Filistin, Antik Dünya’da İsrail ve Yahuda krallıklarının bulunduğu Kenan olarak bilinen bölgenin bir parçası. “Filistin” terimi, tarihsel olarak, aslında Güney Kenan’da, Filistinler olarak bilinen halkın küçük bir bölümünün işgal ettiği arazi alanını tanımlıyordu.
Kenanlılar; Kenanlı-Fenikeli ve İsrailli, diğerler toplulukların yanı sıra, bölgeye çok daha önceden gelip yerleşmişlerdir. Filistinlilerin, Bronz Çağı’nın sonlarına doğru bölgeye geldikleri sanılıyor. MÖ 1276 yılında Akdeniz bölgesi güney kıyı düzlüğünde, daha sonra Philistia (Filistia) olarak bilinen bölgeye yerleşmişlerdir.
MÖ 18.yüzyılın başlarında Ebla ve Mari’de bulunan Mezopotamya metinleri ve de ticaret kayıtlarında bölgenin tamamı “Kenan” olarak anılırken, Antik Yunan tarihçi ve yazar Herodot’un MÖ 5.yüzyılda yazdığı eseri, Herodot Tarihi olarak bilinen kitabın okuyucusuna sunulmasına kadar hiçbir yazılı kayıtta “Filistin” terimine rastlanmamıştır. Herodot Tarihi kitabından sonra eski adı Kenan olan bölgenin tamamı için “Filistin” terimi kullanılmaya başlanmıştır.
Bölge, Bereketli Hilal olarak adlandırılan coğrafyanın bir parçası olup insan yerleşim izleri tarihi MÖ 10.000 yılı öncesine kadar uzanmaktadır. Bu topraklarda başlangıçta büyük olasılıkla Mezopotamya’dan göç eden, ancak Erken Bronz Çağında (MÖ 3300- 2000) yerleşik tarım toplumu haline gelen göçebe avcı-toplayıcı topluluklar yaşıyordu. Orta Bronz Çağında (MÖ 2000-1550) diğer ulus topluluklarıyla ticaret genişletilmiş, Kenan bölgesi zenginleşmiş ve Geç Bronz Çağında (MÖ 1500-1200) elde edilen bu zenginlik etkisi, bölge Mısır İmparatorluğu (MÖ 1570-1609 civarı) topraklarına dâhil edilinceye kadar devam etmiştir.
Mısır’ın bölge üzerinden nüfuzu ve gücü azalmaya başladıkça, buna karşılık, Asurlular gücü artmaya başlamış ve MÖ 1295 yılı gibi erken bir tarihte Asurluların başka topraklara da akınları olmuştur. Tüm Yakındoğu bölgesi MÖ 1250 -1150 yılları arası dönemde Bronz Çağının Çöküşü acısını çekmiş ve Kenan bölgesi de bu acıdan istisna değildir. Kutsal Kitapta, Yeşu Kitabına göre İsrail’li General Yeşu ülkeyi işgal etmiş ve bölgeyi halkı arasında paylaştırmıştır. Ancak, hemen hemen aynı zamanda Deniz Kavimleri (etnik kimlikleri hala da bilinmiyor) bölgeye gelmişler ve bu deniz kavimleri, diğer milletlerde olduğu gibi, şehir ve kasabaların belirgin yıkımından sorumlu tutulabilirler.
Asurlular, Babilliler, Persler ve Büyük İskender orduları ardarda bölgeyi ele geçirmiş ve en sonunda Roma orduları hakin olmuşlardır. Roma güçleri, bu topraklarda hâkimiyet kurduklarında, bölge uzun süreden beri zaten Yahudiye olarak biliniyordu. Yahudiye terimi, Babil güçlerinin gelip yıktıkları eski Yahuda Krallığından kaynaklanıyor. Ama aynı zamanda Filistin olarak da referans alınıyordu ve MS 132-136 yıllarında meydana gelen Bar Kohba İsyanından sonra Roma İmparatoru Hadrianus, Yahudi halkını, isyan etmelerinden dolayı cezalandırmak amacıyla bölgeyi Suriye-Filistin olarak yeniden tanımlamıştır (bölgeye geleneksel iki düşman olan Suriye ve Filistin). Sonraları Philistia, Roma Yahudiyesi ve Filistin tanımlamaları kullanılmıştır.
