Felsefe kavramı; Yunanca philo (sevgi) ve sophia (bilgelik) kelimelerinden meydana gelir ve kelimenin tam anlamıyla “bilgelik sevgisi” olarak tanımlanır. Daha geniş anlamında ise, insan varlığının en temel ve derin konularının incelenmesi alanıdır. Felsefi Okullar, sıklıkla dinin temel sorulara yanıt vermesi konusunda algılanan başarısızlığına yanıt olarak gelişim göstermişlerdir.
Felsefenin tam olarak ne zaman ve nerede gelişmeye başladığı konusu hala da tartışıla gelmektedir. Ancak, en somut cevabı; uzak geçmişte herhangi bir yerde, birisinin, insanın neden dünyaya gelmiş olduğu, amacının ne olduğu ve yaşamı nasıl anlaması gerektiği sorusunu ilk sorduğu zaman başlamış olacağı şeklindedir. “Felsefe” kavramı; resmileştirilmiş laik veya dini bir düşünce sistemine, kişisel bir yapıya veya uygun tutum ve davranışa ilişkin toplumsal bir anlayışa uygulanabilir. Ancak her bir durumda da sistemin amacı, bu tür sorulara yanıt bulmaktır.
Felsefi sistemlerin ilk olarak Doğuda gelişim gösterdiği düşünülür ve felsefenin çalışma alan anahatları Mezopotamya’dan Roma’ya ve oradan da günümüze kadara uzana gelmiştir:
- Mısır MÖ 4000’e dolayında: mezar duvarlarında tanrıların ve öbür dünya tasvirleri var,
- Mezopotamya MÖ 2150’e dolayında: Gılgamış Destanı felsefi anlatımı yazı biçimi,
- Hindistan MÖ 1500- 500 dolayında: Vedik Dönemi
- İran MÖ 1500 dolayında: Zerdüştlüğün gelişimi
- Çin MÖ 1046-256 dolayında : Zhou Hanedanlığı
- Yunanistan MÖ 585-322 dolayında: Miletoslu Thales’ten Stagiralı Aristoteles’in ölümüne kadar,
- Roma: MÖ 155 yılından bu yana: Stoacılığın Roma’ya gelmesiyle başlar.
Felsefi sistemler Avrupa’da Ortaçağda (yaklaşık MS 476-1500) gelişmeye devam etmiş, öncelikle Hıristiyan öğretilerine odaklanmış ve Batı’da Rönesans döneminde daha da gelişmiştir. Doğu’da ise, MS 7.yüzyıldan sonra İslam âlimleri ve diğer inançlara mensup kişiler kendi sistemlerini geliştirmeye devam etmişlerdir. Felsefe Okulları, insanların eski atalarıyla aynı temel soruları sormaya ve bu sorulara cevap verecek düşünce sistemlerini geliştirmeye çalışarak günümüzde de aynı yolda ilerlemeye devam ediyorlar.
Tarihsel bir Bakış
Felsefi bir sistem, bağımsız bir şekilde gelişme sağlayabilir, ancak genellikle dine bir yanıt olarak gelişir. Din; insanın sorduğu sorularına tam bir cevap vermediği veya bu yönde ihtiyacını karşılayamadığı zaman, insan da felseye yönelir. İnsanın varoluşsal sorunlarına, geleneksel olarak onu yaratan, onu ilgilenen ve onu gözeten doğaüstü varlıkların (tanrılar, ilahi ruhlar, kişilerin ölmüş ataları) var oldukları konusunda ikna eden dini sistemlerin gelişmesiyle yanıt verilmiştir. Bir kültürün parçası olarak kurumsallaşan bu inanç yapıları, kişinin dünyadaki yerine dair tutarlı bir kültürel anlayış oluşturmaya çalışırlar ve bu anlayışa bir cevap olarak geliştirilen felsefeler, ya felsefeyi daha açık bir şekilde açıklamaya ya da felsefe yerine yeni bir paradigma oluşturmaya çalışırlar.
