Kedilerin ilk olarak 4000 yıl önce Mısır'da evcilleştirildikleri her ne kadar yaygın olarak kabul görüyor olsa da tarihte insanların arasındaki varlıkları çok daha eskiye dayanmaktadır. Vahşi kedilerin 100.000 yıldan daha uzun zaman önce, Mezopotamya'da insanların arasında yaşadıkları ve MÖ 12.000 civarı, köpekler, koyunlar ve keçilerle aynı zamanlarda evcilleştirildikleri bilinmektedir. Son 10 yılda yapılan arkeolojik kazılar, Yakın Doğu Vahşi Kedisinin, modern dünyadaki evcil kedilerin en yakın akrabası olduğu ve fareler gibi, tahıl stoklarına dadanan haşeratların kontrolünü sağlamak için, Mezopotamyalı çiftçiler tarafından evcilleştirildiklerine dair kanıtlar ortaya koymuştur.
Yazar David Derbyshire, 2007 tarihli bir CE araştırma projesinden şöyle alıntı yapıyor: "Araştırmada, kedigil aile ağacındaki parçaları birleştirmek için 979 vahşi ve evcil kediden toplanan DNA örnekleri kullanılmıştır. Mitokondriyel DNA işaretlerini -anne kedilerden yavrularına geçen, vahşi ve evcil kedilerin soylarının arasındaki akrabalık ilişkilerinin ne zaman birbirine en yakın olduğunu gösterebilecek, bir çeşit genetik materyal- aramışlardır." İskoçya Ulusal Müzeleri'nde Zoolog olarak çalışan ve araştırma ekibinin başında bulunan Dr. Andrew Kitchener şöyle yazmıştır: "Bu gösteriyor ki, evcil kedilerin kökeni -hâkim olan görüşteki gibi- Antik Mısır'a değil, düşünülenden daha eski zamanlara, Mezopotamya'ya dayanmaktadır. Vahşi ve evcil kedilerin yaşamış son ortak atası, 100.000 yıldan daha önce yaşamıştı. (Derbyshire)
Dr. Kitchener'in bulguları, 1983 yılında Kıbrıs'ta keşfedilen, MÖ 9.500 yıllarına ait bir mezarda bulunan kedi iskeletine dayanmaktadır. Arkeolog Alain le Brun tarafından yapılan bu keşif önem arz etmekteydi çünkü Kıbrıs'ta yaşayan herhangi bir yerel kedi türü bulunmamaktaydı ve orada yaşayanların bir gemi aracılığıyla vahşi bir kediyi adaya getirmiş olması uzak bir ihtimaldi.
Antik Mısır'da Kediler
Öte yandan, kedilerin Antik Mısır ile bağdaştırılması oldukça anlaşılabilirdir çünkü Mısır kültürü, kedilere olan bağlılığı ile ünlüydü. Mısır'dan kedilerin ihraç edilmesi oldukça katı bir şekilde yasaklanmıştı; üstelik devletin sadece bu konuyla ilgilenen bir bölümü vardı. Devlet görevlileri, ülke dışına çıkarılan kedileri bulup geri getirmek için farklı ülkelere gönderilirdi. MÖ 450'de, bir kediyi öldürmenin cezasının ölüm olduğu (ki bundan çok daha eski zamanlarda da böyle bir ceza vardı) çok açık bir şekilde belirlenmişti. Çoğunlukla bir kedi ya da bir kedinin kafasına sahip bir kadın olarak tasvir edilen Tanrıça Bastet, Mısır panteonundaki en gözde ilahlardan biriydi. Bastet, ailenin ve kadınların mahremiyetinin, kötü ruhlar ve hastalıklardan korucuyucu ve kedilerin tanrıçasıydı.
Bastet'in ayinlerinin merkezi yeri, Tell Basta (Bubastis) şehrinde bulunan (Bastet'in Evi"), Herodot'a (MÖ 484-425) göre, şehir merkezinde onun şerefine inşa edilmiş devasa bir tapınak kompleksiydi. Ayrıca Herodot, Mısırlılar kedilerini çok fazla önemsediklerini; öyle ki kedilerin güvenliği, insan hayatından ve mal mülkten daha öncelikli olduğunu söylemiştir. Bir ev yandığında, Mısırlıların her şeyden önce endişelendikleri şey kedileri kurtarmak olurdu; çoğu zaman yanan binanın içine geri koşar ya da alevlerin etrafını kedileri güvenli bir mesafede tutmak için çevrelerlerdi.