Batı Roma İmparatorluğu çöküşünü yaşadığı zaman Filistin toprakları, Doğu veya Bizans İmparatorluğu egemenliğine geçmiş ve MS 634 yılında Arabistan’dan gelen işgalci Müslüman ordularının eline geçmiştir.
“Filistin” tanımlaması
“Filistin” tanımlaması ya plesheth kelimesinden (göçebe halkları simgeleyen göçmen kabileler tarafından taşınan yenilebilir bir karışım olan “kök palaş” anlamında) ya da göçebe Filistinler’i tanımlamak üzere Yunanca bir isimden türemiş olduğu düşünülmektedir. Yazar Tom Robbins, “Filistin” teriminin, Kenan bölgesinde tapınılan antik dönemde tapınılan çift cinsiyetli tanrı Pales’ten kaynaklandığını iddia etmektedir. Yazarın bu iddiası doğruysa, “Filistin” kelimesi “Pales Ülkesi” anlamına gelmektedir.
Antik Roma’da, çobanların ve koyunların koruyucu tanrısı olarak bilinen, 21 Nisan ve 07 Temmuz tarihlerinde, Roma şehrinde, Palatine Tepesi bölgesinde (Adkins&Adkins, 269) festival düzenlenerek kutlaması yapılan Pales adında (metinlerde hem tanrı ve hem de tanrıça olarak geçer) çift cinsiyetli bir tanrının olduğu tesbit edilmiştir. Bununla birlikte, Roma tanrısı Pales’i Filistin bölgesi adıyla ilişkilendiren nitelikte, eski çağlardan kalma başka hiçbir belge bulunmamıştır. Bu tanımlama, büyük bir olasılıkla Yunanca’da “Filistin Ülkesi” anlamına gelen bir tanımlamadır. Akademisyenler J.Maxwell ve John H.Hayes aşağıya çıkarılan bir paragraflık yazıyla bu iddiayı destekliyorlar:
Filistinler, Doğu Akdeniz sahilinin güney kıyı düzlüğü boyunca (tahminen bügünkü Tel Aviv’in güneyi) yerleşmişlerdir. Bronz Çağı sonunda genel olarak “Deniz Kavimleri” göçlerinin bir parçası olarak bu bölgeye gelmişler; beş ana şehir kurup yaşamışlardır: Aşdod, Aşkelon, Ekron ve Gazze şehirleri. Tarihsel olarak, her ne kadar Filistinler özel olarak kıyı ovasıyla ilişkilendirilseler de, Klasik Çağlar’da “Filistia” (Filistin Ülkesi) tanımlaması daha genel olarak Doğu Akdeniz sahilinin tüm güney sınırın belirtmek için kullanılmıştır. Kısacası, İngilizce’deki “Palestine” tanımlaması, sonuç itibariyle “Filistia” teriminden türetilmiş olduğu anlaşılıyor (39-40).
Tarihçi yazar Herodot MÖ 5.yüzyılda yazdığı eserinde Filistin terimini kullanmasının ardında diğer yazarlar da bu terimi benimsemiş ve bundan sonra bölgenin adı giderek artık “Kenan” yerine “Filistin” olmuştur.
Erken Dönem Tarihi
Filistin bölgesi, dünyadaki insan yerleşimin olduğu en eski alanları arasında yer almaktadır. Arkeolojik kanıtlar MÖ 10.000 yılından önce bölgede göçebe tarzı bir yaşam süren avcı-toplayıcı bir topluluğun var olduğunu göstemektedir. Erkenç Bronz Çağında kalıcı yerleşimler kurulmuş ve tarım toplulukları gelişmiştir. Yakındoğu diğer bölgeleriyle ticaret yepılmaya başlanmış, Filistin Ülkesi, Mezopotamya şehirleri ile Arabistan ve Mısır şehirleri arasında yer alması nedeniyle önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Filistin bölgesi, Akad İmparatorluğu topraklarına katmak isteyen Akad Kralı Büyük Sorgonun (MÖ 2334-2279) dikkatini çekmiştir.