Tepit edilmesi imkânsız olsa da felsefenin MÖ 4000 yılı dolayında Mısır’da yerleşik hale gelmiş olması muhtemel görünüyor, bu tarih ve Mısır Sazlık Tarlası felsefesinde ölümden sonraki yaşam tasvirleri ilk kez mezar duvarlarında görülmeye başlanmıştr. Mezopotamya’da felsefe, Gılgamış Destanının MÖ 2150-1400 arası dönemde yazıya geçirilmesi döneminde başlamıştır. Hindistan’da felsefe, Vedik Döneminde MÖ 1500 ila 500 yılları arasında Upanişad (Upanishad) adı verilen Kutsak Kitaplar ile birlikte gelişmiştir. Hemen hemen aynı zamanlda Zerdüşt (MÖ 1500-256) Antik İran’da felsefi vizyonunu geliştirmiş, Çin’de ise felsefe ilk olarak Zhou Hanedanlığı döneminde (MÖ 1046-256) yazıya aktarılmasıyla başlamış ve daha sonra İlkbahar ve Sonbahar dönemi (MÖ 772-476 civarı), Savaş Devletleri Dönemi (MÖ 481- 221) ile ilişkilendirilen Yüz Düşünce Okulu gelişmiştir.
Batı’da felsefe; fikirleri daha sonra Platon’nun (MÖ 424/423-348/347) ikonik eserleri bilgi kaynağı olup Batı Düşüncesi temelini oluşturan, Platon öğrencisi Stagira’lı Aristoteles’i (MÖ 384-322) etkileyecek, Sokrates Öncesi Filozoflar olarak bilinen, daha sonraki dönem yazarlarına ilham kaynağı Miletoslu Thales (MÖ 585) ile Küçük Asya’da, İyonya Yunan kolonilerinde başlar. Roma Felsefesi, Sokrates düşüncesinden etkilenen (Citium) Kition’lu Zenon (MÖ 336-265) tarafından sistemi kurulan Atina Okulunda Stoacı bir filozof olan Babilli Diyojen’in MÖ 230-140) Atina şehrine MÖ 150 yılında gelişinden sonra Yunanistan’da gelişmeye başlar. Stoacılık, daha sonra, Roma’daki en popüler felsefe haline gelip sonraki dönem Hiristiyanlık felsefi sistemlerinin bazı yönlerine de ilham kayanağı olmuştur.
Mısır ve Mezopotamya’da Felsefe
En eski Felsefi sistem, Mısır’da, Sazlık Tarlası felsefesi olarak bilinen, kişinin dünyadaki yaşamının ayna yansıması ve ölümü gerçekleşen kişi ruhunun sonsuza kadar yaşayacağı ölüm sonrası dini bir cennet vizyonuna yanıt olarak gelişmiş gibi görünüyor. Mısır Felsefesine ilham kaynağı; anılan bu cennette bir yer edinmek üzere kişinin nasıl yaşaması gerektiği konusu olmuştur. Bu konu cevabının geliştirildiğine dair kanıtlar mezar resimlerinden gelmektedir. MÖ 4000 yılı dolayında Mısır’da insanlara nereden geldikleri, neden var oldukları, nasıl iyi yaşayacakları ve en doğru yoldan cenette nasıl gidecekleri öğretiliyordu.
Mısır Felsefesi, kişinin en iyi hayatı yaşayabileceği ve cenetten emin olabileceği merkezi değer olarak Ma’at (uyum ve denge) kavramını geliştirmiş, ancak, daha sonra ruhun yönelebileceği yönlere; ölümsüzlük kavramına, ölüm sonrasında ruh göçü (reenkarnasyon) olasılığı ve ilahi olanın doğasına yönelmiştir.