Bir kedi öldüğünde, Heredot'un yazdığına göre: "Evde ikamet eden herkes kaşlarını tıraş ederdi (derin bir yas döneminin ifadesi olarak). Ölen kediler mumyalanmak ve kutsal mahfazalarla gömülmek üzere Bubastis'e götürülürdü." (Nardo 117). İnsanların kaşları tekrar uzadığında yas döneminin tamamlandığına inanılırdı. Bubastis'te veya Mısır'ın herhangi bir yerinde mumyalanmış kediler, kimi zaman sahipleriyle beraber ya da onların yanına gömülü olarak bulunmuştur. Mumyaların üzerindeki kimliklerine ilişkin mühürler bunu kanıtlamaktadır.
Mısırlıların kedilere olan bağlılıklarının en iyi örneği ise, Pers İmparatoru II. Kambises'in, Mısır'ı fethetmek amacıyla Mısır Firavunu III. Psametik'in (Psamtik veya Psemmtek) birliklerini yenilgiye uğrattığı Pelusium Savaşı'dır (MÖ 525). Mısırlıların kedilere olan sevgisini bilen Kambises, adamlarına başta kediler olmak üzere çeşitli hayvan türlerini toplatmış ve istilacı birliklerinden önce, Nil kenarındaki surlarla çevrili Pelusium şehrine, bu topladıkları hayvanları göndermişlerdir.
Pers askerleri hayvanların arkasından, üzerine kedileri resmettikleri kalkanlarıyla beraber hücum ederken; kollarının arasında kedileri tutmuşlardır. Kedilere zarar vermekten (ve olasılıkla birini öldürmekten dolayı idam cezası almaktan) çekinen Mısırlılar, düşman kalkanlarında gördükleri Bastet resimleriyle demoralize olmuş ve şehri teslim ederek Mısır'ı Perslerin ellerine bırakmışlardır. Tarihçi Polyaenus'un (MS 2. yüzyıl) yazdığına göre; teslimiyetten sonra zaferini kutlamak için şehre giren Kambises, yenilgiye uğramış Mısırlıları aşağılamak adına suratlarına doğru kedileri fırlatmıştır.
Mısırlılar aynı zamanda, Kuzey Afrika Dilinde hayvan anlamına gelen “quattah” kelimesinden "cat" (kedi) isminin türemesinden de sorumlulardır ve kedi, Mısırla yakından ilişkili olarak görüldüğü için neredeyse bütün Avrupa toplumları bu kelimenin türevlerini kullanmışlardır: Fransızca "chat", İsveçce "katt", Almanca "katze", İtalyanca "gatto", İspanyolca "gato" ve dahası (Morris, 175). Kedi yerine günlük konuşma dilinde kullanılan “puss” veya “pussy” kelimeleri de yine aynı şekilde Mısır ile ilişkilidir ve Bastet'in bir diğer adı olan Pasht kelimesinden türemiştir (Çevirmenin Notu: Türkçede "pisi pisi" olarak geçtiğini düşünebiliriz.)
Hindistan'da Kediler
Antik Hindistan'dan kalma iki önemli edebî eser olan Mahabharatta ve Ramayana'da destanlarında kedilerden bahsedilmektedir. (İkisi de MÖ5/4. yüzyıllara ait) Mahabharata'ın ünlü pasajlarından biri; ölümden kurtulmak için birbirlerine yardım eden ve özellikle taraflardan birinin diğerine göre daha güçlü ya da kuvvetli olduğu ilişkilerin doğası gereği ne kadar sürdüklerini tartışan, Kedi Lomasa ve Fare Palita ile ilgilidir. Ramayana'da ise, Tanrı Indra güzel bir hizmetçi olan Ahalya'yı baştan çıkardıktan sonra, kocasından kaçmak için bir kedi olarak kılık değiştirir. Diğer her yerde olduğu gibi, Hindistan'da da kediler, daha az sevilen ve istenilen fare, sıçan ve yılan gibi hayvanların nüfusunu kontrol altında tutmak için faydalı görülürdü ve bu sayede ülkedeki evlerde, çiftliklerde ve saraylarda ağırlanırdılar.