Akad İmparatorluğu’nun bu dönemde zenginliği, bölge genelinde şehir merkezlerinin büyümesini teşvik etmiş ve Filistin Ülkesi de Akad İmparatorluğunun MÖ 2083 yılında yıkılarak toprakları Gutiler, Elamlılar ve Amorilerin eline geçene kadar gelişmesine devam etmiştir. Bu gelişmeden bir süre sonra şehir merkezleri terk edilmiş ve muhtemelen aşırı nüfus nedeniyle insanlar kırsal kesimlere, tarımsal yaşam tarzına dönmüşlerdir. Ancak kırsal kesime dönme nedenleri daha net olarak açıklanmış değildir.
Orta Bronz Çağı
Orta Bronz Çağında (MÖ 2000-1550 civarı) insan toplulukları yeniden kentleşmeyi benimsemiş ve bu dönemde kentleşmeyle beraber ticaret gelişmiştir. Uluslararası ticari faaliyet ilk olarak MÖ 4000 yılında antik Fenike liman kenti olan Biblos (Lübnan) ile Mısır arasında yapılmış ve MÖ 2000 yılına gelindiğinde Mısır bölgede yapılan ticaretin en etkin tarafında yer almıştır. Mısır’ın ticari faaliyetlerde bu etkisi, kazılarda bulunan mezar eşyaları türü açısında Mısır kültürünü yakından yansıtan bölgedeki gömme ritüelleri modelinde açıkça görülmektedir.
Mısırlıların ticarette etkinliğinden, Hiksoslar olarak bilinen Sami soyunda bir halkın MÖ 1725 yılında bölgeye gelmelerine kadar hem Mısırlılar ve hem de Filistinliler fayda sağlamışlardır. Eski Mısır kitabe yazılarında sadece “yabancı krallar” olarak bilinen Hiksoslar, Mısır Orta Krallığının sonlarına doğru (MÖ 2040-1782) Aşağı Mısırın Delta Bölgesinde yer edinmek üzere Filistin bölgesinden faydalanmışlar ve Hiksos Hanedanlığı başkenti Avaris’te siyasi bir güç olarak varlık göstermişlerdir.
Hiksoslar, zamanla ticari faaliyetlere başlamış, ordu toplamış ve MÖ 1570 yılında, Antik Mısır kenti Thebes/ Teb’den gelen I.Amose onları bölgeden sürene kadar Delta ve Aşağı Mısır’ın büyük bir kısmının kontrolünü ele geçirerek göçlenmişlerdir. Ahmose I, düzenlediği seferde Hiksosları kuzeyden Filistin ve Suriye’ye kadar kovalayarak, arkasında harap olmuş şehirler, dağıtılmış insan toplulukları bırakmıştır.
Geç Bronz Çağı
Hiksosların bölgeden kovulmaların ardından, Filistin şehirleri yeniden inşa edilmiş ve I.Ahmose, bölgeyi yeni kurulan Mısır İmparatorluğunun (aynı zamanda Yeni Krallık olarak anılır, MÖ 1570-1669) yönetimine dâhil etmiştir. I.Ahmose, yabancı başka hiçbir gücün Mısır sınırlarına yanaşmayacağı konusunda emin olmak istemiş ve böylece Mısır sınırları çevresinde, daha sonraki firavunlar tarafından kendi imparatorluklarını oluşturtmak üzere genişetilen bir tampon bölge oluşturmuştur.
En ünlü Mısır firavunlarından bazıları Yeni Krallık döneminde hüküm sürmüş, ticareti artırmış ve inşaat projeleri aracılığıyla Filistin ülkesini himaye etmişlerdir. Hatshepsut (MÖ 1479-1458) III. Amenhotep (MÖ 1386-1353) ve Büyük Rameses (MÖ 1279-1213) bölgede ticareti teşvik etmiş ve altyapıyı geliştirmişler.
Thutmose III hükümdarlığı sırasında Habiru olarak bilinen bir halk, diğer topluluklar üzerine baskın düzenleyerek bölge huzurunu bozmuştur. Bu toplulukların (Hiksoslar ve Deniz Kavimleri) kimlikleri bilinmiyor ancak bölgenin yerlileri oldukları anlaşılıyor ve “Habiru” terimi toplum kurallarını ret edenleri tanımlamak üzere kullanılıyordu. Habiru’lar işgalci bir topluluk olmaktan daha ziyade kanun kaçakları olarak tanımlanıyor ve günümüzde araştırma yapan akademisyenler Habiru topluluğunu İbranilerle ilişkilendirmeye yönelik geçmiş girişimlerine katılmıyorlar.
