrani Kutsal Kitabı, her zaman Yahudilerin her bir geleniğini temsil etmez. Farklı Yahudi toplulukları hem Mezopotamya ve hem de Mısır’da sosyal gelişme göstermişlerdir. Mezopotamya’da bulunan Murashu Tabletleri” ve “Al-Yahuda” (Judahtown olarak tercüme edilmiş) Tabletleri olarak adlandırılan çivi yazılı tabletler MÖ 6. ve 5. yüzyılları arasında Babil yakınlarında yaşayan ve hayatını idame eden bir Yahudi topluluğuna tanıklık eder. Ne yazık ki bu kayıtlar öncelikli olarak yasal ve mali konularda düzenlenmiş belgelerdir. Belgelerde yer alan birçok isme “Yahu” (Yahve) ünvanı eklendiği içinbu topluluklar büyük bir olasılıkla Tanrı Yahve’ye tapıyorlardı. Sürgündeki bu Yahudi topluluklarının dini düşüncelerini, örneğin, bu Yahudilerin Mezopotamya tanrılarına tapınma olasılığı konusunu, bunun ötesinde belirlemek zordur.
Benzer şekilde, M 5.yüzyılda Mısır, Elephantine/Elefantin (Avsan Adası) kentindeki bir Yahudi yerleşim yerinden gelen mektup ve belgeler, Tanrı Yahve’ye tapan toplulukların olduğunu doğrulamakta. Bu belgelerde, bazı Yahudilerin Anat ve Ashim tanrılarına da tapmış olabileceklerine dair kanıtlar da vardır. Dolayısıyla, sözkonusu bu Yahudiler, Pers İmparatorluğu döneminde, Kutsal Kitap literatürü Tektanrıcılık eğilimini zorunlu olarak takip etmişlerdir.
Bunlara ilaveten, ibadetleri farklı şekillerde yerine getirilen bir halk dini inancı de vardı; dini düşünce ve uygulamaları belirgin konuma sahip değildi veya dini inanç ve uygulamanın daha standart bir yolu haline gelmemişti. İbrani Kutsal Kitabı muhtemelen zengin Yahudi yazıcıların ideolojisini yansıttığı için, yaygın halk dini tarihsel kanıtlarıyla iyi temsil edilmemiştir. Bazı sosyal grupların olası muhalefetine rağmen, Helenistik ve Roma dönemlerinin sonunda, tektanrıcılığın Yahudiliğin tanımlayıcı bir faktörü olduğu genel olarak kabul edilmiştir.
Yahidilikte Tektanrıcılığın daha standart hale gelmesine yardımcı olan düşüncelerde büyük bir değişim yaşanmıştı. Yani, Yahudi yazıcılar eski ilahi panteonunu (tanrılara adanan tapınak) melekler olarak yeniden hayal etmişler. Bu değişim en iyi Hanok (Enoch) Kitabı, 1.bölümünde örneklendirilir. Genellikle MÖ 3.yüzyıla tarihlenen Hanok 1, meleklere “Tanrı’nın yardımcıları olduklarına, kosmosun işleyişinden ve insanlık alanıyla ilgili görevleri yerine getirmekten sorumlu” olduklarına inanılan konuda düzenlenmiş en eski metinlerden biridir (Grabbe, 243). Bu varlıkların Tanrı Yahve’nin adeta idari konseyi üyeleri olarak ortaya çıkışı, Tanrı Yahve’nin konseyi olarak hizmet eden eski Batı Sami tanrılarının yeniden hayal edilmiş olmasıdır. Dahası, hiçbir düşüncenin boşluktan ortaya çıkmış olmadığından dolayı, meleklerin ve iblislerin kategorilendirilmesi Pers İmparatorluğu dönemi sonunda tam etkisiyle olması muhtemeldir ve Hanok 1 metni, genel anlamıyla, dolaşımda olan dönemin geleneklerini yansıtır. Böylece Hanok 1 metninin oluşturulmasıyla Yahudi yazıcıları Batı Sami panteonu sorununu tatmin edici bir şekilde ele alabilmişlerdir.