Kedilerin haşerelerle mücadelede bir yöntem olmaktan daha fazlası olduğu, Hindistan edebiyatında, kedigillere gösterilen hürmet ile doğrulanmıştır. Ünlü masal Çizmeli Kedi (daha çok bilinen hali Charles Perrault'a, (1628-1703), ait Fransız versiyonudur) MÖ 5. yüzyıldan kalma Panchatantra (Pança-Tantra) isimli çok daha eski bir Hint halk masalına dayanmaktadır (eski masaldaki kedinin sahibinin Perrault'un masalındakinden çok daha farklı bir kişiliğe sahip olmasına rağmen). Kedilerin gördüğü saygı, aynı zamanda aşağı yukarı Bastet'le aynı role sahip olan Hint Kedi Tanrıçası Sastht'a duyulan saygıdan da anlaşılabilir.
Pers/İran Kedileri
Bir Pers Masalı kedilerin büyü ile yaratıldığını ileri sürer. Büyük Pers kahramanı Rustum, seferde olduğu bir gece, bir büyücüyü hırsız çetesinin elinden kurtarmıştır. Rustum yaşlı adamı çadırında ağırlamayı teklif etmiş, yıldızların altında çadırın dışında oturup ateşin sıcaklığının keyfini çıkarırken, büyücü, Rustum'a hayatını kurtarmasının karşılığında dileğinin ne olduğunu sormuş. Rustum, isteyebileceği her şeye sahip olduğunu, önünde yanan ateşin sıcaklığı ve rahatlığı, tüten dumanın kokusu ve tepesinde ışıldayan yıldızlardan başka bir şey arzulamadığını söylemiştir. Bunun üzerine büyücü, bir avuç dumanı alarak, üzerine alev eklemiş ve en parlak iki yıldızı indirerek, hepsini avcunun içinde yoğurmuş ve üflemiştir. Ellerini açarak Rustum'a uzattığında, savaşçı, yıldızlar kadar parlak gözleri, ateşin ucundan fırlayan kıvılcımlar gibi dışarı fırlayan küçük bir dili olan, duman grisi minik bir yavru kedi görmüştür. Bu sayede, Rustum'un yardımseverliğine yönelik bir sembol olarak ilk İran kedisi yaratılmıştır.
Muhammed Peygamber de kedileri çok seven biri olarak bilinirdi. Efsaneye göre, tekir kedilerin alnındaki "M" deseni, peygamberin en çok sevdiği kedinin alnına elini koyarak onu kutsamasının sonucu oluşturmuştur. Aynı kedi, ismi Meuzza, Hz. Muhammed'in bir başka ünlü hikayesinde de yer almaktadır; Hz. Muhammed ezan sesine uyandığında kediyi kolunda uyur vaziyette bulur. Kediyi rahatsız etmek yerine, kaftanının kolunu keser ve Meuzza'yı uyuması için bırakır. Kedilerin prestiji, ilahi bir figür ile olan bu bağlantısı nedeniyle daha da artmıştır.
Çin ve Japonya'da Kediler
Çin'de de bu durum aynıydı ve kedi şeklinde tasvir edilen tanrıça Li Shou adına, haşere kontrolü ve doğurganlık için dilekler tutulup kurbanlar verilirdi. Yaratılışın ilk günlerinde kedilerin öneminin somutlaştırılmış hali olarak düşünülen Li Shou, oldukça popüler tanrıçalardan biriydi. Eski bir Çin efsanesine göre, dünyanın başlangıcında, tanrılar yeni eserlerinin gidişatını izlemeleri için kedileri görevlendirmişler ve iletişimin net olması için de kedilere konuşma yetisi vermişlerdir. Ancak kediler, dünyanın işleyişine dikkat etmelerini gerektiren bu sıradan görev yerine kiraz ağaçlarının gölgesinde uyumayı ve ağaçlardan dökülen çiçeklerle oynamayı tercih etmişlerdir.