Deniz Kavimleri Mısır tarihinde ilk kez Büyük Rameses hükümdarlığı sırasında ortaya çıkmışlardır. Rameses MÖ 1278 yılında kıyı açıklarında yapılan deniz savaşında deniz kavimlerini yenmiş ve daha sonra 1274 yılında yapılan Kadeş Savaşında Hititlerin müttefiki olarak onlarla tekrar karşılaşmıştır. Kim oldukları ve nereden geldikleri günümüzde de hala tartışılan bit konudur, ancak Merenptah (MÖ1213-1203) ve daha sonra III. Rameses (1186-1155) döneminde Mısır’a savaş açmak üzere geri dönmüşlerdir. Deniz Kavimleri Mısır’ı taciz ederlerken aynı zamanda Hitit İmparatorluğunu ve tüm Levant bölgesini de kasıp kavurmuşlardır. Faaliyetleri, MÖ 1300 yılında başlayan Asur akınlarıyla birlikte, Yakındoğu bölgesini kaosa sürüklemiştir.
İsrail’li General Yeşu/Joshua, yaklaşık olarak MÖ 1250-1200 yılında Kenan topraklarını fethetmiştir. Fethin, Kutsal Kitapta, Yeşü Kitabında ve daha az oranda Sayılar Kitabında anlatıldığı gibi gerçekleştiği düşünülüyor. Bu dönemde bölgede büyük bir ayıklanma olduğuna dair kesin kanıtlar olduğu iddia edilse de, arkeolojik veriler Kutsal Kitaptaki anlatıya pek uymamakta ve bu toprakların daha önceden Deniz Kavimleri tarafından istila edilmiş olmaları mümkündür.
İsrail’den ilk olarak (Deniz Kavimlerinin müttefiki) Libyalılara karşı kazandığı zafer anlatılırken, “İsrail’in harap olduğunu” iddia eden Merenptah Dikili Taşında (Stel) söz edilmiştir. Dikili Taşta, İsrail’den bir krallık ya da şehir devleti olarak değil de bir topluluk/halk olarak bahsedildiği görülmektedir. Spekülatif bir iddia olsa da, İsrail’lilerin Mısır’a karşı düzenlenen bir baskında Deniz Kavimleri ve Libyalılarla ittifak yapmış olmaları mümkündür.
General Yeşu’nun iddia edilen işgalinden sonraki bir aşamada İsrailoğulları Filistin topraklarına kesin olarak yerleşmiş ve MÖ 1080 yılında, kuzeyde İsrail Krallığını kurmuşlardır. İsrail, Kral Süleyman’ın (MÖ 965-931) ölümünden sonra, başkenti kızeyde Samiriye olan İsrail Krallığı ve başkenti güneyde Kudüs olan Yahuda Krallığı olarak ikiye bölünene kadar birleşik bir krallık olarak yaşamaya devam etmiştir. İlk İsrail krallarının hükümdarlıkları boyunca ve daha sonra, Mukkades Kitapta Filistinler defalarca onların yeminli düşmanları olarak anılırlar.
Filistinliler ve Yabancı Fatihler
Filistinler (Girit ve büyük bir olasılıkla Ege bölgesinden oldukları düşünülüyor), Mısır’ı işgallerinden sonra (Deniz Kavimleriyle birlikte) III. Rameses güçleri tarafından geri püskürtüldüktülerek MÖ 1276 yılı dolayında Kenan bölgesi güney Akdeniz kıyısına çıkmışlardır. MÖ 1185 yılına gelindiğinde kıyı boyunca Filistin (Philistia) olarak bilinen yerleşim yerlerine iyice yerleşmişlerdi. Filistinler bölgeye vardıklarında diğer eski yerleşim bölgeleri zaten gelişiyorlardı ve Filistinler hızla baskı kurmak üzere çalışmaya başlamışlardır.
