Büyük İskender (MÖ 336-323), MÖ 323 yılı, Haziran ayında, Babil’de ölmüştür. 33.yaş gününden önce meydana gelen ani ölümü, uzun süre spekülasyon konusu olmuştu: Bir hastalıktan mı? Eski yaralarından dolayı mı? Yoksa bir cinayet mi? Sebebi ne olursa olsun, tarih, Büyük İskender’i komutanların en büyüklerinden biri olarak kabul ediyor. Büyük İskender, “silah mesleğini seçenler için her şeyini ölçüp biçtikleri bir mihenk taşı olmaya devam ediyor” (Tsouras, XI).
Askeri Başarı
Büyük İskender başarısının izleri, babası Makedonya Kralı II. Philip’in (MÖ 359-336) öngörüsüne kadar götürülebilir. Askeri sanatlarda aldığı eğitiminin yanı sıra (İskender, kılıç kullanma, cirit ve yay atmada çok başarılıydı) aralarında Atinalı filozof Aristoteles’in de (MÖ 384-322) bulunduğu çok sayıda yetenekli öğretmenin verdikleri derslerle büyümüştü. Büyük İskender’in MÖ 334 yılında Çanakkale Boğazını (Hellespont) geçerken yönettiği ordu, MÖ 559 yılında Kral Philip’ten miras aldığı ordudan oldukça farklıydı. Kral Philip, çoğu kişinin, eğitimsiz ve disiplinsiz olarak kabul ettikleri bir piyade alayını yeni baştan oluşturmuştu. Kral Philip’in MÖ 336 yılında ölümünün ardından, genç Kral İskender, cesaretli bir komutan olduğunu hem Yunanistan halkına ve hem de komutası altındaki ordu neferlerine kanıtlamak durumunda kalmıştı.
İskender, daha 21 yaşındaydı ve Kehanet Merkezi Delphi’deki Kâhin’in verdiği güvence bilgiye dayanarak Makedon Ordusunu Asya Kıtası içlerine kadar başarıyla sevk etmişti. Granicus Muharebesinde (MÖ 334), Issus Muharebesinde (MÖ 333) ve Gaugamela Muharebesinde (MÖ 331) Pers Güçlerini yenmeye devam etmişti. Büyük İskender, Pers Ahameniş İmparatorluğuna karşı kazandığı zaferlerinin yanı sıra, Hydaspes Savaşında (MÖ 326) Hint Kralı Porus’u da mağlup ederek Yunanistan ve Küçük Asya’dan Mezopotamya, Hindistan ve Mısır’a kadar uzanan bir imparatorluk kurmuştu. MÖ 324 yılında, nihayet Susa’ya (Şuşa) dönmüş ve burada, gelecekte Arabistan topraklarına düzenlenecek sefer için plan yapmaya başlamıştı; ancak, bu seferi düzenleyebilecek kadar ömrü vefa etmemişti.
Yönetimde Değişiklik
Büyük İskender, geniş toprakları olan imparatorluğunu nasıl yöneteceği konusunda düşünmeye başlamıştı. Uzun vadeye dayalı öneriler arasında, kendisine sadık Makedonların pek de hoş karşılamadıkları Yunan ve Pers kültürlerini entegre etme politikasını izlemek de yer alıyordu. Kral İskender’in Sarayında önemli bir dönüşüm yaşanmış ve bazı davranış ve tutumlarında gözle görülebilir değişiklikler olmuştu. Tarihçi yazar Anthony Everitt, Büyük İskender adlı biyografi kitabında, Makedonların ve Perslerin onun huzurunda, kendilerini eşit hissetmelerini sağlamak üzere Saray’daki uygulamaları birleştirmek istediğini yazmıştır. Büyük İskender, kişisel olarak, Pers geleneksel mor ve beyaz tuniğini giymek ve taç takmak gibi Pers geleneklerini benimsemeye başlamıştı. Etrafı muhafızlarla çevrili yüksekçe, altın bir Taht üzerine otururdu. İnsanların kendisinin önünde diz çöküp itaat etmeleri (proskynesis) gerektiğini bekliyordu. Persler, gelenekleri olduğu üzere bu önünde eğilme uygulamasını kabul ederlerken, Yunanlılar ise bu uygulamayı reddetmişlerdi. Yunanlılara göre İskender de ölümlüydü, bir Tanrı değildi. Büyük İskender’in emri üzerine, Asya Seferi resmi tarihçisi olarak görevlendirilen Antik Yunanlı Saray tarihçi Callisthenes’in bu önünde eğilerek itaat etme uygulamasını reddetmesi, onun hayatına mal olmuştu.