Ritüeller
Fısıh Bayramı
Mısır’dan Çıkış, 12-13 metnine göre, Fısıh/Pesah Bayramı, yaşanan 10. veba sırasında doğan ilk çocukların ölümünü önleme düşüncesiyle gelenek haline getirilmiştir. Çıkış Kitabında anılan 10. bela/vebanın tarihsel olasılığı ve dolayısıyla Fısıh Bayramının kökenleri net olarak doğrulanmış olmasa da, Suriye’de yapılan bir arkeolojik kazı alanında (MÖ 12.yüzyıl) elde edilen verilerden tespit edilen başka bir festival kutlamasıyla güçlü benzerlikler vardır. Suriye’deki bu arkeolojik kazı alanında alınan veriler, edebi kayıtlar, çarpıcı bir biçimde benzer özelliklere sahip Zukru Festivalini doğrular nitelikte: İlk ayin 14.günde yapılır, 7 gün sürer, kapı direklerine kan sürülür ve ilk doğan hayvanlar kurban edilir. Benzerliklerin olması nedeniyle, Fısıh Bayramındaki temel düşüncenin kökenleri muhtemelen MÖ 7.yıldan öncesine dayanır; ancak Mısır’dan Çıkış olayına ilşkin özel bir anı olarak Fısıh Bayramı’nın Pers İmparatorluğu döneminden kalma bir sosyal gelişme olması daha olasıdır.
Bu kutlama/bayram, insanların hayatlarının bir parçası olarak, Elefantin papirüslerinde (MÖ 6.yüzyıl) daha da açık bir şekilde doğrulanmıştı. Ancak, Elefantin Papirüslerinde anılan Pesah Bayramı kutlaması tanımı İbrani Kutsal Kitap tanımlamasından farklı olması dikkat çekicidir. İbranice Kutsal Kitabın aksine (Levililer 23:3-8), mayalanmış (fermented) içecekler yasaklanmıştır. Aradaki fark küçük olsa da, uygun görülen ritüel uygulamanın aslında ne olduğu konusunda farklı düşüncelerin var olduğu anlaşılıyor.
Samiri Tevrat’ında (Pentateuch/Tevratın ilk beş kitabı) doğrulandığı üzere, Eski Yakındoğu İbranileri olan Samiriler, Fısıh Bayramı ritüelini, benzer bir şekilde, MÖ 4.yüzyıl kadar erken bir tarihte uygulamışlardı. Çoğunlukla İbrani Kutsal Kitabı Pentateuch ile aynıdır. Ancak, Samiriler, Yahuda’daki Yahudi toplulukların aksine, ibadet ritüelini Gerizim Dağında yerine getirirlerdi. Kudüs’ün kutsal bir mekân olduğuna inanan Yahudilerin aksine, Gerizim Dağı’nın kutsal bir Dağ olduğuna inandıkları için bu ritüeli gerçekleştiriyorlardı.
Kısacası, Kumran parşömeni (Ölü Denizde bulunan, MÖ 3.yüzyıl ile MS 1.yüzyıl arası döneme tarihlenir) bir parçasının okunmasından anlaşıldığına göre, genç erkek ve kızların Fısıh Bayramına katılmalarına kısıtlama getirilmiştir (Parry ve Skinner). Bu kısatlama uygulaması sadece sözkonusu bu parça metninde belirtilmiş olup başka hiçbir yazınsal metinde yer almaz. Bu da Fısıh Bayramı kutlamasında çeşitliliğe ve aynı zamanda genel bir birliğe de işaret eder.
Şabat
Şabat uygulaması, Cuma günü akşamından, Cumartesi akşamına kadar (yani yedinci gün) olan bir dinlenme günü şeklidir. Şabatın tarihsel kökenleri belirsizdir; ancak, bu anlatıya göre Tanrı Yahve, yedinci günde yaratma eylemini bırakır ve dinlenmeye çekilir. Çıkış 31:12-18 gibi metinler, yukarıda belirtilen yaratılış konusunu İsrailliler ile Tanrı Yahve arasındaki bir antlaşmanın erken bir kanıtı şeklinde dikkate alarak yansıtır. Yaratılış 1:1-2:3 metni muhtemelen Pers İmparatorluğu dönemine tarihlendiğinden dolayı, Şabat uygulaması merkeziliği da muhtemelen MÖ 6.ve 5.yüzyıllar arasında bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, daha önceki metinler, sadece Şabat uygulamasına atıfta bulunurken (Krallar 4:23, 11:4-12, 16:17-18) bu metin yalnızca Pers İmparatorluğu dönemine tarihlenen literatürde önemli bir merkezi referans haline gelir.