Tanrılar üç kez kedilerin kendilerine verilen işi layığıyla yapıp yapmadığını kontrol etmeye gelmişler ve üç seferde de kedi gözlemcilerini ya uyurken ya da oynarken gördükleri için hüsrana uğramışlardır. Tanrıların üçüncü ziyaretinde kediler, dünyanın işleyişiyle ilgilenmediklerini belirtmiş ve bu görev için insanları aday göstermişlerdir. Böylece konuşma yetisi de kedilerden alınarak insanlara verilmiş; ancak insanların tanrıların sözlerini anlamaktan aciz oldukları ortaya çıkınca, zamanı tutma ve düzeni sağlama görevi de yine kedilere kalmıştır. İnanışa göre, kişi bir kedinin gözlerine bakarak günün hangi saatinde olduğunu anlayabilirmiş ve bu inanış Çin'de hala geçerliliğini korumaktadır.
Japonya'da, meşhur “Çağıran Kedi” imgesi (Tek patisi havada olan kedi figürü Maneki Neko) merhamet tanrıçasını temsil etmektedir. Efsaneye göre, Gotoku-ji tapınağının dışında oturmakta olan bir kedi, imparatorun oradan geçişine ithafen tek patisini kaldırır. Kedinin hareketinden etkilenen imparator, tapınağa girer ve dakikalar sonra, tam olarak tapınağa girmeden önce durduğu yere bir yıldırım düşer. Böyle olunca, kedi imparatorun hayatını kurtarmış olur ve onurlandırılır.
Çağıran Kedi imgesi, hediye olarak verildiğinde iyi şans getirdiğine inanılır ve Japonya'da hala hediye olarak popülerliğini korumaktadır. Kedi evin muhafızı olarak görülür ve özellikle değerli kitapların koruyucusu olduğuna inanılır. Kediler Japonya'da çoğunlukla Budist tapınakları olan Pagoda'larda barındırılırdı ve o kadar değerli görülürlerdi ki, MS 10.yüzyıla kadar, sadece asillerin bir kediye sahip olmayı karşılayabilirlerdi.
Yunanistan ve Roma'da Kediler
Kediler Yunanistan ve Roma'da insanlar tarafından bakılıyor olsa da, haşere kontrolü için evcilleştirilmiş gelincikleri kullanan Yunan ve Romalı pratiğinde, diğer toplumlarda olduğu gibi avcı bir hayvan olarak görülmüyorlardı. Romalılar kedileri işe yarar bir varlık olarak değil, bir bağımsızlık simgesi gibi görüyorlardı. Kediler, Romalılar ve Yunanlar tarafından evcil hayvan olarak besleniyordu ve ziyadesiyleiyi bakılıyorlardı.
MS 1.yüzyılda, elinde kedi tutan küçük bir kızın mezar taşı, Roma'da kedilerin yerine ilişkin en eski kanıtlardan birisidir ve Yunanistan'da oyun yazarı Aristofanes (MÖ446-386) komedi unsuru olarak kedileri kullanmıştır (suçu atmak için “Kedi yaptı” sözünü icat etmiştir). Antik uygarlıkların arasında kediler, en az Yunanlıların arasında popüler olmuştur; nedeni ise ölüm, karanlık ve cadı tanrıçası olan, çoğunlukla köpek ile ilişkilendirilen Hecate (benzeri olan Romalı Trivia gibi) ile bazı efsanelerdeki çağrışımıdır. Yunanlıların çok daha sonraları kedilere yönelik gelişen minnettarlığı, kedinin, bebek İsa'yı kemirgenler ve yılanlardan koruduğu efsane sayesindedir ve buna yönelik olarak Yunan evlerinde en iyi yerlerden birini edinmiştir ancak orijinalinde, çok da fazla saygı gören varlıklar değillerdi.