Makedon kardeşleri Büyük İskender’in Sarayında bazı değişikler olduğunu görmeye başladıkça, bir hoşnutsuzluk duygusu baş göstermeye başlamıştı. Hatta ona suikast düzenleneceği veya bir isyan çıkarılacağına dair söylentiler bile olmuştu. Bu hoşnutsuzluk, Büyük İskender’in bazı komutanlarının (91 kişi) İranlı kadınlarla evlenmesini teklif etmesiyle birlikte daha da artmaya başlamıştı. Yunanlıların yüzlerine atılan bir tokat niteliğinde olan bu uygulamaya ilaveten, evlenme törenleri Makedon geleneklerine göre değil de Fars geleneklerine göre olacaktı. Kral İskender’in kendisi, karısı Roxana’nın yanı sıra iki Pers kadın daha almıştı: Bu kadınlardan birisi, Pers Hükümdarı Darius III’ün (MÖ 336-330) kızıydı. Yazar Everitt’e göre bu uygulamayı tercih etmesi; “imparatorluğun, ancak Perslerle işbirliği sayesinde yönetilebileceğinin” başka bir örneği oluyordu (353). Saraydaki bu hoşnutsuzluk kısa bir süre zarfında patlak vermişti.
Büyük İskender, Dicle Nehri kıyısında, birliklerine hitap etme fırsatını değerlendirirken; yaşlı ve askerlik hizmetine uygun olmayan kişileri evlerine göndereceğini ilan etmişti; Yunanlı askerler sessiz kalmış ve sonrasında öfkelenmişlerdi. Onlara göre bu uygulama, değişiklerin olduğunu gösteren başka bir işaret oluyordu. Hepsi de, Pers “barbarların” orduya akın ettiklerinin farkındaydı ve daha fazlasının da geleceğini biliyorlardı. 30.0000 İranlı genç Yunanca eğitim görüyor ve Makedon dövüş teknikleri konusunda talim ediliyorlardı. Kral İskender’in hitabını dinlemek istemeyen askerler konuşmuşlardı. Büyük İskender, üzerinde bulunduğu platformdan atlamış ve itaatsizliğin azmettiricilerini görmek istemişti: 13 kişinin kimliğini tespit edip hemen idama mahkûm ettirmişti; zincirlendiler ve Dicle Nehri suları derinliklerine atıldılar. Aralarında barış sükûneti, askerlerin Büyük İskender’e yalvarmalarından sonra ancak sağlanabilmişti.
Hephaestion’un Ölümü
Yaz sıcağından korunmak isteyen Büyük İskender, müzik ve atletizm festivalinin düzenlendiği Hamedan şehrindeki Sarayına sığınmıştı. Hem Büyük İskender ve hem de yakın arkadaşı Hephaestion festivale katılmış ve ikisi de bir tür yüksek ateş hastalığına yakalanmışlardı. Kral İskender, sıkı bir diyet rejimine tabi tutulmuş ve iyileşmişti. Ancak Hephaestion’un bu konuda şansı yaver gitmemiş ve MÖ 324 yılı, Ekim ayında ölmüştü. Büyük İskender’i teselli etmek pek mümkün olmuyordu. Komutanı Hephaestion’a bakan Doktor Glaucus, hastasını iyileştiremediği nedeniyle çarmıha gerilerek idam edilmişti. Yunan şifa tanrısı Asclepius Tapınağı da ateşe verilmişti. Yas ilan edilmiş, kurbanlar kesilmiş ve kutsal ateşler yakılmıştı.