Örneğin, Kronikler Kitabı 1 ve 2’de, Şabat uygulamasının neleri gerektirdiği konusunda nisbetten tutarlı yorumlar yapılır. Krallar Kitabı 1 ve 2’nin yeniden düzenlenme hali olan ve Pers İmparatorluğu dönemine tarihlenen bu metinler, Şabat uygulamasının Tapınakla ilgili yönlerine dikkat çeker: Şabat sırasında Tapınakta yerine getirilen kurban ibadeti (2. Kronikler, 2:4, 31:3) ve Şabat için hazırlanan bir sıra ekmek (Kronikler 9:32). MÖ 5.yüzyıla tarihlenen Nehemya Kitabında yer alan bazı metinlerde Şabat uygulaması konusu daha da ayrıntılı haldedir: Yiyecek maddelerini satın alma ve satma, malzeme taşıma ve nakliye için malzeme yükleme gibi bütün bu işlerin olması Şabat dinlenme günü mantığıyla uygun olmadığı anlaşılıyor. Ancak, Elefantin’deki metinlerde Şabat uygulamasından bahsedilmemesi dikkat çekici bir konudur. Elefantin metinlerinde Şabat uygulamasının yer almaması, mutlaka Şabat ritüelini uygulamadıkları anlamına gelmese de, diğer yandan da bu olasılığı da gündeme getirir.
Helenistik dönemde Erken Yahudilik için Şabat uygulaması özellikle önemli bir hal almıştı. Selevkos Hükümdarı IV. Antiokhos, MÖ 2.yüzyılda, Kudüs üzerinde kontrol sağlamaya çalışmıştı. Tarihi kayıtlara göre, stratejisinin bir parçası, Yahudi topluluklarını Helenleştirmek olmuştu. Bu nedenle, Şabat günü Kudüs’e saldırı düzenlemiş, bir sunakta domuz eti yakılarak Tanrı Yahve’nin Kudüs Tapınağını, Helen tanrısı Zeus’a adamış, Kutsal Kitap Tevrat’ı ve erkek çocukların sünnet uygulamasını yasaklamıştı. Yahudi dini kimliği ve uygulamasının bu normatif yönlerine karşı muhalefet, Helenistik dönem yöneticileri ile Yahudi olmayan liderler ve Yahudiler arasında bir uçurum yaratmıştı. Bu uçurum, Yahudilerin kendilerini bu faktörlerle tanımlama eğilimi, Kral IV. Antiokhos eylemlerinden daha fazla teşvik edici olmuştu. Kral Antiokhos’un icraatlarına tepki olarak, önce Rahip Matatyahu’nun (Mattathias) önderlik ettiği bir grup Yahudi isyan etmiş ve Haşmonayim Hanedanlığı tarafından yönetilecek bir Yahudi krallığının temelleri atılmıştı.
Diğer Ritüeller
Eken Dönem Yahudiliğin önemli ritüellerinden biri sünnet idi. Geniş anlamıyla yorumlandığında, Yahudiler ile Tanrı Yahve arasındaki antlaşmayı temsil ettiği anlaşılıyor (Yaratılış 17:10-14; Çıkış 4:24-26; Yeşu 5:2-12; Tesniye 10:16; Yeremya 4:4, 9:25, 9:26). Yom Kimpur, Yeni Ay Kutlamaları, Haftalar Bayramı, Çardak Bayramı ve Mayasız Ekmek Bayramı gibi diğer bayramlar da kutlanıyordu. Her bir kutlama Yahudi gelenekleri içinde benzersiz teolojik anlam ve uygulama kazanırken, festivaller ile tarım takvimi arasındaki daha geniş ve eskiye dayanan bir ilişkiyi yansıtır. Hanuka (Hannukah), MÖ 2.yüzyılda, IV. Antiokhos’un siyasi eylemlerine yanıt olarak Kudüs Tapınağını kutsamasını anmanın önemli bir yolu haline gelmişti.
Bunlara ek olarak, Mikve (Mikvah) arınması MÖ 2.yüzyılda yaygın bir ritüel geleneği haline gelmişti. Mikve, yetişkin kişilerin ritüel saflık amacıyla dalması gereken özel bir su havuzuydu. Çeşitli bağlamlarda (mezarlıklar, evler, sinagoglar, tarım merkezleri vb) 850’den fazla Mikve keşfedilmiş ve bu keşifle ritüel banyo yapmanın MÖ 2.yüzyıldan sonra temel bir uygulama olduğu görülmüştür.