Kutsal Kitap anlatısına göre Filistinler, ilk İsrail kabile ve şahirlerine büyük sorun çıkaracak kadar organize ve etkiliydiler. Kralı Saul yönetimine (MÖ 1080-1010) önemli bir tehdit oluşturuyorlardı, halefi Kral Davut (MÖ 1035-970) güçleri tarafından mağlup edildiler ve İsraillilerin kazandığı zaferlere rağmen Kral Süleyman döneminde de hala İsrail’in düşmanı olmaya, kıyı boyunca gelişme kaydetmeye ve komşularını taciz etmeye devam ettiler.
Bölge MÖ 722 yılında Asurlular istilasına uğramış ve İsrail Krallığı da yıkılmıştır. Aynı zamanda Filistinler üzerine de baskın düzenlenmiş ve özerkliklerini kaybetmişlerdir. Yeni Asur İmparatorluğu Filistin topraklarını ele geçirmiş, Asur Kralı Sanherib (MÖ 705-681) MÖ 703 yılında bölgeye sefer düzenlemiştir. Kudüs’u almada başarılı olmasa da Yahuda’yı vasal bir devlet haline getitrmiştir.
Asurlular, imparatorluk toprakları MÖ 612 yılında Babil ve Medlerin liderlik ettikleri bir koalisyonun eline geçene kadar bölgeyi ellerinde tutmuşlardır. Bir süre sonra, Babilliler MÖ 598 yılında Filistin topraklarını işgal etmiş, Kudüs’u yağmalamış ve Süleyman Tapınağını da yıkmışlardır. Kudüs’te yaşayan önde gelen Yahudiler de dâhil olmak üzere beraberlerinde Babil’le götürmüşlerdir (Yahudi Tarihinde Babil Sürgünü olarak bilinen dönem). Babilliler MÖ 589-582 yılları arasında bölgeye geri gelmiş ve Yahuda’dan geriye kalanı yok etmiş, aynı zamanda, Filistinleri de dağıtmışlardır.
Babil toprakları, bölgeyi Ahameniş İmparatorluğuna bırakan ve Yahudilerin Babil’den anavatanlarına dönmelerine izin veren Büyük Kiros (MÖ 530) eline geçmiştir. Büyük İskender (MÖ 356-323) Pers İmparatorluğu almış ve ondan sonra Selevkoslar bölgeye egemenlik kurmuşlardır. Makabiler, MÖ 168 yılında, bölgede hâkimiyet kuran yabancı güçlere ve yabancı bir dinin dayatılmasına karşı isyan edip son bağımsız Yahudiye Krallığı olan Hasmon Hanedanlığını kurmuşlardır. Roma güçleri, MÖ 63 yılında bölgedeki yönetim gelişmelerine müdahil olmuşlar ve Augustus’un imparator olmasının ardından Filistin de MÖ 31 yılında Roma Yahudiyesi olarak bilinen eyalet sınırlarına dâhil olmuştur.
Yahudi- Roma Savaşları
Romalılar, bölgeyi yönetmek üzere vekil kral olarak Büyük Herod’u görevlendirmişler, imparatorluğun diğer eyaletlerine uyguladıkları vergilerin aynısını Yahudiye’ye de uygulamışlardır. Ancak Yahudiye halkı, Roma yönetimi icraatları ve topraklarının işgal edilmesi nedeniyle kızgındı, Yahudiye’nın Roma için özellikle sorunlu bir bölge olduğu ortaya çıkmıştır.
Roma İmparatoru Titus’un MS 63-73 yıllarında İkinci Tapınak da dâhil olmak üzere (sadece Doğu Duvarı/ Ağlama Duvarı kalmıştır) Kudüs şehrinin yıkılmasıyla sonuçlanan ve Masada Savuncularının şehit olmasına yol açan Birinci Yahudi-Roma Savaşına tanıklık edilmiştir. Bu bölge insanları her ne kadar kendi kültürleri ve dini inançlarına bağlı kalmakta özgür olsalar da Roma yönetimi altındaydılar ve bağımsızlıklarını istiyorlardı.