Mezopotamya’da insanlar kendilerini tanrıların iş arkadaşı olarak görüyorlardı. Mısır’da olduğu gibi, Mezopotamya felsefesinde de tanrılar insanları yaratmış ve insanların da tanrılara ibadet etme ve doğru davranışlarda bulunma şeklinde ödenen bir minnet borcu vardır. Diğer antik dini sistemlerle uygun olarak Mezopotamyalılar, tanrılarının karşılıksız, yani quid pro quo (bir şey karşılığında, bir şey) prensibi temelinde hareket ettiklerini algılamışlardı. Kişi, anlaşma şartlarının yerine getirildiğini hissetiği sürece işe yarayan bir ilke idi, ancak başarısızlık olması halinde, doğal olarak geçerliliği sorgulanmış ve bu türden varoluşsal kriz konuları felsefi araştırmalara ilham kaynağı olmuştur.
Bu durum, Uruk Kralı Gılgamış’ın, en yakın arkadaşı Enkidu’yu kaybettiği zaman kaçınılmaz ölümden bir kaçış yolu bulma arayışına çıktığı Gılgamış Destanı eserinde örneklenmektedir. Kral Gılgamış, arkadaşı Enkidu’nun ölümüne kadar olan dönem konusunda tanrılarla olan ilişkisini sorguladığı ve dini inançlarının sağlayamadığı yanıtlara dair hiçbir kanıt bulunmadığı hikâyesi felsefi gelişmede bir benzetme olarak dikkate alınıp yorumlanmıştır.
Hindistan’da Felsefe
Hindistan’da Felsefe, Hinduizmin Kutsal Metinleri olan Vedalar’a ( taraftarlarınca Sanatan Dharma, “Ebedi Düzen” olarak bilinir) Upanişadlar (yazılı eski metin MÖ 800-500 civarı) biçiminde cevap olarak gelişmiştir. Vedalar’da; Evrenin yaratılış konusu, Tanrı’nın gerçek sözleri olarak kabul edilmiş ve Upanişad metinleri de Tanrı sözlerinin çeşitli yönlerini açıklığa kavuşturmak ve açıklama getirmek üzere oluşturulmuşlardı.
MÖ 600 yılı dolayında bölgedeki sosyal ve dini reform hareketi, Ortodoks Hinduizmi reddeden başka felsefi sistemlerin gelişmesiyle sonuçlanmıştı. Bu felsefi sistemler arasında materyalist Charvaka Okulu (MÖ 600 civarı), Jainizm sistemi (MÖ 599-527’de Nahavira/Vardhamana tarafında formüle edilmiş) ve Budizm (Sidhartha Gautama, Buda’nın kurduğu, MÖ 563-483 ) yer alır. Jainizm ve Budizm daha sonra dini bir boyut kazanmış olsalar da, başlangıçlarında felsefi düşünce okullarıydı. Ancak, şunu belirtmek gerekir ki, Asya’da ne o dönemde, ne de günümüzde “dini” ve “felsefi” düşünce arasında bir ayırım yoktur.
İran’da Felsefe
İran (Fars) Felsefesi kesin olarak MÖ 1500 yılı diye tarihlenen noktadan daha önce gelişim göstermiştir. Çok tanrılı Erken Dönem İran dininden gelen kavramlardan yararlanan Avesta’da (Zerdüştlük kutsal metinleri) kanıtları gösterildiği üzere, İran felsefesi bu tarihten itibaren gelişmiştir. Bilge Zerdüşt, tek bir tanrı olan, evrenin yaratıcısı ve sürdürücüsü Ahura Mazda’nın yeni bir dini paradigmasını tasarlamıştı: Onun doğaüstü düşmanı, karanlığın ve kaosun efendisi Angra Mainyu idi (Ahriman olarak da bilinir).
Ancak, Bilge Zerdüşt kurgusunda cevapsız kalan soru; dünyadaki kötülüğün ve ıstırabın kaynağı konusudur; çünkü Ahriman yaratılmış bir varlık, içinde kötülük barındırmayan Ahura Mazda ise tüm yaratılış kaynağı olarak anlgılanır. Bu sorun, Ahameniş İmparatorluğu son dönemlerinde (MÖ 550-330 dalayı), Sonsuz Zaman Tanrısı Zorva’nın hem Ahura Mazda’yı ve hem de Ahriman’ı yarattığını ve bu iki kardeş tanrının birbirine kilitlendiğini iddia eden, insanoğlunun taraf olmaktan başka seçeneğinin olmadığını savunan bir mücadele okulu, Zorvanizm felsefi okulunun gelişimine yol açmıştır. Bu felsefeye göre insanın yaşarken amacı; kendisini iyilik ya da kötülük davasına adamaya karar verdiği zaman özgür iradesini kulanması üzerine gerçekleşir.