En sonunda, Sinagoglar ilk olarak (arkeolojik açıdan) Helenistik dönemde belgelenmiştir. Mısır’daki MÖ 3.yüzyıla ait bir plaket yazıtında şu ifadeler yer almaktadır: “Kral Ptolemy, karısı Kraliçe Berenice, kız kardeşi ve çocukları adına, Yahudiler proseuch (adanmışlardı)” (Grabbe,235). “Proseuch” terimi “dua yeri” anlamına da gelen Yunanca bir kelime. Helenistik dönemde dua edilmesinin giderek daha merkezi bir hale gelmesi nedeniyle, bir dua evinin geliştirilmesi doğal bir sonuç idi.
İbrani Kutsal Kitabı
İbrani Kutsal Kitabı, Tanah veya Eski Ahit olarak da bilinir, MÖ 8.yüzyıl ile MÖ 2.yüzyıl arası dönemde yazılmış ve derlenmiş Yahudi metinlerinden oluşan bir antolojidir. Bu nedenle, İbrani Kutsal Kitabı, tek bir kitap şeklinde başlanmamış olup birçok Yahudi metinlerin derlenmesi sonucunda zamanla gelişme göstermiştir. Ancak sözkonusu metinler, her zaman, ilahi olarak ilham edilmiş, yetkili, kutsal metinler olarak anlaşılmamış; Yahudi metinlerinin dini ifadedeki rolü MÖ 6.yüzyıl ile MS 1.yüzyıl arasında gelişmişti.
Genellikle, MÖ 8.ve 6.yıllar arası döneme tarihlenen Krallar Kitabı, Kral Davut saltanatı döneminden, MÖ 6.yüzyılda Kudüs’teki Tapınağın yıkılışına kadar olan Eski İsrail ve Yahuda Tarihi anlatısıdır. Pers İmparatorluğu döneminde yazılmış olup Krallar kitabındaki konuların çoğunu ihtiva eder. Daha sonra, Krallar Kitabından önce var olan metinlere ekleme ve çıkarma olmuşt. Bu değişiklikler, İbrani Kutsal Kitap rolünün erken dönem Yahudiliğinde nasıl da değişime uğradığını görmemize yardımcı olur.
Örneğin, 2. Krallar 21:1-16’da Yahudiye Kralı Menaşe’nin (Manasseh) “ Tanrı Yahve’nin nazarında kötü olanı yapıp işlediği günahın yanı sıra, Kudüs’ü bir uçtan öbür uca dolduracak kadar çok masum kanı döktüğü, ayrıca Yahuda’nın da günah işlemesine neden olduğu da” ifade edilir (NASB, 2 Krallar 21:16). Başka bir deyişle, yazar, Kral Manaşe’nin kötü, şeytani bir kral olduğuna, kehanet yaptığı ve Tanrı Yahve’den başka tanrılara tapınmayı desteklediği için yozlaşmış kabul edildiğine karar verilir. Bu eylemlerine karşılık olarak Tanrı Yahve, İsrail’li yok edeceğine söyler (2. Krallar 21:11-13). 2.Kronikler 33: 10-17’de, Kral Manaşe’nin yaptığı eylemlerinden pişmanlık duyduğu, Tanrı Yahve’nin huzurunda tövbe ettiği, Yahuda’daki tüm putları kaldırdığı, Yahuda’daki kentleri güçlendirdiği ve Tanrı Yahve’ye esenlik ve şükran kurbanları sunduğu belirtilir.
Bu farklılıklar Kral Davut Hanedanlığına dair yeni bir anlayışı göstermektedir. Davut soyundan gelen Kral Manaşe’nin Kings’deki eylemleri muhtemelen Tanrı Yahve ve ile Kral Davut arasında aracılık edilen anlaşma, yani Kral Davut ile Tanrı Yahve arasında yapılan antlaşmayı meşruiyetsiz kılmıştır; Kronikler Kitabı, Kral Manaşe’nin tövbesi, askeri liderlik ve dini liderlik konularını ilave ederek Kral Davut Hanedanlığını yeniden meşrulaştırmakta. Kronikler Kitabı, Kings’in Kral Davut Hanedanlığı merkeziliğini, değerini ve meşruiyetini yayacak bir şekilde yeniden yazılmıştır.