MS 115-117 yıllarında Kitos Savaşı olarak bilinen çatışma patlak vermişti (bu ada Roma lejyonlarına komuta eden Romalı General Lucius Quietus adının değişikliğe uğramasından kaynaklanıyor). Bu çatışma aynı zamanda Roma’nın zaferiyle sonuçlanmış ve göreceli bir barış da sağlamıştır. Ancak, MS 131 yılında Bar Kohba İsyanı (MS 132-136) patlak vermiş ve savaşan her iki taraf için maliyeti yüksek bir isyan olmuştur (diğer çatışma olaylarını saymazsak 500.000’den fazla savaşçı öldürülerek Yahudiyeliler daha fazla kayıp vermişler). İmparator Hadrianus, Yahudi direnişinden çok öfkelenirken, eyaletin adını Suriye-Filistin olarak yeniden tanımlamış (Yahudilerin iki geleneksel düşmanı Suriye ve Filistin adı) ve bütün Yahudileri bölgeden sürerek yıkıntılar üzerine kendi şehrini, Aelia Capitolina’yu kurmuştur. Bar Kohba İsyanı, Yahudi -Roma Savaşlarının son savaşı olmuş ve sonrasında Roma yönetimi başka ciddi bir isyan olayı yaşamadan bölgeyi elinde turmuştur.
Sonuç
İmparator Diocletianus (MS 284-305) Roma İmparatorluğunu idari açıdan iki bölgeye ayırmıştır: Avrupa coğrafyasını kontrol eden Batı Roma İmparatorluğu ve Yakındoğuda idari faaliyetleri yürüten ve elbette Suriye-Filistin coğrafyasını da kapsayan Doğu Roma İmparatorluğu (daha sonra Bizanas İmparatorluğu adını almıştır). Roma İmparatoru Büyük Konstantin (MS 306-337) Hıristiyanlığı meşrulaştırıp develet dini haline getirmesinden sonra Suriye-Filistin Hıristiyan vilayeti olup yeni inancın önemli bir merkezi haline gelmiştir.
Batı Roma İmparatorluğu MS 476 yılında yıkılmış, ancak, Bizans İmparatorluğu MS 7.yüzyıla kadar, bölgede İslam’ın yükselişine kadar rakipsiz bir şekilde varlığını sürdürmüştür. MS 634 yılında Arabistan’dan gelen Müslüman orduları Suriye-Filistin toprakları almış ve burayı Jund Filastin/ Filistin Askeri Bölgesi olarak yeniden tanımlamışlardır. Müslümanlar, kendilerinden önceki Hıristiyan ve Yahudiler kadar bölgede dini çıkarları olduğunu düşünmüşler ve daha önceki tapınakların yerini kiliselere bıraktığı gibi kiliseleri de yeniden Camii’lere dönüştürmüşlerdir.
Avrupalı Hıristiyanlar Filistin topraklarını Kutsal Topraklar olarak anmaya başlamış, Filistin topraklarını Müslüman işgalinden geri almak amacıyla MS 1096 yılında Birinci Haçlı Seferini düzenlemişlerdir. Bu politik çabalarından sonra, MS 1272 yılına kadar Bizans İmparatorluğu tarafından desteklenen, çok büyük sayıda can ve mal kayıplarına mal olan ancak sonucunda hiç bir şey elde edilmeden başka pek çok girişimler devam etmiştir. MS 1453 yılında Bizans İmparatorluğunun yıkılması, bölgede Hıristiyan etkisini büyük ölçüde azaltmış ve Filistin, Osmanlı Türklerin eline geçmiştir. Bölge üzerinde siyaset, sonraki birkaç yıl boyunca, Britanyalıların MS 1915 yılında I.Dünya savaşına dâhil olmalarına kadar çekişmeli olmaya devam etmiştir. Bu sıralarda Batılı güçler, Ortadoğu coğrafyasını kendi amaçları doğrultusunda bölmeye yönelik ilk planları tasarlamışlardır.
Filistin toprakları, II. Dünya Savaşına kadar, savaşın yıprattığı ve çok tartışmalı bir bölge olmaya devam etmiştir. Sonrasında Birleşmiş Milletler desteğiyle bölge, Yahudi halkı vatanı olduğunu ve İsrail Devletinin kurulduğunu ilan etmiştir. Birleşmiş Milletlerin bu yetkisini kullanması ve bunun sonucunda ortaya çıkan İsrail Devleti tartışmalı olmaya ve bölge Antik Çağda olduğu gibi, günümüzde de sıkıntılı olmaya devam ediyor.