Çin Felsefesi
Çin’de; İlkbahar ve Sonbahar Dönemi ile Savaşan Devletler Dönemi, Zhou Hanedanlığı gerileme döneminde kaosun yaşandığı dönemlerdi ve Çin felsefesi de kaosun gerirdiği bu düzensizliğe yanıt olarak gelişmiştir. Konfüçyüsçülük ilk metinleri Zhou Hanedanlığı döneminde yazıldığı ve daha sonra bilge Konfüçyüs (MÖ 551-479) tarafından geliştirildiği düşünülmektedir. Konfüçyüsçülük felsefesi, Yüz Düşünce Okulu olarak anılan; Taoizm (Lao Tzu tarafından kurulmuş, MÖ 500) ve Hukukçuluk (Legalism) (Han Feizi’nin kurduğu, MÖ 280-233) dâhil olmak üzere birçok diğer felsefeleri içeren, Yüz Düşünce Okulu döneminde geliştirilen birçok inanç yapısından yalnızca birisidir.
Bu okullar ve benzeri pekçok okul birbirlerinden önemli ölçüde farklılık arz ediyorlardı. Ancak, hepsi de kaos dönemlerinde düzen kurma amacı doğrultusunda gelişim göstermişlerdir. Bir hükümdar yönetiminin meşrulaştırma yetki aracı olan Tian (cennet) geleneksel anlayışı üzerinden, farklı devlet hükümdarları üstünlük sağlmak üzere savaşırlarken bu aracı kullanmayı artık sürdüremezlerdi. Çünkü Çin Felsefesi de başlangıcında, toplumsal düzensizliğe, dini inancın dünyayı açıklama ve insanlara ilahi bir plan sunma konusunda güvence vermedeki başarısızlığına bir yanıt verilmek üzere gelişmiştir.
Yunan Felsefesi
Yunan Felsefesi MÖ 6.yüzyılda ”Evrenin temel maddesi” nedir? sorusuyla yola çıkan Miletos’lu Thales ile başlamıştır (Antik Felsefe,8). Thales’in sorgulaması; insanların ihtiyacını karşılıyor gibi görünen dini inançları nedeniyle bir annormallik gibi görünüyordu. Antik Yunan dini, zamanın diğer dünya dinlerinde olduğu gibi, tanrıların, dünyayı ve insanları yarattığı şeklinde gelişiyordu ve bu temel önermenin sorgulanması ne takdir görüyor ne de teşvik ediliyordu. Miletoslu Thales, tanrıların varlığını hiçbir zaman inkâr etmeyerek dini otoritelerle sorun yaşamaktan kaçınmış gibi görünüyor, ancak bu tutumu onun başlangıçtaki dürtüsüne açıklama getirmemiştir. Akademisyenler, Thales’in Babil’de eğitim gördüğüdönemden beri, kendi felsefesini oluştururken büyük olasılıkla Mezopotamya ve Mısır felsefelerinden yararlandığını ileri sürüyorlar.
Miletoslu Thales, Batı’daki ilk felsefi okul olarak kabul edilen Miletos Okulu’nu kurmuş ve Thales’in İlk Nedenin su olduğu felsefi iddiasını reddederek kendi iddialarını öne süren Anaximander (MÖ 610-546) ve Anaximenes (MÖ 546) onu takip etmişlerdir. Felsefi düşünce daha sonra Sokrates öncesi diğer filozofların çabalarıyla gelişme kaydetmiş ve en sonunda Platon’un ve de ardından öğrencisi Aristoteles’in eserleriyle doruğa ulaşmıştır. Sonra gelen düşünürler, özellikle Plotinus (yaklaşık MS 202-274) Batı Felsefesi temelini oluşturmak üzere bu kavramları daha da geliştirmişlerdir.