Büyük İskender, Hepheastion’un ölüm yası devam ederken, şehri terek ederek Babil’e dönmüştü. Babil şehir surlarına yaklaştığında, Keldani kâhinler Kral İskender’e şehre yaklaştığını ve batı kapısında girmemesi gerektiği konusunda uyarmışlardı, çünkü bu onun için bir felaket olabileceği anlamına geliyordu. Ancak Büyük İskender yapılan uyarıları görmezden gelmişti. Tarihçi Arrian (MS 86-160) İskender’in Seferleri adlı kitabında kâhinlerin “daha ileri gitmemesi için yalvararak onu uyarmışlardı. Çünkü tanrıları Bel, o sırada şehre girerse onun için ölümcül olacağını önceden bildirmişti” (376). Şu ifadeyi de ilave etmiştir; “Gerçek şu ki; kader Büyük İskender’i, ölmesi gerektiği zaten yazılı olduğu noktaya götürüyordu (377)
Kâhinlerin yaptıkları uyarılarla kafası karışmış olan Büyük İskender, Arabistan topraklarına yapılacak seferin planlarını yapıyorken, Makedonya’da baş gösteren sorunlara bir uzlaşma yolu bulmak zorunda da kalmıştı. Annesi Olympias (MÖ 375-316) ile Naibi Antipater (MÖ 399-319) arasında yaşanan gerilim artmaya devam ediyordu. Annesi Olympias, Naip Antipater’in otoritesine saygı duymayı reddetmiş, onun daha çok bir bir Kral gibi davrandığını iddia ederken, Antipater de, annesinin sürekli müdahale ettiğini ve bundan hoşlanmadığını iddia edip onun bir fahişe olarak nitelendirmişti. Kral Büyük İskender’in bulduğu çözüm yolu; yaşlı ve hasta Kraterus’u, Antipater yerine Makedonya’ya göndermek olmuştu. Kral İskender, daha sonra, Naibi Antipater’a takviye kuvvetleri toplaması ve Babil’e sevk etmesi talimatını vermişti. Naib Antipater, bu görevin muhtemel bir ölüm cezası olduğunu düşünüyordu: Büyük İskender, annesinin yaptığı suçlamalara mı inanmıştı? Kral İskender, dönüşünde onu onurlandıracağına dair söz vermesine rağmen, Antipater ise alternatif bir çözüm yolu seçmişti: Kendi yerine en büyük oğlu Cassander’ı (355-297) göndermişti.
Büyük İskender’in Ölümü
Büyük İskender, artık günlerini Arabistan topraklarına düzenlenecek seferin ayrıntıları üzerine düşünerek geçiriyordu, ancak geceleri ziyafetler veriliyor ve aşırı derecede içki tüketiliyordu. Bir akşam arkadaşı Tesalyalı Medius’un evine bir partiye davet edilmişti, daha sonra göğsünde bir ağrı hissederek yatağına dönmüştü. Yüksek ateşi olduğunda sağlığı hızla bozulmaya başlamıştı ama Büyük İskender hem göğüs ağrısını ve hem de yüksek ateşini görmezden gelerek gün boyunca çalışmaya ve geceleri de partilere katılmaya devam ediyordu. Arkadaşı Medius’la bir gece düzenlenen partiye daha katılmış ve sonra evine dönmüştü. Ertesi sabah olunca yüksek ateşi daha devam ediyordu ve bir sedye üzerinde taşınmasına rağmen tanrılara her zamanki fedakârlığını da ihmal etmemişti. Sonra gelen bir kaç gün boyunca, yakında iyileşeceği inancında olduğu için tanrılara kurbanlar sunarak ve komutanlarıyla toplantılar yaparak her zamanki rutin işlerine devam ediyordu. Tarihçisi Arrian, yazdığı Kraliyet Günlüklerinde, Büyük İskender’in son günleriyle ilgili yazılarında bu durumu doğrulamaktadır: Şöyle ki; Medius’la iki kez içki almış, daha sonra banyo yapmış, yemeğini yemiş ve “yüksek ateşi devam ederken” hemen uyumaya gitmiştir (395).
Daha yaşamakta olduğuna dair çaba göstermesine rağmen, etrafında bulunan kimi insanlar aslında Büyük İskender’in çoktan ölmüş olduğunu düşünüyorlardı. Bundan dolayı, yatağında yatarken adeta geçit türeni düzenlercesine Büyük İskender’in önünde geçmelerine izin verilmişti. Ateşi yükselmeye ve ağrıları da artmaya devam ederken, en sonunda konuşabilme gücünü kaybetmişti. Kraliyet Tarihçisi Arrian, Büyük İskender’in durumu umutsuz hale gelmesinden sonra Sarayına nakledildiğini yazmıştı: “Komutanları odasına girdiklerinde, onları tanımış ama artık onlarla konuşabilecek takati kalmamıştı” (393). Ve Büyük İskender, MÖ 323 yılı, Haziran ayı, onuncu gününde ölmüştür.