Kedilerin Avrupa'ya, Fenikeli tüccarlar tarafından Mısırdan kaçırılarak getirildiği düşünülmektedir. Fenikeliler, o zamanlarda bütün uygarlıklarla geniş ölçüde ticaret yapmaları ile bilindiklerinden, kedilerin düzenli bir şekilde bölgeye dağılımı bu sayede gerçekleşmiş olabilir. Kedilerin MS 15. yüzyılda coğrafi keşifler sırasında haşerat kontrolü için gemilerde bulundurulduğuna dair güvenilir belgeler bulunmakta ve büyük ihtimalle, Fenikeliler için de aynı amaca hizmet ettiler. Eğer ki, büyük ihtimalle öyle, kedileri Avrupa'ya Fenikeliler getirdiyse, Yunanlılar için Hecate ile kediler arasındaki ilişkiyi de onlar başlatmış olabilir. Yukarıda bahsedildiği gibi, Hecate çoğunlukla köpekler ile ilişkilendirilirdi ancak özellikle ve oldukça popüler olan bir hikâyede, karanlıklar tanrıçası ile kediler bağdaştırılmıştır.
Bu ilişkiyi ortaya koyan Yunan efsanesi, Herakles'in (Romalı herkül) bilinen bir hikâyesidir ve Herakles'in annesinin erkek hizmetkarı Galinthiusile Prenses Alkmene'yi içermektedir. Tanrı Zeus, Alkmene'yi baştan çıkartmış ve Alkmene Herakles'e hamile kalmıştır. Zeus'un karısı Hera'nın Alkmene ve Herakles'i öldürme girişimi, Galinthius'un parlak zekâsı sayesinde engellenmiştir. Deliye dönen Hera, Galinthius'u bir kediye çevirmiş ve onu sonsuza kadar Hecate'ye hizmet etmesi için yeraltı dünyasına göndermiştir. Bu hikâye, Latin yazar Antonius Leberalis 'in (MS 2. Yüzyıl) eski masalları tekrar anlattığı, 9. yüzyılda kopyalanıp dağıtılan ve en azından 16. yüzyıla gelindiğinde geniş bir okuyucu kitlesine ulaşanMetamorfoz eseriyle yaygınlaşmıştır. Bu efsane, daha sonraları kedileri karanlık, şekil değiştirme, yeraltı dünyası ve büyücülük ile ilişkilendirilmesine neden olmuş ve zamanla, bu ilişkilendirmenin kediler için oldukça talihsiz sonuçlar doğurduğu ortaya çıkmıştır.
Şeytani Figürler olarak Kediler
Her ne kadar kediler Avrupa ülkelerinde eski yüksek konumlarının ilk başlarda keyfini çıkarmış gibi görünseler de, (örneğin, İskandinav mitolojisinde, ulu tanrıça Freya kediler tarafından çekilen bir arabada tasvir edilir ve hem İrlanda'da hem de İskoçya'da kediler olumlu anlamda büyülü olarak görülür) Hıristiyan Kilisesi, önemli pagan sembollerini şeytanlaştırdıktan sonra ilerledikleri yolda, kediler ile büyücülük arasında var olan ilişkiden yararlanarak, kedileri kötülük ile bağdaştırmış ve şeytanla özdeşleştirmiştir. Ortaçağ yazarı Walter Map (1140-1210) kendi çalışmasında (Map'in satirik olma olasılığına rağmen) kedileri şeytani güçlerle ilişkilendirmiş ve 13. yüzyılın başlarında İngiltere'de Cambridge'de kedilerin ritüel olarak öldürülmesine dair kayıtlar mevcuttur.
Papa Gregory IX (MS 1227-1241), 1233'te kedileri kötü varlıklar olarak ilan eden ve şeytan ile aynı amaca hizmet ettiklerini söyleyen, Vox in Rama olarak bilinen bir papalık fetvasını çıkarmış ve kedilerin, özellikle kara kedilerin, tüm Avrupa'da düzenli olarak öldürülmelerine neden olacak derece şeytanlaştırılmalarına neden olmuştur. Ayaktakımının ne bu fetvayı okuduğu ve tepki gösterdiği ne de fetvanın yayıldığı düşünülmemektedir (Sadece Almanya'nın Sayn Kontu 3. Henry tarafından çıkarılmıştır) ama kilisenin kedilere karşı düşüncesi kuşkusuz bu fetvayı yüksek kesimlerden cemaatlerin vasıfsız insanlarına kadar yaymaktı.