Felsefe Dalları
Günümüz felsefesi ilgi alanları Doğu ve Batı için eşit derecede geçerlidir ancak bu alanların günümüzde bilindiği isimleri Yunanlılar tarafından geliştirilmiştir. Her ne kadar çeşitli felsefi ekollerin bazıları bu felsefe dallarını alt bölümlere ayırsalar da, asıl çalışma alanları şunlardır:
Metafizik - Varoluş Araştırması, adını Aristoteles’in konuyla ilgili çalışması olan eserinden almıştır. “Metafizik” tanımlaması, Aristoteles zamanında felsefe ya da din çalışmalarını ifade eden kesin bir terim olmaktan daha ziyade, Aristoteles’in “Fizik” adlı eserinden sonra, konuyla ilgili kitabına başlık olarak koyan yayınevi editörü tarafından yapılmıştır. Yunanca’da “meta” kısacası “sonra/ötesi” anlamına gelir ve bu tanımlama aslında bir parçanın, ilk parçadan sonra geldiğini açıklığa kavuşturmak üzere kullanılmıştır. Her ne olursa olsun, bu terim; o zamandan bu yana ilk nedenlerin araştırılması, varoluş olgusu altında yatan biçimin, zaman kavramı anlamı ve hatta “anlam” kavramının da anlamı için kullanılmıştır.
Epistemoloji – Bilgi Araştrırması (Yunancada epistem, bilgi ve logos, söz/akıl) terimlerin birleşmesinden meydana gelir. Epistemeoloji; kişinin bir konuyu bildiğini nasıl bildiğini, “bilgi”nin tam olarak ne olduğunu, nasıl tanımlanabileceğini ve kişinin bir kelimeye atfettiği anlamın başka bir kişinin anlayacağı anlam olacağını nasıl bilebileceğini sorar. Epistemolojik sorular konusu, Yunanistan’ın Sokrates öncesi filozofları ve onlardan sonra Platon tarafından ele alınana kadar eskileri ilgilendirmiyor gibi görünüyor.
Etik – Davranış/Eylem Araştırması (Yunanca’da ta ethika; karakter üzerine); Aristoteles tarafından oğlu Nichomachus için iyi yaşlanmanın bir rehberi olarak yazdığı Nichomachean Ethics adlı eserinde popüler hale getirdiğ bir kavram. Etik, ahlaklı olmakla, kişinin nasıl yaşaması gerektiğiyle ve hangi temelde karar vermesi gerektiğiyle ilgilidir. Etik; Mezopotamya’dan bu yana tüm eski felsefelerin, insanların yalnızca kendi kişisel çıkarları için değil, daha geniş toplumal çıkarlar için ve son olarak da tanrıların iradesine uygun olarak yaşamasının en iyi yolunu belirlemeye çalışan merkezi bir bilgi alanıdır.
Politika – Yönetişim Araştırması (Yunaca’da polis, şehir ve politikos, politik/siyasi kelimelerinden meydana gelir); “şehir ile ilgili olan” işlerin yerine getirilmesi anlamındadır. Politikos kavramı, basit anlamıyla bir hükümeti yönetme faaliyetiyle ilgilenmenin ötesinde, aynı zamanda nasıl iyi bir vatandaş ve komşu olunacağı ve de kişinin ait olduğu topluma ne gibi katkıda bulunması gerektiğiyle ilgilidir. Bu bilim dalı, diğer bilim dallarında olduğu gibi, ilk olarak Batı’da Aristoteles eserlerinde kesin olarak incelenmiş ve popüler hale gelmiştir. Ancak, kişinin komşularıyla en iyi şekilde nasıl yaşaması gerektiğine, topluluma nasıl bir borcu olduğuna ilişkin sorular binlerce yıl öncesine, Mezopotamya, Mısır, İran ve Hint metinlerine dayanır.