Zehirlenme Söylentileri
Ölümünün hemen ardından, aslında Büyük İskender’in eski yaralarından ve yüksek ateşten dolayı ölmediği, zehirlendiğine dair söylentiler dolaşmaya başlamıştı. Ancak, haleflerinin imparatorluğu kendi aralarında paylaşmaya başlamalarıyla birlikte bu söylentiler kısa bir süre sonra yatışmaya başlamıştı. Bundan sonra Diadochi Savaşları baş göstermişti ve söylentilerin yeniden gün yüzüne çıkması için neredeyse beş yıl geçmesi gerekmişti. Sözde komploculardan birisi Naip Antipater oluyordu. Oğlu Cassander’ı kendi yerine Babil’e göndererek, Kral’a karşı itaatsizlik ettiği için idam edileceğinden kaygılanıyordu. İkinci şüpheli ise, ünlü Antik Yunanlı Tarihçisi Callisthenes’i öldürülmesi olayını unutmamış olan, Kral İskender’in eski bir öğretmeni Aristoteles oluyordu. Rivayet anlatısına göre Cassander ve Kralın sakisi olan küçük kardeşi Iolaus, Aristoteles’in kendilerine sağlamış olduğu zehirli bir madde ile Büyük İskender’in zehirlenmesini gerçekleştirmek üzere seçilmişlerdi. Cassender’ın da Büyük İskender’e karşı kişisel bir kini vardı; Babil’e vardığı zaman Kralın huzuruna çıkarılmıştı, ancak, Perslerin Büyük İskender önünde diz çöküp ayaklarına kapandıklarını görünce gülmüştü. Kızgın Kral İskender de, bundan dolayı, Cassander’ı saçından yakalayarak kafasını duvara çarpmıştı.
Zehirlenme olayının, aynı zamanda Iolaus aşığı olan Medius’un düzenlediği bir parti sırasında meydana geldiği iddia ediliyordu. Büyük İskender, kendisine sunulan zehirli şarabı içtikten sonra acılar içinde çığlık atmıştı. Kusmaya çalışarak kendisini toplamak umuduyla Iolaus’tan bir dil/tüy istemişti; verilen tüy de zaten zehirliydi. Büyük İskender, kendisini Fırat Nehri sularına atmak isterken, karısı Roxana onu yatağına götürmüştü. Ertesi sabah, susuzluğunu gidermek üzere, su içmek isterken yine zehirlenmiş ve kısa bir süre sonra zaten ölmüştü.
Naip Antipater ve Aristoteles’i konu alan komplo teorisi kolaylıkla göz ardı edilmiştir. Tarihçi Arrian bu konuda şöyle bir ifadede bulunur; “İskender’in ölümü konusunda çok şey yazıldığının farkındayım, örneğin, Antipater’ın, terkibi üzerinde çalışılmış bir ilacı İskender’e gönderdiğini ve onun da bu ilacı ölümcül sonuçla aldığını biliyorum… Bu hikâyelerden habersiz olduğumu görünmek istemem ama söylenen hikâyeler bunlar” (394-95). Ancak, ünlü Antik Yunan tarihçi ve biyografi yazarı Plutarch ‘İskender’in Hayatı” adlı kitabında Kral’ın ölümüyle ilgili birçok söylentiyi, özellikle de, zehirlenme olayı söylentisini reddetmiştir.
Modern dönem tarihçileri, Naip Antipater ve hocası Aristoteles’in Büyük İskender’i zehirlemek için çok az ciddi nedeni olduğunu ve daha da önemlisi, Büyük İskender’in yaşamış olduğu geçmiş deneyimlerinden dolayı, olası komplo ve entrikaların farkında olmayı ona öğrettiğini düşünüyorlar; o dönemde bile striknin gibi zehirli bir madde kolaylıkla tespit edilebiliyordu. Tarihçi yazar Everitt, Büyük İskender’in birçok savaş yarasından, özellikle de aldığı, akciğerini delen, ok darbesinden dolayı zayıflamış olduğuna dikkat çekiyor. Zayıflamış bir bünye ile sıtma hastalığı olasılığının birleşmesi, Kral Büyük İskender bedeninin artık üstesinden gelemeyeceği kadar biyolojik fazla bir durum meydana gelmişti.