Çok fazla kedinin ölümünün, fare ve sıçan nüfusunun artmasına ve bu haşeratların taşıdığı pirelerin 1348'de yaşanan Hıyarcıklı Veba salgınının sebebi olması ihtimali uzun süredir tartışılmaktadır. Bu teori ne kadar tartışmalı olsa dakedi nüfusundaki azalmanın fare ve sıçan nüfusunun artmasına neden olacağı su götürmez bir gerçektir ve 1348 öncesinde kedi nüfusunda bir azalma yaşandığı bilinmektedir. En son araştırmalar vebanın insan etkileşimi ile (Sıçanlarla etkileşim yoluyla değil) yayılsa da, yine de parazitler vebayı taşıyan sıçan ve farelerden taşınmıştır. O dönemde insanlar, vebanın (Vebaya neden olan Yersinia Pestis bakterisi 1894'e kadar tecrit edilmemiştir) nereden geldiği konusunda en ufak fikirleri yoktu; fare ve kedi sayıları ile hastalık arasında korelasyon görmemiştir. Bundan dolayı kediler, tüm art niyetli tutumların ve kurulan tehlikeli bağlantıların şüphelisi olmaya devam etmişlerdir.
Desmond Morris, “Kediler uğursuz olarak görüldüğü için, zamanın yazarları tarafından bütün korkutucu güçler kedilere atfedilmiştir. Dişleri ve etinin zehirli, kıllarının ölümcül (yanlışlıkla bir kısmı yutulursa boğulmaya neden olacağı) ve nefesinin insanın ciğerlerini mahvedip tüketecek kadar hastalıklı olduğu söylenmekteydi.” demiş ve "Ancak, 1658'de Edward Topsel, doğa tarihi ile ilgili ciddi bir çalışmasında şöyle yazmıştır. 'Cadıların hizmetkarları genellikle kedi şeklinde görünmektedir, bu da bu canavarların ruh ve beden için tehlike arz ettiği savını ortaya koymaktadır.” diye eklemiştir (158). Avrupalı yerleşik halklar kedilerin uğursuz olduğuna inanırlardı ve sadece hayvanı değil, aynı zamanda onları seven herkesi dışlarlardı. Özellikle kediler ile ilgilenen yaşlı kadınlar cadılık ile suçlanma ve cezalandırılma açısından çok kolay hedefler haline gelmişlerdi.
Victoria Dönemi ve Kedilerin Temize Çıkması
Kediler, bu çılgın batıl inançlardan insana yoldaşlık eden diğer tüm türlerden daha iyi şekilde kurtulmuş ve 18. yüzyıldaki Aydınlanma Çağı'nda daha önceki saygıdeğer konumlarına geri dönmüşlerdir. Bu, çağın ruhundan ve batıl inançların üstesinden gelmesine neden olan yeni paradigmadan ileri gelmektedir. Dikte eden popüler görüş içerisinde kilisenin gücü, protestan reformu (1517-1648) ile kırılmış ve Aydınlanma Çağı'nda insanlar kedi veya diğer bir konuda istediklerine inanmayı seçmişlerdi.
Viktorya Dönemi'nde (1837-1901) kediler, daha önce antik Mısır'daki gibi yüksek standartlarına yeniden yükselmişlerdi. Büyük Britanya'da Kraliçe Victoria, önceleri evcil hayvan olarak hep köpeklere sahipken, Mısır'daki arkeolojik araştırmalardan sonra ortaya çıkan ve İngiltere'de düzenli olarak yayınlanan kedilere ilişkin hikâyeler sonucunda kediler ile ilgilenmeye başlamıştır. Bu hikâyelerin çoğu, kedilerin Mısır'da gördüğü saygı, Bastet'in heykelleri ile kedilerin monarşi ve tanrılarla olan ilişkilerini konu almaktaydı. Kraliçe'nin kedilere olan bu ilgisi, kendisinin sarayın mensupları olarak gördüğü iki adet Mavi İran Kedisini sahiplenmesine neden olmuştur. Kraliçenin hikâyesi zamanın gazetelerinde yayınlanmış ve Kraliçe Victoria oldukça popüler bir hükümdar olduğundan, gittikçe daha fazla insan kendi kedilerine sahip olmayı heveslendi.