Farklılıklar ayrıca Tanrı Yahve yasasının artan önemini de göstermektedir. Anlatıcı, Kronikler Kitabında Kral Manaşe’nin yaptığı kötü işleri anlatırken, Tanrı Yahve’nin sözleriyle Kral Manaşe’nin karşılamadığı standardı açıklar: Şöyle ki; Hz.Musa aracılığıyla verilen bütün yasaya, kurallara ve düzenlemelere göre onlara emrettiğim her şeyi yapın” (Kronikler 33:8). Krallar bölümünde, Tanrı Yahve yasası, kuralları ve düzenlemeleri not edilir; bunların hepsi eski dini uygulamalarda var olan ortak yönlerdi; ancak bunları Hz.Musa aracılığıyla verilen yasa olarak belirtilmez. Kronikler Kitabında ise, yasanın Hz.Musa aracılığıyla verildiği şeklinde belirtilir. Bu ekleme, Hz.Musa tarafından verildiği şekliyle yasaya uymanın Pers İmparatorluğu döneminde dini uygulamanın merkezi bir yönü haline geldiğini göstermekte. Pers İmparatorluğu döneminde Hz.Musa kanununun tam olarak neleri içerdiğini belirlemek zor olsa da, bunun İbrani Kutsal Kitabın ilk beş kitabı olduğu anlaşıldığı Yaratılış, Çıkış, Leviler, Sayılar ve Tesniye (genellikle Tevrat ve Pentateuch olarak bilinir) olması mümkündür.
İbrani Kutsal Kitabı, İlahi öğretiler sunar şeklinde algılanmaya başladıkça, Yahudi ve Kutsal Kitap çeşitli metinleri bazen farklı teolojik ve dünya görüşlerini ifade etse de, Kitapta yeralan düşünceler Yahudiler için uygulama ve inanç belirteçleri olarak hizmet etmeye başlamıştı, Dolayısıyla, İbranice Kutsal Kitabındaki metinler kutsal, kutsanmış metinler olmaktan daha ziyade, bazı Yahudi toplulukları kimliği merkezinde yer alan uygulamaları ve düşünceleri temsil ediyordu.
Geniş anlamda konu ele alındığında, İbrani Kutsal Kitabının dinsel açıdan yetkili bir belge olarak rolü Helenistik dönemde daha merkezi hale gelmiştir. Bu dönemde, On İki Patriğin Vasiyetleri (MÖ 2.yüzyıl) gibi metinlerde, Kutsal Kitap Tevrat, evrensel bilgeliğin bir biçimi şeklinde ele alınmış. Tevrat’taki yasaklar ve yasalar burada da mevcut idi, çünkü Tevrat doğal yasaydı. Yine de, çeşitli Yahudi grupları İbrani Kutsal Kitabın ve Tevrat’ın dinsel açıdan yetkili olduğu konusunda farklı düşüncelere sahiptiler. Yahudi Tarihi, İbrani Kutsal Kitabı uzmanı Lester Grabbe, insanların erken Yahudilik döneminde Tevrat konusunda anlaşamaya varmadıklarını iyi bir şekilde ifad ediyor:
[Yahudi kimliğini tanımlamada] en sorunlu metin muhtemelen “Tevrat’tır” (Torah), çünkü farklı Yahudilerin tanımlama yapmasına neyin dâhil edilmesi gerektiği (kanon), dâhil edilen şeyin yorumlanması (tevsir) ve kabul görmüş geleneklerin göreceli önemi (otorite) konusunda farklı düşüncelere sahip olduklarına dair kanıtlar vardır (294).
Yahudiliği uygulamanın tek bir yolu yoktu. Farklı Yahudi toplulukları aynı gelenekleri daha geniş bir şekilde paylaşmış olsalar da, bunları genellikle benzersiz ve farklı şekillerde ifade ediyorlardı; İbrani Kutsal Kitabın kendisi bile Yahudi dini geleneklerinin çeşitliliğini yansıtır. Paylaşılan gelenekler içinde var olan bu çeşitliliğin anlaşılması, Erken Dönem Yahudiliği tarihsel bir perspektiften anlamak için esastır.