Estetik – Sanat Araştırması (Yunanca’da aisthetikos duyu/duyarlık ve aisthanomia, algılamak veya hissetmek kelimelerinden gelir). Estetik kavramı, güzelliğin, güzellik algısının, kültürün ve hatta doğanın incelenmesiyle ilgilidir ve şu temel soruyu sorar: “Güzel veya anlamlı bir şeyi, “güzel” veya “anlamlı” hale getiren nedir?” Hem Platon ve hem de Aristoteles “güzel” olanı nesnel olarak standartlaştırmaya çalışarak bu soruya yanıt verirken, ünlü Yunan Sofist Protagoras (MÖ 485- 415) şayet kişi bir şeyin “güzel” olduğuna inanıyorsa, o şeyin güzel olduğunu ve o şey hakında tüm yargılarının doğru olduğunu ileri sürmüş demektir; çünkü bir kişinin edindiği herhangi bir deneyim doğruluğu, onu deneyimleyen kişiye göre değişir.
Bu felsefe dalları Yunanlar zamanına kadar bu şekilde tanımlanmamış, ancak sordukları ve cevaplamaya çalıştıkları sorular Yakın Doğu, Güney Asya ve tüm Antik Dünya’nın her yerinde yaşayan halklar tarafından dile getirilmiştir.
Sonuç
Platon’un felsefesi, hiçbir yazılı eser bırakmayan öğretmeni Sokrates’e dayanır. Sokrates’in yaşam ve öğretisi hakkında bilinenlerin neredeyse tamamı Platon ve Soktarates’in diğer bir öğrencisi olan Ksenofon’dan (MÖ 430-354) gelmektedir. Platon’un, eserlerinde Sokrates öğretilerini doğru bir şekilde yansıtıp yansıtmadığı konusu bilinmemekte ve hiçbir zaman da bilinmeyecektir. Ancak bilim insanları genellikle bu konunun az veya çok böyle olduğunu ve Sokrates’i de Batı felsefesi temel figürü olarak düşünüyorlar. MÖ 399 yılında bilim şehidi olmasının ardında öğrencileri kendi okullarını kurmuş ve Platon ile Ksenofon eserleri çoğaltılarak Akdeniz bölgesine yaymışlardır. Sokrates felsefesini temel alarak Atina’da Stoacı Okulu kuracak olan (Citium) Kitionlu Zenon, temel aldığı eserlerden biri, Ksenofon eseri Memorabilia’nın bir kopyasını edinerek her zaman başvurmuştur.
Stoacılık ekolü, Babilli filozof Diyojen aracılığıyla Roma’ya kadar yayılmış ve eserleri Stoacılık felsefesini Antik Roma’nın en popüler felsefesi haline getirecek olan ünlü Stoacı filozof Epiktetus (MS 50-130) ve aynı zamanda Roma İmparatoru Marcus Aurelius (MS 161-180) dönemi düşüncesini de etkilemiştir. Stoacılığın İlk Neden olan ve evreni koruyan doğal bir gücün (logos) var olduğu iddiası, Havari Pavlus’un (MS 05-64) felsefi kavramlarına, mektuplarına Hıristiyan Yeni Ahit ve Kutsal Kitap İncillere (Gospels) dayanak teşkil eden Hıristiyanlık vizyonunu formüle etmesinde de etkili olmuştur.
Felsefe, Ortaçağ boyunca ve o dönemden günümüze kadar din konusu ile el ele vererek gelişmeye devam etmiş ve etmektedir. Ortaçağ Felsefesi, Batı’da Yahudi ve Hıristiyan inanç sistemlerine göre, Doğu’da ise Hindu, Budist ve İslam vizyonlarına göre Dünya hakkındaki sorulara açıklama getirmiştir. Günümüzde ise felsefi okullar ve akımlar, dini inançlara, kabul edilen bilgilere ya da herhangi bir alanda geleneksel anlayışa cevap olarak, otorite sahiplerinin halkın yüksek ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamadığı durumlarda gelişmeye devam etmektedir.