Bu akım Birleşik Devletlere de sıçramış ve Amerika'da dönemin popüler dergilerinden olan Godey's Lady's Book tarafından desteklenmiştir. Philedelphialı Louis A. Godey tarafından 1830-1878 yılları arasından yayınlanan bu aylık dergi, hikâyelere, makalelere, şiirlere ve gravürlere yer vermekteydi ve muhtemelen en iyi bilindiği şey Amerika'da aile Noel Ağacı uygulamasının bir adet haline gelmesini sağlamış olmasıdır (bu derginin ayrıca kendini kadın haklarına, eğitime, şükran günü kutlamasına adamasına ve Edgar Allen Poe'nun çalışmasını ilk kez yayımlayanlar arasında olmasına rağmen).
1836 yılında, parlak bir editör ve yazar olan Sarah Joseph Hale, Godey's dergisine katılmış derginin itibarını ve tirajını fazlasıyla arttırmıştır. 1860'da yayımlanan bir yazıda, Hale kedilerin yalnızca yaşlı kadınlar ve kraliyet mensupları için olmadığı ve herkesin onların “sevgi ve faziletlerini" kucaklama konusunda kendilerini rahat hissetmeleri gerektiğini yazmıştır. Godey's dergisindeki yazısının ardından Birleşik Devletlerde kedilerin popülerliği fark edilir şekilde artmıştır. Kedilerin ilk kez 1749'da İngiltere'den Kuzey Amerika'ya fare ve sıçan kontrolünü sağlamak amacıyla getirildiği düşünülmektedir ancak sevilen bir evcil hayan oldukları Victoria Dönemi'ne kadar büyük bir ölçekte yalnızca işe yarar canlılar olarak görülmüşler ve Amerika'da Godey's Lady's Book dergisinin etkisi ve Sarah Hale'in katkılarıyla bu daha büyük bir boyut kazanmıştır.
Kedi Furyası
Dönemin çoğu yazarı kedi sahibiydi ve kedilere bayılırlardı. Charles Dickens kedilerine o kadar bağlıydı ki, çalışma odasına girmelerine ve hatta içlerinden favorisi olanın (Efendi'nin Kedisi -Master's Cat- olarak bilinen) Dickens'ın çalışma masasına çıkarak o iş yaparken mumunu söndürmesine de izin verdiği biliniyordu. Açıkça kedi, Dickens'ın kendisiyle ilgilenmek ve onu sevmek yerine sürekli olarak kâğıda odaklı olmasından dolayı sıkılıyordu (Morris, 167). Mark Twain, William Wordsworth, John Keats ve Thomas Hardy de yine kedilere hayran kişilerdi ve tabii ki Lewis Carroll "Alice Harikalar Diyarında" adlı eserinde gelmiş geçmiş en kalıcı kedi figürlerden biri olan Cheshire Kedisini yaratmıştı.
İlk büyük kedi gösterisi, Kristal Saray'da 1871 yılında gerçekleştirilmiş ve kedilere gösterilen değer öyle bir noktaya gelmiştir ki, ilk defa, günümüzde hala kedileri sınıflandırmak için kullanılan “belirli standartlar ve sınıflar” belirlenmiştir. (Morris, 148). Kedi gösterileri bu etkinlikten sonra giderek daha da popüler hale gelmiş ve Avrupa ile Kuzey Amerika civarında kedileri yetiştirmek ve gösterilere çıkarmak ilgi çekmeye başlamıştır. Amerika'daki ilk kedi gösterisi (1895) o kadar ilgi toplamıştı ki, Manhattan'da Madison Square Garden'daki geniş meydanda gerçekleştirilmişti. Haşere kontrolü temsilcisi olmalarından, tanrı veya yarı-tanrı canlılar olmalarına, şeytanın vücut bulmuş hali ve son olarak evcil hayvanlar olarak kediler, asırlardır insanların yakınlarında olmuşlardır. Günümüzde de tüm dünyada insanların değerli yoldaşları olmaya devam etmektedirler ve bu kişiler kedilere olan bağlılıkları ve gösterdikleri değer ile eski atalarının mirasını devam ettirmektedirler.